Baharı Ege'de karşılamak...
Gene yollara düştüm. Bahar, Ege en çok sevdiğim ikili. Bu sefer yanımda şefler, yemek yemeği sevenler, restoran sahipleri, Türkiye’ye ilk defa gelenlerden, Türkiye’yi çok sevenlere uzanan büyük bir grup var. Selçuk’ta başladık bu leziz seyahate...
Turizme bel bağlamış ufak bir ilçe, Selçuk. Efes’i gezmeye gelenlerin durak noktası. Kalehan Otel’de kalırken sabah horozların ötmesiyle uyandığınız sakin, ilginç bir ilçe. Daha sezon açılmadığı için, ortalarda pek turist de yoktu, ben, rehberimiz ve yanımızdaki 58 Amerikalıyı saymazsanız.
Cumartesi pazarı pek renkli, tezgahlar ot dolu, enginar daha iki tezgaha düşmüş ve tanesi 3 lira. Kış uzun sürdü çok soğuk oldu, don oldu diyor herkes, hala soğuktu zaten, tahminimden daha da soğuk.
Tilkişenler koca demetleri 5 liraya, küçük kovalarda çiçek niyetine. Otlar ise baş döndürücü. Hardal otu, turp otu, ısırganlar mini mini, ebegümeci her boy, kuzukulağının filizleri, kendisi, azman da denilen cibes, rezeneler incecik kökleriyle, tepeleme şevketi bostan, sarmaşık. Fatma Hanım’ın kişniş, benim papatya dediğim o yeşil demetler, hepsinden aldık.
Köylülerin yemenileri, güler yüzleri gibi rengarenk tezgahlar, gelincik demetleri, papatyalar, pekmez, zeytinyağı şişeleri… İzmir teneke tulumu, lor, çeşit çeşit zeytin, simitçilerin tezgahında boyoz, haşlanmış yumurta, Ege’de olmak güzel geldi gene.
Kırıtaklar Mandırası’ndan Mustafa Bey’in sözünü dinleyip öğlen yemeğini ufak harika bir esnaf lokantasında yiyoruz. Artemis Köftecisi, çarşı içinde. Tezgahtan bulgur pilavı, mücver, şevketi bostan, ıspanak kavurma seçiyorum, uzaktaki tencereden de mis gibi yayla çorbası, sonra da Ali Usta’nın meşhur köftesi ve çöp şiş ile devam ediyoruz. Uzun zamandır bu kadar tadı, tuzu, yağı, yerinde bir yayla çorbası içtiğimi hatırlamıyorum. Her şey öyle lezzetli ki! Çıtır çıtır salata ve soğanlı piyaz hazırlayıveriyorlar bir de. Hele o köfte! Ali Usta’ya aman diyorum kimseye tarifini verme sakın, senin gibi yapamazlar!
Akşam yemeği ise bir dert, aynı yere götürmemeyim misafirleri diyorum ama yer yok. Sonra’dan gene Mustafa Bey’in aklına Belediye Lokantası geliyor. Halk oraya Havuzlu diyor, bahçedeki havuz yazın dolup taşıyormuş. Uğrayıp bir bakalım diyorum. Harika bir ev, yüksek tavanlı, bahçeli. Akşamüstü pazardan aldıkları sebzeleri pişiriyorlar ustalar. Tezgahın üzerinde şakşuka, fava, kızartma görüyorum, daha ılık. 16 kişilik yer ayırtıyorum, ne istersem var zaten belediye lokantasında. Harika bir yemek yiyoruz. Öyle ki kendileri için pişirdikleri şevketi bostandan da bize servis ediyorlar, hiç yememiş olanlar için tam bir sürpriz. Bence gecenin sürprizi ise, enginar dolması oluyor. Bol dereotu, az limon, pirinç, az maydanoz, az taze soğan ile pişirilmiş zeytinyağlı enginar dolması, ilk enginar dolması benim için bu sene... Bu belediye lokantası bence türünün son örneği, bu yemek kalitesi, bu servis, bu lezzet bir de üstüne uygun bir hesap, pek görülmüş şey değil. Keşke, diyorum gene...
Urla’da sabah balık mezatında pek balık bulamıyoruz, rüzgar çok diyor balıkçılar. Mezat yerinin önünde arabasının arkasında iki çeşit taze kekik, karabaş ve gene körpecik arapsaçı satan amca ise mezat boş, iş yapamadım diyor. Dükkanlar kapalı, etraf boş. Ünal Kardeşler’de katmer tadıp, Urlice Bağevi’ne doğru yola çıkıyoruz.
Bilge ve Reha’nın avluda kurdukları harika sofraya geliyoruz. Bağda papatyalar coşmuş, güneş parlıyor. Muhteşem şaraplarıyla eşleşen mükellef bir öğle yemeği peynir, salatalar, enginarla başlıyor, çilekli kısır, çağlalı firik pilavı, kuzu tandır, lor peyniri ve karadutla devam ediyor. Etraf yemyeşil, hafif bir müzik, hafif bir rüzgar, dostlar... Ayrılmak zor oluyor Urlice’den...
Bir başka gün Alaçatı’dayız. Alaçatı’da pastaneler, lokantalar tadilatta, herkes yeni sezona hazırlanıyor, zaten meydan dışında çoğu yer kapalı.
Ayşe Nur karşılıyor bizi, Asma Yaprağı’ndayız. Bizimle beraber o da bahçesini açıyor bu sezon. Masalarda papatyalar, keten örtüler, rengarenk servis tabaklarındaki yemekler, emayeler, limonlar, enginarlar ilk defa görenleri Asma Yaprağı’na hayran bırakıyor. Ben ise güzel bir arkadaşıma kavuşmanın keyfini yaşıyorum.
Şansımıza sabahki soğuk rüzgar biraz sinmiş ve güneş kendini göstermiş, bahçede oturdukça oturasımız geliyor. Yoğurtlu çağla çorbası, sinkonta, şevketi bostanlı enginar, kızılcıklı yaprak dolma, lorlu çıtır pazı, tepside yumurtalı izvinya, yoğurtlu Girit köfte, ısırganlı erişte hatırlayabildiklerimden... Uzun bir öğle yemeği yiyoruz, Ayşe Nur, oğlu Kerem ve tüm çalışanlar bizim için bir aşağı bir yukarı koşturuyor, Cillop da Ayşe Nur’un peşinden.
İmren’den lorlu ve sakızlı kurabiye, sakız tatlısı aldırıyorum şeflere, tatsınlar diye, kimsenin yemek görecek hali olmasa da kimse bana hayır demiyor.
Sonrası İstanbul, Kadıköy, Çiya, Mısır Çarşısı, Fatih Kadın Pazarı diye gidiyor...
- radikal.com
Son düzenleme: