- 12 Temmuz 2006
- 35.000
- 30.310
- 60
Türk sinemasının 'Küçük Hanımefendi' ismiyle anılan yıldızı Belgin Doruk, 1936'da Ankara'da doğdu. 1952'de ortaokul son sınıftayken Yıldız Dergisi ve İstanbul Film'in açtığı yarışmayı Ayhan Işık ve Mahir Özerdem ile birlikte kazanarak sinemaya geçti ve ilk filmi olan 'Çakırcalı'nın Definesi'ni çevirdi.
1953'te yapılan güzellik yarışmasında Türkiye İkinci Güzeli seçildi. Türk sinemasının bir döneminde en çok film çeviren ve en çok sevilen oyuncu oldu.
Sinemada ilk çıkışını, 'Yeşil Köşkün Lambası' filmiyle yaptı. Yönetmen Faruk Kenç ile evlenip boşandı, daha sonra yapımcı Özdemir Birsel ile evlendi.
Zeki Müren'le birçok filmde başrol oynadı (1959'da 'Kırık Plak', 1961'de 'Hep O Şarkı', 1962'de 'Bahçevan', 1963'de 'İstanbul Kaldırımları', 1964'de 'Hayat Bazen Tatlıdır').
1964 yılında Orhan Elmas'ın yönettiği 'Duvarların Ötesi' adlı filmde Tanju Gürsu ile başrolü paylaştı. Ayhan Işık ile iyi bir ikili oluşturdu ve birlikte çevirdikleri 'Küçük Hanımefendi' serisi çok tutuldu. Melodramların ve duygusal güldürülerin değişmez oyuncusu oldu.
1970'te yapılan 2. Adana Film Festivali'nde 'Yuvanın Bekçileri' filmiyle En İyi Kadın Oyuncu ödülünü aldı. 1975'ten sonra sinemadan ayrılan sanatçı, 26 Mart 1995 yılında İstanbul'da hayata veda etti.
Belgin Doruk tedavi için zincire vurulmuş
1953 yılında yapılan güzellik yarışmasında Türkiye ikincisi seçilen Türk Sineması'nın efsane ismi Belgin Doruk'un hayatını konu alan ikinci kitap 'Küçük Hanımefendi Belgin Doruk/Acı Dolu Yıllar' çıktı.
Eski gazeteci Bircan Usallı Silan'ın yazdığı kitapta, Doruk'un çocuklarına annelik yapamayışından Şişli'deki Fransız Lape Psikiyatri Hastanesi'ndeki zor günlerine, intihara kalkışmasından yeniden hayata tutunmasına kadar her şey anlatılıyor.
Ölümünün üzerinden tam 11 yıl geçen Türk Sineması'nın Küçük Hanımfendisi Belgin Doruk'un yaşamı, 'Acı Dolu Yıllar' adlı kitaba konu oldu. Eski gazeteci Bircan Usallı Silan'ın ünlü sanatçıyla bire bir yaşadıklarını aktardığı kitapta, Belgin Doruk'un en büyük isteğinin yaşamının TV dizisi veya bir sinema filmi olmasını istediğinin altı çiziliyor. Belgin Doruk'un hayatına birçok şeyi sığdırdığını belirten Silan, "Belgin Doruk, bu yaşamda kendinden 30 yaş büyük bir adama aşık olup, onunla evlenip Mister Hagens hikayesini yaşadı. Sonra atlar, köşkler, yatlar katlar, binbir çeşit kostümler içinde yaşarken başka genç bir adama aşık oldu ve çöküşün başlangıcını yaşadı. Zayıflamak için kullandığı anfetaminli ilaçlar yüzünden sinir sistemi altüst oldu, kilo almaya başladı. Lape'de deli muamelesi görüp zincirlere vuruldu, evine icra gelip eski kocasının eski koltuklarına muhtaç oldu, 20 yaşındaki oğlunu evde saklamak zorunda kaldı, intihara kalkıştı" dedi.
İşte o anlar
Kitapta, Belgin Doruk'un yaşadıkları detaylı bir şekilde anlatılıyor. Bircan Usallı Silan, o dönem yakından tanıdığı Belgin Doruk'la buluşmalarında aldığı notları kitabında bire bir aktardı...
İcra memurları
"Ne kadar hoş koltuklar ve danteller bunlar" demiştim bir kez ona. O malum, çok bildik, acı gülüşüyle şunları anlatmıştı o zamanlar: "Bunlar Gül'ün (kızı) eski koltukları. Bizimkiler icra ile gittiğinde Gülcük apar topar bunları getirdi evinden. Bu da Gül'ün babasının eski koltuğu. Eski püskü şeylere biraz hoşluk olsun diye eski siyah çarşafları kestim koydum. Üstüne de bu beyaz dantelleri. Yoksa evimizde oturacak koltuk kalmamıştı. Hepsini alıp götürdüler. Korkunç bir durum bu. Düşünsene, onca zenginlikten sonra insanın evinde oturduğu koltuğa icra gelmesi çok acı.
İntihar teşebbüsü
Özdemir'in Ankara'ya gidip gelmeleri, şimdilerde dost olduğum bu yalnızlık çok zordu benim için. Özellikle Lape'den sonra böyle bir dönem yaşamam belki olayı daha da vahim hale getiriyordu. Oysa bu dönem tam bir nekahet devresi olmalıydı benim için. Asla yalnız kalmamalıydım ve üzülmemeliydim. Yani el üstünde tutulmalıydım. Ama nerede? İşte içinde bulunduğum bu durum bana sık sık ölümü düşündürür hale gelmişti. Tek kurtuluşun ölüm olduğuna inandığım pek çok an oldu. Ormanın içinde bir evde oturuyorduk. O gece yağmur yağıyordu. Özdemir yine tüm işkolikliği üstünde, çalışma odasındaydı. Birdenbire dünyada benim yaşamamı gerektirecek hiçbir şey kalmadığını hissettim. Aldım elime bir kağıt kalem, "Beni affedin. Yaşamak istemiyorum. Ben artık bu yaşamın yükünü kaldıramıyorum" diye yazdım. Sonra da bir kutu hapı yutarak kendimden geçtiğimi anımsıyorum. Allah'tan Özdemir beni vaktinde bulmuş, Gül'lere haber vermiş, onlar da bir ambulansla beni hastaneye kaldırmışlar. Doktorlar uzun süre damarımı bulamamışlar iğne yapmak ve serum vermek için, ayak bileğimden yapmışlar müdahaleyi."
Lape'de korkunç günler
Alkol tedavisi için Lape'ye götürülen Belgin Doruk, hayatının en korkunç günlerini orada yaşadığını bakın nasıl anlatıyor: "Acı dolu bir andı! Titriyordum, ağlıyordum, hıçkırıyordum. Beni beyaz, geniş, kolalı şapkalı hemşireler alıp uzun taş koridorlardan geçirdiler. Soğuk bir odaya koydular. Kimsenin beni buraya kilitlemeye hakkı yoktu. Ancak hemşire arkasına dönüp bakmadı bile. Bir süre sonra sesim oradaki öteki seslere, çığlıklara karıştı. Hiç unutmuyorum, bir keresinde kolumda uzun demir serum çubuğu ile ayağımı sürüye sürüye tuvalete gittim. Tuvaletten dönerken serumum kolumdan çıkmış ve kanım yerlere saçılmıştı. Hemşireden dikkatli olmadığım ve yerleri kirlettiğim için inanılmaz bir fırça yedim. Bunu sineye çekemeyip ağlama krizine tutuldum. O ilk gece nasıl geçti, inanamıyorum. Korkunçtu.
Ve şok tedavi
Ertesi gün beni özel şok odasına aldılar. Narkoz verip şoku uyguladılar. İşlem bittikten sonra kayabalığı gibi yalpaladığımı hatırlıyorum bir de. Şok tedavi denen riskli olayı bana üç dört kez uyguladılar. Kilitli kapılar ardındaki esaretimin sona ereceği anı dört gözle bekliyordum. En sonunda beklenen o an geldi. Çıkış kapısında beni bekleyen kız kardeşim Oya ve yeni gelin olmuş bebeğim Gül vardı. İki gözümün bir çiçeği, canım, ruhum, kınalı kuzum, kızım, mis kokulu yavrum vardı. Onlara ayrılmamacasına sarıldım. Artık mutluydum."
