Bir gençlik arıyorum
Otobüsteyim. Arka tarafta bir genç, dinlediği hareketli müziği, herkese dinletiyordu. Şoför hemen arkasındaki beyefendiye ricada bulunarak “Söyleyin şuna da sesini kıssın” dedi. Beyefendi gence seslenerek “şunun sesini biraz kısar mısın?” diye ikazda bulundu. Genç oralı bile olmayınca, sesini biraz daha yükselterek “Arkadaş sana diyorum, sesini kısar mısın şunun” der demez, genç aniden yerinden fırladı ve adamın yakasına yapıştı: “Sen nasıl bağırırsın bana! Benim kim olduğumu biliyor musun! Senin beynine sıkarım, dağıtırım beynini u..n!..” diye tartaklamaya başladı.
Vay be! Bir ses kısma meselesi yüzünden, beyinlere kurşun sıkacak bir gençlik!
**
Bir arkadaşım oturduğu semtte geçen bir hadiseyi anlatıyordu. Olayın kahramanları, o semtte oturan bir grup genç. Çete gibi sokaktan geçenlerin yolunu kesen bu gençler, gözüne kestirdiklerinden haraç istiyorlarmış. Bir gün bir kadıncağız gençlere direnmiş, vermek istememiş. Onca genç üzerine saldırmış. Kadını yerlerde tartaklamışlar. Bu semt öyle dağ başında falan değil ha! İstanbul’un orta yerinde. Kurtların saldırması için illa vadiye gerek yok ki. Şehre inmişler... Her ıssız sokak, bir vadi olmuş onlar için. Dizilerden mi, filmlerden mi, özentiden mi, eğitimden mi, yoksa eğitimsizlikten mi?.. Nedir? Gençleri kaybediyoruz.
Her gördüğü kadına bir anne edasıyla hürmet ederken, şimdi onu üç kuruş için yerlerde sürükleyecek kadar gözü dönmüş bir gençlik!
**
Başka bir gün otobüs bekliyorum. Durak kalabalık. Yaşlı, ak sakallı bir dedenin bir noktaya, başını sallayarak dikkatle baktığını gördüm. Başımı çevirip o tarafa baktım. İki genç sarmaş dolaş olmuşlar, nerdeyse düğüm olacaklar. Kız, zaman zaman kaçamak gözlerle etrafına bakıp, onca kalabalığın içinde yaptıkları ayıptan tedirgin olsa da, kirpi gibi saçlarıyla hangi toplumun ferdi olduğunu kendi de bilmeyen, Hint horozlarına benzeyen kılıksız gencin umurunda bile değildi. O, anatomi derslerinde merak ettiklerini, öğrenmekle meşguldü. Durakta bekleyenlerin “iyi ki bizim kızımız değil” gibilerden hicapla baktıklarını hisseder gibiyim. Ne fark ederdi ki, başka bir gün, bizim kızımız olmayacağı ne malum. Onları tanımasak da bizim çocuklarımız, bu ülkenin çocukları değil miydi?
Batıya özen neleri alıp götürmüştü böyle?
Daha dün annesinin, eşinin, kızının bir saç telini kıskanırken, bugün; mahrem sahneleri sokaklara taşıyacak kadar kendini kaybeden bir gençlik...
Şairlerin sultanı üstat Necip Fazıl Kısakürek, sanki bunları yıllar öncesinden görmüş de şiir mısralarına taşıyıvermişti.
...
Bir şey koptu benden, şey, her şeyi tutan bir şey,
Benim adım bay Necip, babamın ki Fazıl bey;
Utanırdı burnunu göstermekten süt ninem,
Kızımın gösterdiği; kefen bezine mahrem.
Ey tepetaklak ehram, başı üstünde bina,
Evde cinayet, tramvay arabasında zina!
...
**
Ey gençler! Ne oldu size? Sizin tarihiniz ayıplarla dolu değil ki ayıp işler yapıyorsunuz. Sizler, dünyaya insan gibi yaşamayı öğretmiş medeni bir milletin torunları değil misiniz? O halde nedir bu insanlığınızı unutturan hezeyan, boş vermişlik, Kayıtsızlık? Silkinin, kurtulun ucubelerinizden, kendinize gelin!
Yarın, çocuklarının yüzüne utançla değil şerefle bakmak isteyen, ey münevver gençler! Size sesleniyorum.
Nerdesiniz?
Efendim duyamadım? Daha güçlü haykırın!
Nerdesiniz?...
ALINTIDIR