- 11 Eylül 2007
- 167
- 0
- 47
Bir an vardır : "Şimdi"
Ölüm hayatın sonu anlamıyla psikolojide önemli bir yer tutar. Sonu ifade edişiyle ölüm duygusu her birey için farklı şekillerde etkisini gösterir. Ölümü bir yok oluş olarak gören insan için bu en ağır, kabulu en zor durumdur. Bu psikolojiden kurtulabilmek için zaman içinde çeşitli kültürlerde sonu (ölümü) yok varsayan çok çeşitli stratejiler üretildiğini ve bunların günümüzde batı dünyasında da görülseler bile kökenlerini uzakdoğunun dinimsi öğretilerinden aldığını görüyoruz. Yeniden doğuşa inanmak, tekrar tekrar dünyaya geleceğine inanmak bu kaçış safsatalarından biridir. Bir diğer yaygın kanı ise “anı yaşamak”tır. Buna göre dünü bilmene, yarını düşünmene gerek yoktur, hatta günü bile düşünme sadece yaşa. En popüler sloganı ise “bir an vardır: o da şimdidir” şeklindedir. Bu düşünce sistematiğinde amaç bireyi zaman boyutundan koparabilmektir. Zaman boyutundan kopmak ne gibi sonuçlara yol açar ki diyebilirsiniz.
Sorumlulukları iptal eder. Yarın yok ise bugun için kimseye karşı sorumluluğunuz yoktur, daha doğrusu sorumlulukların anlamı yoktur. Çünkü yarın olup olmayacağı, olacaksa ne olacağı belli olmadığına göre ne kendinize (vicdan) ne de başkasına (annebaba, patron, toplum, Allah) hesap vermeniz söz konusu değildir. Bu anlayış bir de varoluşculuk felsefi akımını eksik ve çarpıtılmış olarak yorumlayarak kendi hakkında sağlam dayanaklara kavuşmuş görüntüsü vermek istemektedir. “Varoluşunu yaşa” demek insanlara yanlış mesaj vermektedir. Oysa bu akımdaki sözkonusu ifadenin tam hali “varoluşunu yaşa ama sonuçlarına da katlan” şeklindedir. Sorumluluklardan sıyrılmak keyfe, hazza yönelik bir yaşamın önündeki tüm engelleri tamamen kaldırır. Özgürlük yaşandığı sanılırken düşülen esaretler farkedilmez.
Elbette sevgimizi göstermeyi, bizi ve çevremizi birlikte mutlu eden eylemlerimizi, iyi, güzel, doğru, faydalı şeyleri gerçekleştirmeyi yarına ertelemeyelim.
Zaman üç duraklıdır: dün, bugun ve yarın. Dünü bilerek yarını düşünerek bugünü yaşa. Yok varsaysak bile asla değiştiremeyeceğimiz yaşanmışlıklar vardır. O zaman diliminin bir kısmında bizim olacağımız ama başkalarının mutlaka olacağı yaşanacaklar vardır. Zaman bizimle başlamadı, bizimle bitmeyecek.
Öğrencilerimize gelecekle ilgili perspektif kazandırmalıyız. Gelecekle ilgili hedefleri olmalı, yakın ve uzak hedefle. Ama asıl önemli olanlar uzak hedeflerdir. Yani yaşamlarını anlamlı kılacak, uğrunda mücadele edecekleri, umut yada zaman zaman umusuzluklar yaşayacakları ama önemli beklentileri olmalı, kendi çabalarıyla gerçekleştirebilecekleri. Şanş, kader, kısmet ile kendiliğinden gelen beklentiler değil kendilerinin söke söke alacakları beklentiler. Bu hedeflerin, bu beklentilerin bizzat kendisini tartışmıyorum. Onlar birincil önemde değil, bireye göre, sahip olduğu değerlere göre, koşullara göre bunlar farklılık gösterebilir, zaman içinde birey bunlardan vazgeçip yerine yenilerini koyabilir. Ama en kötüsü amaçsız olmak. Önce kendi yaşamlarıyla ilgili kendi emekleriyle ulaşabilecekleri amaçlar edinmeleri sistematiğini kazandırmalıyız, bu gerekliliği hissetmeliler. İkincil kademede bu amaçların değerli olması yönündeki ölçütleri, değerlendirme anahtarlarını vermeliyiz. Doğrudan amaçları değil dikkat ederseniz amaç edinme sistematiğini kazandırmaktan bahsediyorum.
Gençlere bugünlerini, geçmiş deneyimlerden yararlanarak ve kendi geleceklerini düşünerek yaşamayı öğretmeliyiz.
Ölüm hayatın sonu anlamıyla psikolojide önemli bir yer tutar. Sonu ifade edişiyle ölüm duygusu her birey için farklı şekillerde etkisini gösterir. Ölümü bir yok oluş olarak gören insan için bu en ağır, kabulu en zor durumdur. Bu psikolojiden kurtulabilmek için zaman içinde çeşitli kültürlerde sonu (ölümü) yok varsayan çok çeşitli stratejiler üretildiğini ve bunların günümüzde batı dünyasında da görülseler bile kökenlerini uzakdoğunun dinimsi öğretilerinden aldığını görüyoruz. Yeniden doğuşa inanmak, tekrar tekrar dünyaya geleceğine inanmak bu kaçış safsatalarından biridir. Bir diğer yaygın kanı ise “anı yaşamak”tır. Buna göre dünü bilmene, yarını düşünmene gerek yoktur, hatta günü bile düşünme sadece yaşa. En popüler sloganı ise “bir an vardır: o da şimdidir” şeklindedir. Bu düşünce sistematiğinde amaç bireyi zaman boyutundan koparabilmektir. Zaman boyutundan kopmak ne gibi sonuçlara yol açar ki diyebilirsiniz.
Sorumlulukları iptal eder. Yarın yok ise bugun için kimseye karşı sorumluluğunuz yoktur, daha doğrusu sorumlulukların anlamı yoktur. Çünkü yarın olup olmayacağı, olacaksa ne olacağı belli olmadığına göre ne kendinize (vicdan) ne de başkasına (annebaba, patron, toplum, Allah) hesap vermeniz söz konusu değildir. Bu anlayış bir de varoluşculuk felsefi akımını eksik ve çarpıtılmış olarak yorumlayarak kendi hakkında sağlam dayanaklara kavuşmuş görüntüsü vermek istemektedir. “Varoluşunu yaşa” demek insanlara yanlış mesaj vermektedir. Oysa bu akımdaki sözkonusu ifadenin tam hali “varoluşunu yaşa ama sonuçlarına da katlan” şeklindedir. Sorumluluklardan sıyrılmak keyfe, hazza yönelik bir yaşamın önündeki tüm engelleri tamamen kaldırır. Özgürlük yaşandığı sanılırken düşülen esaretler farkedilmez.
Elbette sevgimizi göstermeyi, bizi ve çevremizi birlikte mutlu eden eylemlerimizi, iyi, güzel, doğru, faydalı şeyleri gerçekleştirmeyi yarına ertelemeyelim.
Zaman üç duraklıdır: dün, bugun ve yarın. Dünü bilerek yarını düşünerek bugünü yaşa. Yok varsaysak bile asla değiştiremeyeceğimiz yaşanmışlıklar vardır. O zaman diliminin bir kısmında bizim olacağımız ama başkalarının mutlaka olacağı yaşanacaklar vardır. Zaman bizimle başlamadı, bizimle bitmeyecek.
Öğrencilerimize gelecekle ilgili perspektif kazandırmalıyız. Gelecekle ilgili hedefleri olmalı, yakın ve uzak hedefle. Ama asıl önemli olanlar uzak hedeflerdir. Yani yaşamlarını anlamlı kılacak, uğrunda mücadele edecekleri, umut yada zaman zaman umusuzluklar yaşayacakları ama önemli beklentileri olmalı, kendi çabalarıyla gerçekleştirebilecekleri. Şanş, kader, kısmet ile kendiliğinden gelen beklentiler değil kendilerinin söke söke alacakları beklentiler. Bu hedeflerin, bu beklentilerin bizzat kendisini tartışmıyorum. Onlar birincil önemde değil, bireye göre, sahip olduğu değerlere göre, koşullara göre bunlar farklılık gösterebilir, zaman içinde birey bunlardan vazgeçip yerine yenilerini koyabilir. Ama en kötüsü amaçsız olmak. Önce kendi yaşamlarıyla ilgili kendi emekleriyle ulaşabilecekleri amaçlar edinmeleri sistematiğini kazandırmalıyız, bu gerekliliği hissetmeliler. İkincil kademede bu amaçların değerli olması yönündeki ölçütleri, değerlendirme anahtarlarını vermeliyiz. Doğrudan amaçları değil dikkat ederseniz amaç edinme sistematiğini kazandırmaktan bahsediyorum.
Gençlere bugünlerini, geçmiş deneyimlerden yararlanarak ve kendi geleceklerini düşünerek yaşamayı öğretmeliyiz.