- 31 Mart 2012
- 10.869
- 7.480
- 448
- Konu Sahibi askitotomsu
- #1
On yaşlarındayken kabiliyet ve mertliğine hayran olan hocası Seyyid Nur Muhammed, Küçük Said’le birlikte birkaç arkadaşını da yanına alarak, anne-babasını ziyaret etmek ve onları yakından tanımak ister. Altı-yedi saatlik bir mesafeden Nurs köyüne gelirler. Said’in babası Mirza Efendi evde yoktur.
Misafirleri karşılayan Nuriye Hanım onlara eşinin evde olmadığını ve çifte gittiğini söyler. Evin önündeki kuru ağacın altına hasır ve posteki sererek oturmalarını rica eder. Az sonra Mirza Efendi, önünde ağızları bağlı iki inek ve öküzle çıkagelir. Selam ve tanışmadan sonra Küçük Said’in hocası, Sofi Mirza’ya hayvanların ağızlarının bağlı olmasının sebebini sorar.
Mirza Efendi mahcup bir edayla cevap verir:
“Bizim tarla biraz uzaktır. Yolda gelirken birçok kimsenin tarla ve mahsulünden geçerek geliyorum. Eğer bu hayvanların ağzı bağlı olmazsa yabancıların mahsullerinden yeme ihtimalleri var. Bu sebepten ekmeğimize haram lokma karışmaması için böyle yapıyorum.”
Sofi Mirza’nın bu yüksek ahlak ve faziletine şahit olan Seyyid Nur Muhammed, bu sefer annesine sorar:
“Siz bu çocuğu nasıl yetiştirdiniz?”
Nuriye Hanım, “Ben Said’e hamile kalınca, abdestsiz yere basmadım. Said dünyaya gelince de, bir gün olsun onu abdestsiz emzirmedim.” der.
Küçük Said’in hocası ve arkadaşları, “Elbette böyle bir anne ve babadan böyle bir evlat beklenir.” derler.
Üstad Bediüzzaman Said Nursî, asrının müceddidi kabul edilen büyük bir İslam âlimidir. 1877'te Bitlis’in Nurs köyünde dünyaya gelmiş ve 1960 yılında Urfa’da vefat etmiştir. Tarihte eşine rastlanamayacak bir şekilde, normalde 15 yıl süren medrese tahsilini üç ayda bitirerek 14 yaşında iken icazet almıştır. Sonra kendi çabalarıyla fen bilimlerinin tahsiline yönelmiş, bu sahada da çok önemli bir seviye kazanarak, din ilimlerinin yanında fen bilimlerine de ileri derecede vakıf olmuştur.
Çocuk denecek yaşta, diğer âlimlerle girdiği bütün ilmî münazaraları kazanmış, gerek İslâm ilimlerinden, gerek müsbet fenlerden sorulan bütün suallere muhakkak surette doğru cevaplar vermiştir. Bediüzzaman'ın her suale, hem de hiç düşünmeden cevaplar vermesi, alimler arasında, ilminin vehbî, yani Allah vergisi olduğuna dair genel kanaate sebep olmuştur.
Bu ilmî mertebesi yanında, sünnet-i seniye, takva ve zühd üzere bir hayat sürmüş, inandığı doğruları yaşamaktan hiçbir baskı ve zulüm asla onu engelleyememiştir. Peygamber vârisleri olan büyük âlimler gibi, ilminin gerektirdiği kemâlâtı yaşayarak göstermiştir.
Bu başlıkta bu örnek insanın alıntılanan sözlerini okuyabilirsiniz.
Misafirleri karşılayan Nuriye Hanım onlara eşinin evde olmadığını ve çifte gittiğini söyler. Evin önündeki kuru ağacın altına hasır ve posteki sererek oturmalarını rica eder. Az sonra Mirza Efendi, önünde ağızları bağlı iki inek ve öküzle çıkagelir. Selam ve tanışmadan sonra Küçük Said’in hocası, Sofi Mirza’ya hayvanların ağızlarının bağlı olmasının sebebini sorar.
Mirza Efendi mahcup bir edayla cevap verir:
“Bizim tarla biraz uzaktır. Yolda gelirken birçok kimsenin tarla ve mahsulünden geçerek geliyorum. Eğer bu hayvanların ağzı bağlı olmazsa yabancıların mahsullerinden yeme ihtimalleri var. Bu sebepten ekmeğimize haram lokma karışmaması için böyle yapıyorum.”
Sofi Mirza’nın bu yüksek ahlak ve faziletine şahit olan Seyyid Nur Muhammed, bu sefer annesine sorar:
“Siz bu çocuğu nasıl yetiştirdiniz?”
Nuriye Hanım, “Ben Said’e hamile kalınca, abdestsiz yere basmadım. Said dünyaya gelince de, bir gün olsun onu abdestsiz emzirmedim.” der.
Küçük Said’in hocası ve arkadaşları, “Elbette böyle bir anne ve babadan böyle bir evlat beklenir.” derler.
Üstad Bediüzzaman Said Nursî, asrının müceddidi kabul edilen büyük bir İslam âlimidir. 1877'te Bitlis’in Nurs köyünde dünyaya gelmiş ve 1960 yılında Urfa’da vefat etmiştir. Tarihte eşine rastlanamayacak bir şekilde, normalde 15 yıl süren medrese tahsilini üç ayda bitirerek 14 yaşında iken icazet almıştır. Sonra kendi çabalarıyla fen bilimlerinin tahsiline yönelmiş, bu sahada da çok önemli bir seviye kazanarak, din ilimlerinin yanında fen bilimlerine de ileri derecede vakıf olmuştur.
Çocuk denecek yaşta, diğer âlimlerle girdiği bütün ilmî münazaraları kazanmış, gerek İslâm ilimlerinden, gerek müsbet fenlerden sorulan bütün suallere muhakkak surette doğru cevaplar vermiştir. Bediüzzaman'ın her suale, hem de hiç düşünmeden cevaplar vermesi, alimler arasında, ilminin vehbî, yani Allah vergisi olduğuna dair genel kanaate sebep olmuştur.
Bu ilmî mertebesi yanında, sünnet-i seniye, takva ve zühd üzere bir hayat sürmüş, inandığı doğruları yaşamaktan hiçbir baskı ve zulüm asla onu engelleyememiştir. Peygamber vârisleri olan büyük âlimler gibi, ilminin gerektirdiği kemâlâtı yaşayarak göstermiştir.
Bu başlıkta bu örnek insanın alıntılanan sözlerini okuyabilirsiniz.
Son düzenleme: