ıkincisi, Kuran-ı Kerim'de diyorki "Bana inansınlar, iman etsinler". Peki Allah-ü Teala neden burada dedi ki "Bana inansınlar"? ınanmayan insan zaten dua etmez. Şöyleki bazen insan birinin dediklerini yaparda, yaparken pek güvenmez. Mesela yapar ama karşısındakinden korktuğu için yapar. Ona olan güveninden değil. Düşüncesi ben bu kişinin dediğini yaparsam, söylediği sonuçları elde ederim değil. Korktuğundan yapıyor. Bun bunun dediğini yapayım, yoksa kötü olur gibi. ışte bu yüzden Allah-ü teala dedi ki "Bana inansınlar". Bana inansınlarki ben de dualarını kabul edeyim. Yani bir insan hem Allah'ın dediğine uyacak ve hem de Allah'a suizan (kötü zan) beslemeyecek, acaba dua edersem kabul edilir mi diye. Düşünecek ki "Hayır. Benim Rabbim duayı kabul eder ve O'nun gücü herşeye kadirdir." diye. ıçtenlikle dua ederken bu şarttır. ışte o zaman Allah-ü Teala bu nedenden ötürü onun duasını kabul eder. Çünkü bu kul bir taraftan O'nun dediklerini yapıyor, diğer taraftan da O'na güveniyor. Benim Rabbim ne dedi ise o olacaktır diye.
Şimdi bu demek değil ki ben bugün dua ettim de yarın cevabı gelsin. Bu konuyu örneklerle açıklamaya çalışacak olursak. Hz. ıbrahim (a.s.), Resulülah'ın zuhurundan 2500 sene evvel dua etti ve dedi ki,
"Ey Allah'ım, o peygamberi gönder ve o peygamber benim neslimden olsun." Peki bu duanın neticesi ne zaman zuhur etti; 2500 sene sonra. Buradan anlıyoruz ki, mümin dua ederken "Bana güvenecek, bana inanacak", yani umutsuzluğa kapılıpta duayı terketmeyecek. Hemen niye sonuç çıkmadı diye şartta koşmayacak. Duasını ettikten sonra güvenecek ki Allah duamı işitti ve o duaları kabul edendir diye ve Allah'ın iradesine boyun eğecek artık.
Başka bir örnekle biraz daha açıklamaya çalışalım. Zamanın birinde bir evliya varmış. Bu evliyanın bir müridi,
"Mürşit Hazretlerine gideyim de bir dua isteyeyim" demiş. Gitmiş Mürşit'in dergahına ve orada bir süre kalmış. ılk gün, gece bu murid, teheccüde kalkmış .Mürşidi de teheccüd kılıyormuş. Namazı kılarken Mürid, Mürşid'ine gelen bir sesi duymuş, "Senin şimdiye kadar ettiği dualarını red ettim:" diye. Şaşırmış mürid. ıkinci gün tekrar Mürşidi ile teheccüd namazına kalkıyor ve yine aynı sesi duyuyor. Mürid düşünmeye başlıyor, "Allah Allah, demek bizim Mürşid de pek bişey yokmuş, o da bizim gibi imiş. Baksana duaları kabul edilmiyor. Ha biz ha o." diye. Üçüncü gün tekrar kalkıyorlar namaza ve yine aynı sesi duyuyor. Artık dayanamayan Mürid, Mürşide giderek,
"Efendim, madem size üç gündür bu ses geliyor ve kabul etmiyorum diyor, siz niye ısrarla devam ediyorsunuz." demiş. Bunun üzerine o zat demişki,
"Yavrum bak benim işim yalvarmak. Karar bildirmek O'nun işidir, benim işim değil. O yüzden beni ilgilendirmez. O kendi işini yapıyor, ben de kendi işimi yapıyorum. O kendi işini yapıyor diye ben vazifemden vaz geçecek değilim. Hem ben 30 yıldır bu sesi duyuyorum. Sen üç gecede mi sıkıldın." diye konuşurlarken tekrar bir ses duyuldu ve
" Senin geçmiş bütün duaların kabul ettim:" dedi......
Yine bir alimin çok güzel bir sözü var. Burada onuda zikretmek gerek. Diyorki,
"Benim bir duam kabul edilirse ben ister istemez seviniyorum, ama red edilirse bu beni daha çok sevindiriyor çünkü o zaman Rabbimin rızasına razı oluyorum." Buradan da başka birşey anlıyoruz ki, mümin dua ederken benim istediğim olsun diye dua etmiyor. Bu konuda benim Rabbimin rızası belli olsun diye dua ediyor. Gerçek mümin de neticesi ne olursa olsun o karara uyar. Ama bugün insanların genel olarak hali nedir? Bir konuda dua etti ve diyelim ki duası kabul edilmedi hemen isyan eder ve der ki
"Bu dua olmadı, veya ben kimim dua etmek kim." Ya da "Ben duası kabul edilecek birisi değilim" diye. Böyle şeyler düşünerek insanlar bilmeden isyana giderler. Bu da neden kaynaklanıyor. Yukarıda da zikredildiği gibi insanlar Allah'a yeterince inanmış ve güvenmiş değiller. ışte bu nedenle iman ve güvenmek duanın şartlarındandır.
Duanın kabulünün üçüncü şartına gelelim. Resulüllah (s.a.v.),
"Eğer sen Allah-ü Teala (c.c.) senin zorluklarını sorunlarını kaldırsın istiyorsan, o zaman sende Allah-ü Teala'nın kullarının sorunların ve zorluklarını ortadan kaldırmaya çalış." dedi. Bu da duanın kabulünün bir yoludur. Eğer bizim Allah-ü Teâla'nın yardımına zor durumda olduğumuzdan dolayı ihtiyacımız varsa, aynı şekilde bizim gibi zor durumda olan insanlara yardım etmemiz lazım.
Bir arkadaşımızın örneğin burada vermek isteriz. Şöyleki, bu arkadaşımız fakülte son sınıf imtihanlarına girmişti. Bu sınavlarından birisi ise çok kötü geçmiş idi ve o dersten kalsa idi kendisini çok sıkıntıya düşürecekti. Hiç geçme ihtimali de yok. O anlatıyor diyor ki,
"Benim tek umudum dua etmekte idi. Bunun üzerine şunu düşündüm ve dedim ki: Eğer Allah-ü Teâla benim bu kulum hak etti mi hak etmedi mi diye düşünecek olursa, ben kesinlikle o sınavdan geçmeyi hak etmedim. Yeterince de çalışmamıştım. Peki o zaman ne yapmam lazım dedim ve şu sonuca vardım ki, yardıma ihtiyacı olsun veya olmasın insanlara yardım etmem lazım. Hal böyle iken bir gün bir arkadaş ile yolda giderken bir dilenci elini uzattı ve
- Allah rızası için yardım edin, dedi, ben de cebimde ne varsa çıkarıp verdim ona. Bunun üzerine yanımda bulunan arkadaşım dayanamadı ve;
- Görmüyor musun, sağlıklı ve genç bir adam, belli ki ihtiyaç sahibi de değil. Niye verdin, dedi.
- Vallahi, benim bu günlarda Allah-ü Teâla'ya bir işim düştü ve eğer ben, bu benden yardım isteyen haklımıdır haksızmıdırdiye bakacak olursam yandım. Çünkü eğer Allah-ü Teâla'da bana aynı şekilde muamele ederse bende hak etmedim. Ancak bu şekilde Allah'ın rahmetini coşturabilirsem coştururum, dedim.
Ne kadar ilginçtir ki,ben o sınavdan tam geçebilecek notu aldım. Böylece Allah-ü Teâla gösterdi ki, bu iş olacak değildi, ancak senin dua şeklin ile böyle oldu, diye."
Dolayısıyla bizler sıkıntıya düşmeyi beklemeden de daima sadaka vermeye kendimizi alıştırmalıyız. Sıkıntısı olanlara gidip yardım etmeliyiz. Eğer kendi sıkıntısının kalkmasını da istiyor isek bununla beraber Allah-ü Teâla'ya içtenlikle yalvarmamız da lazım.
Duanın kabulünün dördüncü şekline gelecek olursak, o da Resulüllah (s.a.v.)'a bol bol salat getirmektir. Bunun da birçok nedenleri var. Bu sebeplerden bir tanesi şudur: Biz diyebiliriz ki, Peygamberimiz için ben dua edeyim veya etmeyeyim, Resulüllah (s.a.v.) ve O'nun makamı çok yücedir. Benim duama O'nun ihtiyacı yok, diye. Ancak Resulüllah (s.a.v.) bir hadisinde " Bir insan Allah-ü Teâla'ya hamd etmeden ve bana salat göndermeden dua etti ise o kişi acele etmiştir" buyurdular. Yani siz önce Allah'a hamd edeceksiniz ve bana salat getireceksiniz, sonra kendi duanızla Allah'a yöneleceksiniz. Hamd konusuna sonra geleceğiz. Burada neden denmiştir ki, peygambere de salat getirin sonra duanızı edin diye. Şöyleki, Resulüllah (s.a.v.)'ın bizim üzerimizde o kadar çok iyilikleri vardır ki, biz maddi olarak o iyiliklerin karşılığını veremeyiz. Bu bizim için mümkün değildir. Peki bir insan maddeten bir insana iyiliğinin karşılığını veremiyorsa o kişi ne yapabilir? En az O'na dua edebilir. Çünkü elinden gelen başka bir şey yok.
Şimdi bizim burada Resulüllah (s.a.v.)'a dua etmemiz, O'nun bizim dualarımıza ihtiyacı olduğundan değildir. ınsanın bilmesi lazımdır ki, biz O'na teşekkür borçluyuz ve başka bir teşekkür şekli de olmadığından Allah-ü Teâla bizi bu konuda serbest bıraktı. "Peki siz Peygambere dua edin" Çünkü eğer Peygamber Efendimize dua etmemiz yasaklanmış olsa idi, o zaman aşıklar ölürdü. Bu insan yaradılışının bir gereğidir. Çünkü insan kendisine birisi bir iyilik yapmış ise ona önce maddeten bir iyilik yapmaya çalışır, bu olmaz ise bir hediye vermeye çalışır bu da olmaz ise o zaman en azından dua eder. "Sen bana şu iyiliği yaptın, Allah ne muradın varsa versin" der.
ışte bu yasaklanmış olsa idi mümin ölürdü. Tabik igerçek anlamda müminler. Çünkü mümin Resulüllah (s.a.v.)'ın iyiliklerinin karşılığını hiçbir zaman veremeyecektir. ışte insan salat getirirken ve Peygamberimiz için dua ederken teşekkürünü bildirmektedir. "Ey Rabbim, Resulüllah (s.a.v.) bu kadar iyilikler yaptı, sen O'na rahmet et vb." diye. Allah-ü Teâla Kur'an-ı Kerim'de," Hamd edene, nimetimi arttırırım." ışte kim şükrederse bilsin ki, Allah-ü Teâla ona nimetini arttıracaktır. Bunun bir şekli de Resulüllah (s.a.v.)'a dua etmektir.
Salat göndermenin bir nedeni de, yine insan yaradılışında da vardır: Biz yetkili bir kişi ile görüşürken, ister istemez onun sevdiği birisinden bahsederiz. Ona bize olan iyiliklerinden bahsederiz. O'nun bize olan sıcaklığını ve yakınlığını arttırmak isteriz. Dua meselesi insan fıtratına uygun bir meseledir. Biz bakıyoruz ki o yetkilinin sevdiği birisinden müteşekkür olmuş bir şekilde bahsederken, ister istemez bizim de ruh halimiz değişiyor. Bir tevazu hali geliyor ve ona uygun kelimelerle insan konuşmaya başlıyor. Bu hal aynı zamanda bizim karşımızdaki yetkili kişiye karşı olan ifadelerimiz daha güçlü ve anlamlı bir hal alıyor. ıçten bir hal ile oradan ayrılmamıza neden oluyor.
Aynı şekilde Allah'ın huzurunda Peygamber Efendimiz için yapılan bir dua, bizim hem tevazuya girmemize, hemde içimizden dua kelimelerinin içtenlikle çıkmasına neden olur. Böyle bir dua da Allah indinde kabul edilir. Bir insan içtenlikle ve tevazu içinde dua etmek istiyorsa Resulüllah (s.a.v.)'a salat getirmek bir yoldur onun için.
Duanın kabulünün beşinci yolu da Allah-ü Teâla'ya hamd etmektir. Bazı kişiler Allah'a hamd etmek diyince, zikir etmek şeklidir derler. Yani dille "Elhamdülillah" demek yeterlidir. Halbuki zikir Allah'ın çeşitli sıfatlarını ağzımızla söylemek, büyüklüğünü anmak ve o Allah'ın sıfatlarını kendi hayatımızda da yaşamaya çalışmamız demektir. Kur'an-ı Kerim'den de anlıyoruz ki; bir kulun Allah hakkında zannı ne ise, o kul Allah'tan o zanna göre muamele görür. Bir kul eğer Allah-ü Teâla'yı övüyorsa, O'nun sıfatlarını sık sık dile getiriyorsa, o zaman Allah-ü Teâla'da derki;
"Peki benim kulum üzerinde benim bu sıfatlarım tecelli etsin. Bu sıfatların ne demek olduğunu gerçek anlamda öğrensin."
Bu nedenle insan dua ederken Allah-ü Teâla'ya hamd etmelidir. ıçtenlikle hamd eden insan üzerinde Allah-ü Teâla'nın sıfatları tecelli eder. Böylece bu insan fiilen Allah-ü Teâla'yı ve sıfatlarını öğrenir.
Duanın kabulünün altıncı yoluda temizliktir. Kur'an-ı Kerim;
ıçten tövbe etmeye çalışıp, içinden temizlenmeye çalışan insanın öncelikle fiziksel olarak temizliğini şart koşmuştur. Bir insan tövbe edip içini temizlemeye çalışıyorsa ve onun üstü başı pis ise onun duasının kabulu muhtemel değildir. Çünkü dış temizliği iç temizliğinden çok daha kolaydır. Bir insan buna dikkat etmiyorsa, iç temizliğine hiç dikkat edemez. Ayrıca ruh ile beden arasında bir ilişki vardır. Beden üzerinde bir pislik varsa bunun ruha da tesiri vardır ve ruh bu olumsuzluk içinde dua ile Allah'a gerektiği gibi yönelemez.
Bu nedenden ötürü geçmişte bazı sufiler dua ederken giymek için özel bir elbise ayırırlardı. Buna güzel koku sürerlerdi ve bunu zadece dua için giyerlerdi.
Yine "Resulüllah (s.a.v.) gece teheccüde kalkarken kesinlikle dişlerini misvakla fırçalar ve temizlerdi ve derdi ki: Ben Rabbimin karşısına nasıl dişlerimi temizlemeden çıkabilirim."
Yine Resulüllah (s.a.v.)'ın vefatından birkaç saniye önce Hz. Ayşe (r.a.)'ın kucağına başını koymuştu. Hz. Ayşe (r.a.)'ın kardeşi geldi (Hz. Ebu Bekir (r.a.)'ın oğlu). Devamında Hz. Ayşe (r.a.) anlatıyor: "Resulüllah (s.a.v.) ona sanki bir şey istiyormuş gibi baktı. Ben anladım, onun elinde misvak vardı ve Resulüllah (s.a.v.) onu istiyordu. Bunun üzerine ondan misvağı aldım, dişlerimle onu yumuşattım ve temizleyip Resulüllah (s.a.v.)'a verdim. Hazreti Resulüllah (s.a.v.) hayatında niçbir zaman dişlerini bu kadar iyi temizlememişti. Dişlerini temizledi ve "O yüce refikime (dostuma) gidiyorum" diyerek can verdi."
Neticede, Resulüllah (s.a.v.)'a aşık olan bir insan O'nun son yaptığını unutmaz. Bu mümkün değildir. Onun son hareketleri gözünün önüne gelir. O şunu yapmıştı veya bunu yapmıştı diye düşünür hep. Nitekim ağız temizliğine dikkat etmeyen insanlar eğer Allah indinde kabul edilmek istiyorlarsa bu mümkün değildir.
Bu şunu da göstermektedir ki, insan sigara içiyorsa, ister istemez ağzı ve hatta kendisi kötü kokar. Bu halde iken o kişiye meleklerin inmesi, onun dualarının kabul edilmesi çok zordur.
Resulüllah (s.a.v.) son nefesinden iken bile temizliğe bu kadar dikkat ediyordu. Yine Allah'ın bütün gerçek kulları da çok dikkat etmişlerdi. Bu temizlik her açıdan temiz olmamızdır. Ama dikkat edilmesi gereken mesela ağız kokusu çok ince bir konudur. ınsan düşünebilmeli ki, kötü kokan bir ağızla Allah'ın isminin söylenmesi doğru değildir.
biraz sayfaları zaptediyorum ama sizinle bunları paylaşmam lazım kızlar içim rahat etsin:kedi: