- 12 Temmuz 2006
- 35.016
- 30.373
- 60
Bir önceki yazımda dünyada ameliyat komplikasyonları giderek azalmasına rağmen ülkemizde çoğalıyor demiştim. Üstelik bunun sanıldığı gibi ücra bölgelerin geri kalmış hastanelerinde değil, büyük şehirlerin üniversite hastanelerinde görülme olasılığının giderek arttığına dikkatinizi çekmiştim. Buna ait bir örneği Marmara Üniversitesi Hastanesi’nden vereceğimi de eklemiştim.
Bu örnek; kalın barsakta kanserleşme riski taşıyan basit bir polipin alınması sonrasında gelişen ihmal ve hatalardan dolayı bir vakanın ölümle sonuçlanan acı hikayesi. Gittiği doktorların bir kısmı bunu izlemenin daha doğru olacağı ve operasyon kararının daha sonra alınması gerektiğini söylerlerken bazıları da hemen ameliyat olunması taraftarı oldular. Zaten biz doktorların özellikle ameliyat kararları arasındaki çelişkisi o kadar belirgin ki! Bu nedenle birçok hasta birden çok doktora gitmek zorunda kalıyor. Sonunda, birbirinden tamamen farklı tanı ve tedavi önerileri karşısında kararsızlık içinde kalınması vaka-i adiyyeden artık. Hastalar, hem şaşkınlık içinde kalıyorlar hem de her doktora ayrı ayrı verilen muayene ve tetkik ücretleriyle ciddi para kaybediyorlar. Neredeyse her hekim yeniden tetkik isteyerek hastasınıı tam manasıyla çıldırtmayı başarıyor.
Değerli hekimlerimize sesleniyorum. Arkadaşlar, sayın meslektaşlarım; tüm gelişmiş ülkelerde bile bazı tetkikler bu kadar üst üste yapılmaz. Yapmanın gerekli olduğuna gerçekten eminseniz bile daha önce yapılanlara yeni yaptırdıklarınızı karşılaştırmanız gerekmez mi? Aralarındaki farka göre karar verilse daha iyi olmaz mı? Hayır, illa da yeni tetkik gerekli ve eskilerin incelemeyi gerektiren bir değeri yok diye tutturan hekimler çoğunlukta maalesef.
Neyse bizim hasta bu aşamaları geçiyor ve ameliyat için yatış randevusu alıyor. Aşağıdan yatış yapılıyor. Meğerse serviste yatak yokmuş. Hasta evine dönüyor. Dakika 1 gol 1. Ertesi gün yatak boşalınca yeniden yatış yapılıyor. Bir gün sonra malum operasyon yapılıyor. Yapan mesleğinin doruğunda bir profesör. Ameliyatta sorunlu barsak bölgesi kesiliyor ve kalan uçlar birbirine dikiliyor. Bunun akabinde bazen birçok operasyondan sonra karşılaşılabilen standart sorunlar başlıyor. Ateş, yara yerinde kırmızılık, akıntı. Hemen verilen antibiyotik, birkaç dikişin açılması gibi önlemler belirgin bir yarar sağlamıyor. Daha yüksek doz antibiyotik, ateşi biraz baskılıyor fakat kısa bir süre sonra başka belirtiler ortaya çıkmakta gecikmiyor. Günlük idrar akımı azalıyor, karın içi operasyonlarda içerde olabilecek sorunların dışarı yansımasını görmek için konulan lastik borucuklar ( diren) tıkanıyor ve vücutta yaygın şişmeler başlıyor. Kan tahlillerinde önemli değişimler oluyor, hastanın genel durumu iyiden iyiye bozuluyor. Fakat hoca bey oralı değil. Halen önemli bir şeyin olmadığını sanıyor. Hastayı ve hastanenin kölesi olan refakatçıları oyalamayı sürdürüyor. Sorunlar büyüyünce hastanın karnından bir tomografi çekimi yapılmasını istiyor. Şimdi dikkat edin lütfen!
Üniversite hastanesinin tomografi cihazı bozuk. Hasta taksiye bindiriliyor ve iki büklüm dışarıya götürülüyor. Burada çekim yapılıyor ve sonuç hocanın önüne konuluyor. Dakika 2 ve Gol 2
Bu ara, hastanenin hasta taşıma asansörleri de bozuk ama idare ediliyor. Çünkü dünyada başka hiçbir yerde örneği olmayan bir labirent sistemi var bu hastanede. Aşağılardan bir yerden başlayan ve merdiven kullanmadan giderek yükselen bir rampadan yürüyerek yukarılara çıkılabiliyor. Yalnız bazı yerlerde öyle eğimler ve dönüşler var ki. Sağlam bir insan dahi zorlanır. Zira trabzan veya tutamak gibi hiçbir şey yok . Buradan tekerlekli sandalye veya sedyeyle hasta götürmek için cambazlık etmek gerek.
İl Sağlık Müdürlüğü, bakanlık adına tüm hastaneleri denetler ve ruhsatlandırır. Ellerinde metre ile her yeri ölçerler, 5 cm eksiklik veya fazladan bir eğim için orası bir özel hastaneyse açılış izni vermez veya kapatma kararı çıkarlır. Peki, burayı nasıl görmezler? Sebebi çok basit. Devlet kendi hastanelerini veya fakülte hastanelerinde bu denetlemeleri yapamaz. Çünkü yaptığında hemen bazı hastanelerin kapatılması gerekir. Bunun sonucunda kamu hizmeti aksar. Bakan kızar, vali kızar, başkası kızar diye kimse bu riski alamaz. Kimse kurcalamazsa öyle kalması en iyisidir. Ama ben kurcalıyorum. Sayın yetkililer; lütfen burası hakkında işlem yapın!
Nerde kalmıştık, hoca tomografiyi görür yine önemli bir şey olmadığına hükmeder. Fakat sorun giderek büyür. Biri akıl eder karından bir iğne yardımıyla 2 litreyi aşkın bir sıvı alınır ve hastanın bu şekilde rahatlayacağı söylenir. Gerçekten birkaç saat hasta rahatlar. Fakat içerideki dert öyle karından su çekmekle filan geçecek gibi değildir. İdrar akımı kesilmiş vücudun her yeri eskisinden daha da beter şişmesini sürdürmektedir. Hoca fenalaşan hastanın yanına gelir tek söylediği “hastamız iyi önemli bir şeyi yok fakat ağızdan beslenmesin” olur. Alarm zilleri çalmaya başlayalı tam 6 gün olmuş fakat ameliyatı yapan profesör halen önemli bir sorunla karşı karşıya olmadığı kanaatindedir.
Tam bu sırada başka bir doktor devreye girer. Hastanın çok yakını olduğunu gelişmelerin bu kadar vahim olduğu halde neden daha radikal bir karar alınmadığını söylediğinde ilk cevap hazırdır. Siz ne doktorusunuz? O da cerrah olmadığını ama fiziksel tıp ve rehabilitasyon uzmanı bir profesör olduğunu ama en azından bir hekim olarak direni tıkanmış idrar akımı nereyse durmuş bu hasta için neler yapılması gerektiği hakkında hocanın düşüncelerini sorar.
Hoca telefonda bile olsa kendisine sorulan bu sorulardan pek hoşlanmaz. Hastanın karnını açtıklarında karaciğerde siroz görünümü olduğunu ve belirtilerin bundan kaynaklanabileceğini söyler. Hastanın geçmişini bilen fakat cerrah olmayan doktor bu söylenenlerden farklı olan düşüncelerini iletir. Fakat hoca halen bir girişim yapmamaya kararlı görünmektedir. Hasta son olarak o gece, rampalardan yine zorlukla röntgene indirilir ve alınan sonuç hocaya söylenir. Karın içerisinde bir hava gölgesi vardır!
Hoca giderek fenalaşan hasta için gece hastaneye gider ve yeni bir ameliyat yapmak zorunda kalır. Ona göre karında büyük miktarda apse vardır ve karın içi yıkanarak bu boşaltılmıştır. Tabi bu sefer tıkanmasın diye daha sağlam kalın direnler konulmuştur. Hoca evine gider, fakat hasta yatağına artık dönemez. O artık yoğun bakım hastasıdır.
Şimdi başka bir perde açılmıştır. Kuşkusuz açılan bu perdede oynanan oyun gerçek bir dramdır. Çünkü dakikalar ilerlemekte ameliyatın 9. gününde düştüğü yoğun bakımda onu bekleyen başka sürprizler onu beklemektedir. Yoğun bakımda yatan ve kendi başına solunum yapmayı beceremeyen hastalar suni solunum aletine konurlar. Bizim hasta için de bu gerekmektedir. Fakat o da ne? Oradaki alet de bozuk değil miymiş! Asistan doktorlar lastik bir gereç (ambu) yardımıyla elle solunumu sürdürmeye çalışırlar. Hastane kölesi (refakatçı) hemen çağrılır ve eline verilen yazıda suni solunum aletinin (ventilatör) eksik veya bozuk olan parçasının ismi yazılır ve hemen bulunması gerektiği söylenir. Bu arada “yoksa hastanız ölür” demeyi de ihmal etmezler. Gece 02 olmuştur. Köle ve yakını olan doktor tüm hastaneleri araştırırlar. Bunu bulundurabilecek medikal malzemeciler de kapalıdır. Bu kez şansları yaver gider! Gece 04.30’da bir medikalcinin izine rastlarlar. Evinden alır ve dükkanını açtırırlar. Eksik olan parçayı satın alıp yoğun bakıma teslim ederler.
Sanırım içiniz sıkıldı değil mi? Kuşkusuz hasta yakınlarının çok daha fazla sıkıldığını söylersem hak vereceksiniz. Aslında niyetim bu konuda arkası yarın romanları yazmak değil. Kısaca “bu hasta doktor hatasından öldü” demek de mümkün.
“Doktorun adından bana ne, gidin ona dava açın, gereğini hukuk karar versin” demek çok kolay. Fakat siz bu örnek olayın her anını bilirseniz sorumlunun sadece doktorun ehliyetsizliğinden kaynaklanmadığını, hastanede kurgulanan tüm sistemin bozuk olduğunu anlarsınız ve belki isyan edersiniz diye düşünüyorum. “Allah’ım buralarda kimlerin canı yandı şu ana kadar? Kim önlem alacak, yetkililer uyuyor mu? “ diyenleriz de olur belki…
Evet yazımız maalesef sürecek. Gayemiz bu örnekten yola çıkarak ilgililerin bilgilenmesi belki de ders alarak yeni komplikasyonların önüne geçebilmelerini sağlamak olacak. Doktor hatalarıyla ilgili ülkemizde yapılan çalışmaları da ortaya koyacağız. Bu arada doktorların sadece hastalıklar hakkında bilgiler vererek yetiştirilemeyeceğini hastaya ve yakınlarına karşı davranış hakkında asgari kuralları öğretmek için tıp fakültelerine neden ders konulmadığını da tartışmamız gerek.
Bu ara; “Empati, hasta hakları, tıbbi etik, önce insanlık “ gibi ukala kavramlarla ilgili açılımlar yapıp sizi sıkarsak da affola!
Prof. Dr.Turgut Göksoy
Bu örnek; kalın barsakta kanserleşme riski taşıyan basit bir polipin alınması sonrasında gelişen ihmal ve hatalardan dolayı bir vakanın ölümle sonuçlanan acı hikayesi. Gittiği doktorların bir kısmı bunu izlemenin daha doğru olacağı ve operasyon kararının daha sonra alınması gerektiğini söylerlerken bazıları da hemen ameliyat olunması taraftarı oldular. Zaten biz doktorların özellikle ameliyat kararları arasındaki çelişkisi o kadar belirgin ki! Bu nedenle birçok hasta birden çok doktora gitmek zorunda kalıyor. Sonunda, birbirinden tamamen farklı tanı ve tedavi önerileri karşısında kararsızlık içinde kalınması vaka-i adiyyeden artık. Hastalar, hem şaşkınlık içinde kalıyorlar hem de her doktora ayrı ayrı verilen muayene ve tetkik ücretleriyle ciddi para kaybediyorlar. Neredeyse her hekim yeniden tetkik isteyerek hastasınıı tam manasıyla çıldırtmayı başarıyor.
Değerli hekimlerimize sesleniyorum. Arkadaşlar, sayın meslektaşlarım; tüm gelişmiş ülkelerde bile bazı tetkikler bu kadar üst üste yapılmaz. Yapmanın gerekli olduğuna gerçekten eminseniz bile daha önce yapılanlara yeni yaptırdıklarınızı karşılaştırmanız gerekmez mi? Aralarındaki farka göre karar verilse daha iyi olmaz mı? Hayır, illa da yeni tetkik gerekli ve eskilerin incelemeyi gerektiren bir değeri yok diye tutturan hekimler çoğunlukta maalesef.
Neyse bizim hasta bu aşamaları geçiyor ve ameliyat için yatış randevusu alıyor. Aşağıdan yatış yapılıyor. Meğerse serviste yatak yokmuş. Hasta evine dönüyor. Dakika 1 gol 1. Ertesi gün yatak boşalınca yeniden yatış yapılıyor. Bir gün sonra malum operasyon yapılıyor. Yapan mesleğinin doruğunda bir profesör. Ameliyatta sorunlu barsak bölgesi kesiliyor ve kalan uçlar birbirine dikiliyor. Bunun akabinde bazen birçok operasyondan sonra karşılaşılabilen standart sorunlar başlıyor. Ateş, yara yerinde kırmızılık, akıntı. Hemen verilen antibiyotik, birkaç dikişin açılması gibi önlemler belirgin bir yarar sağlamıyor. Daha yüksek doz antibiyotik, ateşi biraz baskılıyor fakat kısa bir süre sonra başka belirtiler ortaya çıkmakta gecikmiyor. Günlük idrar akımı azalıyor, karın içi operasyonlarda içerde olabilecek sorunların dışarı yansımasını görmek için konulan lastik borucuklar ( diren) tıkanıyor ve vücutta yaygın şişmeler başlıyor. Kan tahlillerinde önemli değişimler oluyor, hastanın genel durumu iyiden iyiye bozuluyor. Fakat hoca bey oralı değil. Halen önemli bir şeyin olmadığını sanıyor. Hastayı ve hastanenin kölesi olan refakatçıları oyalamayı sürdürüyor. Sorunlar büyüyünce hastanın karnından bir tomografi çekimi yapılmasını istiyor. Şimdi dikkat edin lütfen!
Üniversite hastanesinin tomografi cihazı bozuk. Hasta taksiye bindiriliyor ve iki büklüm dışarıya götürülüyor. Burada çekim yapılıyor ve sonuç hocanın önüne konuluyor. Dakika 2 ve Gol 2
Bu ara, hastanenin hasta taşıma asansörleri de bozuk ama idare ediliyor. Çünkü dünyada başka hiçbir yerde örneği olmayan bir labirent sistemi var bu hastanede. Aşağılardan bir yerden başlayan ve merdiven kullanmadan giderek yükselen bir rampadan yürüyerek yukarılara çıkılabiliyor. Yalnız bazı yerlerde öyle eğimler ve dönüşler var ki. Sağlam bir insan dahi zorlanır. Zira trabzan veya tutamak gibi hiçbir şey yok . Buradan tekerlekli sandalye veya sedyeyle hasta götürmek için cambazlık etmek gerek.
İl Sağlık Müdürlüğü, bakanlık adına tüm hastaneleri denetler ve ruhsatlandırır. Ellerinde metre ile her yeri ölçerler, 5 cm eksiklik veya fazladan bir eğim için orası bir özel hastaneyse açılış izni vermez veya kapatma kararı çıkarlır. Peki, burayı nasıl görmezler? Sebebi çok basit. Devlet kendi hastanelerini veya fakülte hastanelerinde bu denetlemeleri yapamaz. Çünkü yaptığında hemen bazı hastanelerin kapatılması gerekir. Bunun sonucunda kamu hizmeti aksar. Bakan kızar, vali kızar, başkası kızar diye kimse bu riski alamaz. Kimse kurcalamazsa öyle kalması en iyisidir. Ama ben kurcalıyorum. Sayın yetkililer; lütfen burası hakkında işlem yapın!
Nerde kalmıştık, hoca tomografiyi görür yine önemli bir şey olmadığına hükmeder. Fakat sorun giderek büyür. Biri akıl eder karından bir iğne yardımıyla 2 litreyi aşkın bir sıvı alınır ve hastanın bu şekilde rahatlayacağı söylenir. Gerçekten birkaç saat hasta rahatlar. Fakat içerideki dert öyle karından su çekmekle filan geçecek gibi değildir. İdrar akımı kesilmiş vücudun her yeri eskisinden daha da beter şişmesini sürdürmektedir. Hoca fenalaşan hastanın yanına gelir tek söylediği “hastamız iyi önemli bir şeyi yok fakat ağızdan beslenmesin” olur. Alarm zilleri çalmaya başlayalı tam 6 gün olmuş fakat ameliyatı yapan profesör halen önemli bir sorunla karşı karşıya olmadığı kanaatindedir.
Tam bu sırada başka bir doktor devreye girer. Hastanın çok yakını olduğunu gelişmelerin bu kadar vahim olduğu halde neden daha radikal bir karar alınmadığını söylediğinde ilk cevap hazırdır. Siz ne doktorusunuz? O da cerrah olmadığını ama fiziksel tıp ve rehabilitasyon uzmanı bir profesör olduğunu ama en azından bir hekim olarak direni tıkanmış idrar akımı nereyse durmuş bu hasta için neler yapılması gerektiği hakkında hocanın düşüncelerini sorar.
Hoca telefonda bile olsa kendisine sorulan bu sorulardan pek hoşlanmaz. Hastanın karnını açtıklarında karaciğerde siroz görünümü olduğunu ve belirtilerin bundan kaynaklanabileceğini söyler. Hastanın geçmişini bilen fakat cerrah olmayan doktor bu söylenenlerden farklı olan düşüncelerini iletir. Fakat hoca halen bir girişim yapmamaya kararlı görünmektedir. Hasta son olarak o gece, rampalardan yine zorlukla röntgene indirilir ve alınan sonuç hocaya söylenir. Karın içerisinde bir hava gölgesi vardır!
Hoca giderek fenalaşan hasta için gece hastaneye gider ve yeni bir ameliyat yapmak zorunda kalır. Ona göre karında büyük miktarda apse vardır ve karın içi yıkanarak bu boşaltılmıştır. Tabi bu sefer tıkanmasın diye daha sağlam kalın direnler konulmuştur. Hoca evine gider, fakat hasta yatağına artık dönemez. O artık yoğun bakım hastasıdır.
Şimdi başka bir perde açılmıştır. Kuşkusuz açılan bu perdede oynanan oyun gerçek bir dramdır. Çünkü dakikalar ilerlemekte ameliyatın 9. gününde düştüğü yoğun bakımda onu bekleyen başka sürprizler onu beklemektedir. Yoğun bakımda yatan ve kendi başına solunum yapmayı beceremeyen hastalar suni solunum aletine konurlar. Bizim hasta için de bu gerekmektedir. Fakat o da ne? Oradaki alet de bozuk değil miymiş! Asistan doktorlar lastik bir gereç (ambu) yardımıyla elle solunumu sürdürmeye çalışırlar. Hastane kölesi (refakatçı) hemen çağrılır ve eline verilen yazıda suni solunum aletinin (ventilatör) eksik veya bozuk olan parçasının ismi yazılır ve hemen bulunması gerektiği söylenir. Bu arada “yoksa hastanız ölür” demeyi de ihmal etmezler. Gece 02 olmuştur. Köle ve yakını olan doktor tüm hastaneleri araştırırlar. Bunu bulundurabilecek medikal malzemeciler de kapalıdır. Bu kez şansları yaver gider! Gece 04.30’da bir medikalcinin izine rastlarlar. Evinden alır ve dükkanını açtırırlar. Eksik olan parçayı satın alıp yoğun bakıma teslim ederler.
Sanırım içiniz sıkıldı değil mi? Kuşkusuz hasta yakınlarının çok daha fazla sıkıldığını söylersem hak vereceksiniz. Aslında niyetim bu konuda arkası yarın romanları yazmak değil. Kısaca “bu hasta doktor hatasından öldü” demek de mümkün.
“Doktorun adından bana ne, gidin ona dava açın, gereğini hukuk karar versin” demek çok kolay. Fakat siz bu örnek olayın her anını bilirseniz sorumlunun sadece doktorun ehliyetsizliğinden kaynaklanmadığını, hastanede kurgulanan tüm sistemin bozuk olduğunu anlarsınız ve belki isyan edersiniz diye düşünüyorum. “Allah’ım buralarda kimlerin canı yandı şu ana kadar? Kim önlem alacak, yetkililer uyuyor mu? “ diyenleriz de olur belki…
Evet yazımız maalesef sürecek. Gayemiz bu örnekten yola çıkarak ilgililerin bilgilenmesi belki de ders alarak yeni komplikasyonların önüne geçebilmelerini sağlamak olacak. Doktor hatalarıyla ilgili ülkemizde yapılan çalışmaları da ortaya koyacağız. Bu arada doktorların sadece hastalıklar hakkında bilgiler vererek yetiştirilemeyeceğini hastaya ve yakınlarına karşı davranış hakkında asgari kuralları öğretmek için tıp fakültelerine neden ders konulmadığını da tartışmamız gerek.
Bu ara; “Empati, hasta hakları, tıbbi etik, önce insanlık “ gibi ukala kavramlarla ilgili açılımlar yapıp sizi sıkarsak da affola!
Prof. Dr.Turgut Göksoy