Şarkıcılık hayali suya düştü
1971 yılında dönemin ünlü gazinosu Çakıl'da sahneye çıkmaya hazırlanan Doruk, genel provada söyleyeceği şarkıları unutunca bu hayalini gerçekleştiremedi.
Şarkıcı olmaya karar verdiğinde ilk Zeki Müren'e gittiğini belirten Doruk, o dönemi şöyle anlatıyor: "Bir gün Zeki'ye (Zeki Müren) telefon açıp sesimi dinlemesini istedim. 'Elbette Belginciğim, şeref duyarım, mutlu olurum' dedi her zamanki kibarlığı ile. Hemen Levent'teki evine gittim. Salona geçtik. O koltukta, ben yerde, başladım şarkı söylemeye. Bir an baktığımda Zeki'nin yüzünün allak bullak olduğunu gördüm. Gözlerini benden kaçırmaya ve kem küm etmeye başlamıştı. Şimdi Zeki Müren'in bu halini öyle iyi anlıyorum ki. O zaman asla kendimde değildim ve çocuğun çaresizliğini göremeyip, ne demek istediğini bile anlamadım. Tüm kibarlığı ile bana 'Bak Belginciğim, sesin fena değil. Ben sana birtakım sesi açıp boğazı rahatlatan ilaçlar vereceğim, onları hemen al kullan. Bir de birkaç hoca adı tavsiye edeceğim, onlarla hemen sıkı bir çalışmaya gir' dedi ve bana yardım sözü verdi. Ancak Zeki'nin önerdiği ilaçları asla almadım. Unuttum. Hocaları da aramadım ve sonunda olanlar oldu..."
Türker, Filiz'i hep aldatırdı
Belgin Doruk, Türker İnanoğlu'nun eşi Filiz Akın'ı nasıl aldattığını birkaç kez anlatmış, "Ah o Türker yok mu o Türker... Karda yürür izini belli etmezdi. Zavallı Filizcik de 'Eve geç kalmayayım, aman İlker'e yetişeyim' diye telaş içinde olurdu. Ben de ona üzülür bir türlü bu aldatma işlerini anlatamazdım. Sonra hep beraber olduğumuzda da Filiz'e belli etmemek için adeta oyun oynardık. Tatlı güzel Filizcik... Onu daima çok sevmişimdir..." demişti
1953'te yapılan güzellik yarışmasında Türkiye İkinci Güzeli seçildi. Türk sinemasının bir döneminde en çok film çeviren ve en çok sevilen oyuncu oldu.
Sinemada ilk çıkışını, 'Yeşil Köşkün Lambası' filmiyle yaptı. Yönetmen Faruk Kenç ile evlenip boşandı, daha sonra yapımcı Özdemir Birsel ile evlendi.
Zeki Müren'le birçok filmde başrol oynadı (1959'da 'Kırık Plak', 1961'de 'Hep O Şarkı', 1962'de 'Bahçevan', 1963'de 'İstanbul Kaldırımları', 1964'de 'Hayat Bazen Tatlıdır').
1964 yılında Orhan Elmas'ın yönettiği 'Duvarların Ötesi' adlı filmde Tanju Gürsu ile başrolü paylaştı. Ayhan Işık ile iyi bir ikili oluşturdu ve birlikte çevirdikleri 'Küçük Hanımefendi' serisi çok tutuldu. Melodramların ve duygusal güldürülerin değişmez oyuncusu oldu.
1970'te yapılan 2. Adana Film Festivali'nde 'Yuvanın Bekçileri' filmiyle En İyi Kadın Oyuncu ödülünü aldı. 1975'ten sonra sinemadan ayrılan sanatçı, 26 Mart 1995 yılında İstanbul'da hayata veda etti.
Belgin Doruk tedavi için zincire vurulmuş
1953 yılında yapılan güzellik yarışmasında Türkiye ikincisi seçilen Türk Sineması'nın efsane ismi Belgin Doruk'un hayatını konu alan ikinci kitap 'Küçük Hanımefendi Belgin Doruk/Acı Dolu Yıllar' çıktı.
Eski gazeteci Bircan Usallı Silan'ın yazdığı kitapta, Doruk'un çocuklarına annelik yapamayışından Şişli'deki Fransız Lape Psikiyatri Hastanesi'ndeki zor günlerine, intihara kalkışmasından yeniden hayata tutunmasına kadar her şey anlatılıyor.
Ölümünün üzerinden tam 11 yıl geçen Türk Sineması'nın Küçük Hanımfendisi Belgin Doruk'un yaşamı, 'Acı Dolu Yıllar' adlı kitaba konu oldu. Eski gazeteci Bircan Usallı Silan'ın ünlü sanatçıyla bire bir yaşadıklarını aktardığı kitapta, Belgin Doruk'un en büyük isteğinin yaşamının TV dizisi veya bir sinema filmi olmasını istediğinin altı çiziliyor. Belgin Doruk'un hayatına birçok şeyi sığdırdığını belirten Silan, "Belgin Doruk, bu yaşamda kendinden 30 yaş büyük bir adama aşık olup, onunla evlenip Mister Hagens hikayesini yaşadı. Sonra atlar, köşkler, yatlar katlar, binbir çeşit kostümler içinde yaşarken başka genç bir adama aşık oldu ve çöküşün başlangıcını yaşadı. Zayıflamak için kullandığı anfetaminli ilaçlar yüzünden sinir sistemi altüst oldu, kilo almaya başladı. Lape'de deli muamelesi görüp zincirlere vuruldu, evine icra gelip eski kocasının eski koltuklarına muhtaç oldu, 20 yaşındaki oğlunu evde saklamak zorunda kaldı, intihara kalkıştı" dedi.
İşte o anlar
Kitapta, Belgin Doruk'un yaşadıkları detaylı bir şekilde anlatılıyor. Bircan Usallı Silan, o dönem yakından tanıdığı Belgin Doruk'la buluşmalarında aldığı notları kitabında bire bir aktardı...
İcra memurları
"Ne kadar hoş koltuklar ve danteller bunlar" demiştim bir kez ona. O malum, çok bildik, acı gülüşüyle şunları anlatmıştı o zamanlar: "Bunlar Gül'ün (kızı) eski koltukları. Bizimkiler icra ile gittiğinde Gülcük apar topar bunları getirdi evinden. Bu da Gül'ün babasının eski koltuğu. Eski püskü şeylere biraz hoşluk olsun diye eski siyah çarşafları kestim koydum. Üstüne de bu beyaz dantelleri. Yoksa evimizde oturacak koltuk kalmamıştı. Hepsini alıp götürdüler. Korkunç bir durum bu. Düşünsene, onca zenginlikten sonra insanın evinde oturduğu koltuğa icra gelmesi çok acı.
İntihar teşebbüsü
Özdemir'in Ankara'ya gidip gelmeleri, şimdilerde dost olduğum bu yalnızlık çok zordu benim için. Özellikle Lape'den sonra böyle bir dönem yaşamam belki olayı daha da vahim hale getiriyordu. Oysa bu dönem tam bir nekahet devresi olmalıydı benim için. Asla yalnız kalmamalıydım ve üzülmemeliydim. Yani el üstünde tutulmalıydım. Ama nerede? İşte içinde bulunduğum bu durum bana sık sık ölümü düşündürür hale gelmişti. Tek kurtuluşun ölüm olduğuna inandığım pek çok an oldu. Ormanın içinde bir evde oturuyorduk. O gece yağmur yağıyordu. Özdemir yine tüm işkolikliği üstünde, çalışma odasındaydı. Birdenbire dünyada benim yaşamamı gerektirecek hiçbir şey kalmadığını hissettim. Aldım elime bir kağıt kalem, "Beni affedin. Yaşamak istemiyorum. Ben artık bu yaşamın yükünü kaldıramıyorum" diye yazdım. Sonra da bir kutu hapı yutarak kendimden geçtiğimi anımsıyorum. Allah'tan Özdemir beni vaktinde bulmuş, Gül'lere haber vermiş, onlar da bir ambulansla beni hastaneye kaldırmışlar. Doktorlar uzun süre damarımı bulamamışlar iğne yapmak ve serum vermek için, ayak bileğimden yapmışlar müdahaleyi."
Lape'de korkunç günler
Alkol tedavisi için Lape'ye götürülen Belgin Doruk, hayatının en korkunç günlerini orada yaşadığını bakın nasıl anlatıyor: "Acı dolu bir andı! Titriyordum, ağlıyordum, hıçkırıyordum. Beni beyaz, geniş, kolalı şapkalı hemşireler alıp uzun taş koridorlardan geçirdiler. Soğuk bir odaya koydular. Kimsenin beni buraya kilitlemeye hakkı yoktu. Ancak hemşire arkasına dönüp bakmadı bile. Bir süre sonra sesim oradaki öteki seslere, çığlıklara karıştı. Hiç unutmuyorum, bir keresinde kolumda uzun demir serum çubuğu ile ayağımı sürüye sürüye tuvalete gittim. Tuvaletten dönerken serumum kolumdan çıkmış ve kanım yerlere saçılmıştı. Hemşireden dikkatli olmadığım ve yerleri kirlettiğim için inanılmaz bir fırça yedim. Bunu sineye çekemeyip ağlama krizine tutuldum. O ilk gece nasıl geçti, inanamıyorum. Korkunçtu.
Ve şok tedavi
Ertesi gün beni özel şok odasına aldılar. Narkoz verip şoku uyguladılar. İşlem bittikten sonra kayabalığı gibi yalpaladığımı hatırlıyorum bir de. Şok tedavi denen riskli olayı bana üç dört kez uyguladılar. Kilitli kapılar ardındaki esaretimin sona ereceği anı dört gözle bekliyordum. En sonunda beklenen o an geldi. Çıkış kapısında beni bekleyen kız kardeşim Oya ve yeni gelin olmuş bebeğim Gül vardı. İki gözümün bir çiçeği, canım, ruhum, kınalı kuzum, kızım, mis kokulu yavrum vardı. Onlara ayrılmamacasına sarıldım. Artık mutluydum."
Şarkıcılık hayali suya düştü
1971 yılında dönemin ünlü gazinosu Çakıl'da sahneye çıkmaya hazırlanan Doruk, genel provada söyleyeceği şarkıları unutunca bu hayalini gerçekleştiremedi.
Şarkıcı olmaya karar verdiğinde ilk Zeki Müren'e gittiğini belirten Doruk, o dönemi şöyle anlatıyor: "Bir gün Zeki'ye (Zeki Müren) telefon açıp sesimi dinlemesini istedim. 'Elbette Belginciğim, şeref duyarım, mutlu olurum' dedi her zamanki kibarlığı ile. Hemen Levent'teki evine gittim. Salona geçtik. O koltukta, ben yerde, başladım şarkı söylemeye. Bir an baktığımda Zeki'nin yüzünün allak bullak olduğunu gördüm. Gözlerini benden kaçırmaya ve kem küm etmeye başlamıştı. Şimdi Zeki Müren'in bu halini öyle iyi anlıyorum ki. O zaman asla kendimde değildim ve çocuğun çaresizliğini göremeyip, ne demek istediğini bile anlamadım. Tüm kibarlığı ile bana 'Bak Belginciğim, sesin fena değil. Ben sana birtakım sesi açıp boğazı rahatlatan ilaçlar vereceğim, onları hemen al kullan. Bir de birkaç hoca adı tavsiye edeceğim, onlarla hemen sıkı bir çalışmaya gir' dedi ve bana yardım sözü verdi. Ancak Zeki'nin önerdiği ilaçları asla almadım. Unuttum. Hocaları da aramadım ve sonunda olanlar oldu..."
Türker, Filiz'i hep aldatırdı
Belgin Doruk, Türker İnanoğlu'nun eşi Filiz Akın'ı nasıl aldattığını birkaç kez anlatmış, "Ah o Türker yok mu o Türker... Karda yürür izini belli etmezdi. Zavallı Filizcik de 'Eve geç kalmayayım, aman İlker'e yetişeyim' diye telaş içinde olurdu. Ben de ona üzülür bir türlü bu aldatma işlerini anlatamazdım. Sonra hep beraber olduğumuzda da Filiz'e belli etmemek için adeta oyun oynardık. Tatlı güzel Filizcik... Onu daima çok sevmişimdir..." demişti