Atatürkün Askeri Dehası

Yagmurun_kizi

Çocuklarım benim herşeyim...
Kayıtlı Üye
11 Aralık 2015
6.602
8.284
Atatürk, Türk Milletinin yetiştirdiği en eşsiz siyasi deha, en güçlü devlet adamı ve hiç şüphesiz en büyük kumandandır. Gerek doğuştan sahip olduğu yetenekler, gerekse yaşamı boyuna edindiği özellikler açısından, çok üstün ve seçkin niteliklere sahiptir. Onun üstün askeri dehası; ileriyi görebilme, isabetli kararlar verebilme, cesaret, kuvvetli bir irade, azim, kararlılık ve güçlü bir sorumluluk anlayışı gibi özelliklerle kendisini gösterir. Onun bu askeri ve siyasi dehası, tüm dünya tarafından da tartışmasız kabul görmüştür.
Hayatının önemli bir bölümünü savaş meydanlarında geçiren Atatürk, hiçbir zaman yenilgiyi tanımamış ender komutanlardan biridir. Türk Milleti bu açıdan, insanlık tarihinde nadir olarak ortaya çıkan eşsiz kahramanlardan birine sahip olma ayrıcalığına sahiptir.
Annesinin karşı çıkmasına rağmen askerlik mesleğini tercih eden ve bu alanda eğitimine başlayan Atatürk, gittiği her okulda üstün bir başarı sergilemiştir. Yakın arkadaşı Ali Fuat Cebesoy, Atatürk’le nasıl tanıştıklarını şöyle anlatır:

“Perşembe günü akşam yoklamasında dahiliye zabiti beni aldı, birinci sınıf, birinci bölük, birinci takım, birinci mangasına götürüp çavuşa teslim etti. Bu çavuş M. Kemal’di. O anda gözüme çarpan hususiyet üniformasının temizliği, itinalı giyimi, hal ve tavırlarında sezilen, karşısındakine saygı telkin etmek isteyen, askerlere mahsus o tarif edilmez hakim duruşu...Herhalde o çavuşluk hüviyetini doldurmak isteyen müstesna bir hal ve tavır.”
Atatürk’ün askeri dehasının temelinde, kendini geliştirmek için gösterdiği sürekli ve yoğun çaba yatmaktadır. Örneğin,1909 yılında, subayların meslek bilgilerini artırmaları için askeri bir eser yayınlamaları gerekli görülmüştü. Mesleğinde yükselmeyi ve başarıyı hedefleyen Atatürk, Alman generali Litzmann’ın Takımın Muharebe Talimi adlı eserini Türkçeye çevirerek, 23 Şubat 1909’da Selanik’te yayımlamıştır.


Atatürk’ün Türk Ordusuna Verdiği Önem ve Değer

Vatanına, özgürlüğüne ve şerefine büyük önem veren Türk Milletinin, milli varlığı ve istiklali uğruna gösteremeyeceği kudret, yapamayacağı fedakarlık yoktur. Bu güven ile “Ya istiklal, ya ölüm” diyerek Milli Mücadele’yi başlatan Atatürk; milli ve bağımsız bir devlet kurmuş, bu milleti çağdaş medeniyetler düzeyine taşımada, Türk Ordusunu bir teminat olarak göstermiştir. Atatürk, bu düşüncesini şu sözleriyle ifade etmiştir:
“Ordu, Türk Ordusu, işte bütün milletin göğsünü itimat (güven), gurur duygularıyla kabartan şanlı adı. Ordumuz, Türk birliğinin, Türk kudret ve kabiliyetinin Türk vatanseverliğinin çelikleşmiş bir ifadesidir. Ordumuz; Türk topraklarının ve Türkiye idealini tahakkuk ettirmek (gerçekleştirmek) için sarf etmekte olduğumuz sistemli çalışmaların yenilenmesi imkansız teminatıdır.”
Atatürk, vatan evlatlarının vatanın bölünmez bütünlüğü için biraraya geldiği; mazisi şanlı, geleceği parlak Türk Ordusunu şu sözleriyle tanımlamaktadır:
“Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin ordusu, istilalar yapmak veya saltanatlar kurmak için şunun bunun elinde ihtiras aleti olmaktan münezzehtir (şunun bunun elinde tutku aracı olmayacak kadar temizdir). İnsanca ve müstakil (bağımsız) yaşamaktan başka gayesi (amacı) olmayan milletin aynı ideale bağlı ve yalnız onun emrine tabi (onun emrinde) ve sadık öz evlatlarından mürekkep (oluşan) muhterem ve kuvvetli bir heyettir (saygın ve güçlü bir kuruluştur).”
Atatürk’ün büyük bir güven ve saygı duyduğu, Türk Ordusu, kanının son damlasına kadar vatan toprakları uğruna mücadele etme azmini göstermiştir. Güvene ve övgüye layık olan Kahraman Türk Ordusu, kazandığı büyük zaferle; düşmandan kurtardığı, Türk toprağını, yüce Türk Milletine armağan etmiştir. Başkomutan Atatürk, kahraman Türk Ordusunun büyük zaferini, Türk halkına şu sözleriyle müjdelemiştir:
“Büyük Türk Milleti, ordularımızın kabiliyet ve kudreti, düşmanlarımıza dehşet, dostlarımıza güven verecek bir mükemmelliyetteydi. Millet orduları ondört gün içinde büyük bir düşman ordusunu yok etti. Dört yüz kilometre aralıksız bir takip yaptı. Anadolu’daki işgal edilmiş bütün topraklarımızı geri aldı.”
Atatürk, Türk Ordusunun vatan uğruna, düşman süngüsüne karşı, gözünü kırpmadan, kahramanca savaşmasından duyduğu büyük gururu, şöyle ifade etmiştir:
“Tarihte bütün bir vatanı, çok üstün düşman kuvvetleri karşısında son toprak parçasına kadar karış karış kahramanca ve namuskarane müdafaa etmiş ve yine varlığını koruyabilmiş ordular görülmüştür. Türk Ordusu, o cevherde böyle bir ordudur. Yeter ki onu kumanda edenler, kumanda edebilmek evsafına haiz bulunsun.”
“Kahraman Türk ordularının kazandıkları büyük zaferlerden, şahsıma düşmüş olan vazifeleri yapabilmişsem çok bahtiyarım. Yalnız bu noktada bir gerçeği açıklamak için söylemeliyim ki: Benim ordularımı ve sevk ve tevcih ettiğim (gönderdiğim ve yöneltiğim) hedefler, esasen ordularımın her erinin, bütün subaylarının ve kumandanlarının görüşlerinin, vicdanlarının, azimlerinin, mefkurelerinin (ülkülerinin) yönelmiş olduğu hedefler idi.”
Başkomutanlığını yaptığı Kurtuluş Savaşı zaferinin tek sahibi olarak Türk Ordusunu gösteren Atatürk, Türk erinden duyduğu memnuniyet ve güveni şu sözleriyle dile getirmiştir:
Türk neferi kaçmaz, kaçmak nedir bilmez. Eğer Türk neferinin kaçtığını görmüşseniz, derhal kabul etmelidir ki, onun başında bulunan en büyük komutan kaçmıştır.”
“Öleni görüyor, üç dakikaya kadar öleceğini biliyor, en ufak bir fütur (yılgınlık) bile gösteremiyor; sarsılmak yok! Okumak bilenler ellerinde Kuran’ı Kerim, cennete girmeye hazırlanıyor. Bilmeyenler, kelime-i şahadet getirerek yürüyorlar. Bu, Türk askerlerindeki ruh kuvvetini gösteren, şaşılacak ve övülecek bir misaldir. Emin olmalısınız ki, Çanakkale muharebesini kazandıran bu yüksek ruhtur.”
Atatürk, Türk askerinin, vatan sevgisini ve imanını, eşsiz özelliklerini işte bu sözleriyle anlatmıştır. Türk askerlerinin oluşturduğu üstün gücü ise şöyle tarif etmiştir:
“Benim için Ordumuzun kıymetini ifadede ölçü şudur: Türk Ordusunu bir kıtası muadilini behemahal mağlup eder. İki mislini durdurur ve tespit eder (ve yerine çiviler).”
Türk Ordusunun, Kurtuluş Savaşı’ndaki çetin ve ani saldırıları karşısında şaşkına dönen düşmanların, kahraman Ordumuz ve onun büyük kumandanı Mustafa Kemal‘e duydukları hayranlığın ifadesi olan yorumları ise şöyledir: Gelibolu yarımadasının İngiliz başkomutanı Hamilton:
“Çok mükemmel komuta edilen ve cesaretli dövüşen Türk Ordusuna karşı savaşıyoruz.”General Aspinal:
“Tarihte bir tümen komutanının üç ayrı cepheye, duruma nüfuz ederek, yalnız bir harbin gidişine değil, bir cephenin akibetine, hatta milletin kaderine tesir edecek, vaziyet yaratmanın bir eşine çok nadir rastlanır.”
Atatürk, vatanın her yerinde destanlar yazan, şanını tüm uluslara duyuran büyük Türk Ordusuna, şu sözlerle hitap etmiştir.
“Türk Ordusu! Dünyanın hiçbir ordusunda yüreği seninkinden daha temiz, daha sağlam askere rastgelinmemiştir. Her zaferin mayası sendedir. Her zaferin en büyük payı senindir. Kanaatinle, imanınla, itaatinle hiçbir korkunun yıldırmadığı demir gibi temiz kalbinle düşmanı sonunda alt eden büyük gayretin için gönül borcumu ve teşekkürümü söylemeyi kendime aziz bir borç bilirim.”
Atatürk’ün, memleketin büyük bir sıkıntı içinde bulunduğu bir dönemde, büyük bir zafer kazanan Türk Ordusundan Türk Milleti adına bir de beklentisi vardır. Bu beklenti, zor zamanlarda gösterilen üstün çabanın, Cumhuriyet’in hakim olduğu dönemde de gösterilmesidir. Vatanın bölünmez bütünlüğünün korunması, halkın her türlü kargaşa ve anarşiden uzak, refah içinde yaşaması için gösterilecek bu çabayı, Atatürk şöyle ifade etmektedir:
“Zaferleri ve mazisi insanlık tarihi ile başlayan, her zaman zaferle beraber medeniyet nurlarını taşıyan kahraman Türk Ordusu!
Memleketi, en buhranlı ve müşkül anlarda zulümden, felaket ve musibetlerden ve düşman çizmelerinden nasıl korumuş ve kurtarmışsan, Cumhuriyet’in bugünkü verimli devrinde de askerlik tekniğinin bütün çağdaş silah ve araçlarıyla donanmış olarak görevini aynı başarılılıkla yapacağına hiç kuşkum yoktur.”
Şanlı Ordumuz hiç şüphesiz, Ata’nın bu isteğini, halkına verdiği güven ve gururla yerine getirmekte; Türk Silahlı Kuvvetleri olarak, şanlı tarihiyle dünyadaki yerini almaktadır. Büyük bir görev aşkıyla bu görevi yerine getiren Türk Silahlı Kuvvetleri, Atatürk’ün çizdiği yolda taviz vermeden, şerefle yürümekte; Türk halkının özgürlüğüne karşı gelecek, gizli ve açık her türlü tehditle mücadele etmektedir.
Bu şerefli kurum, milli varlığımızı korumak için yüzbinlerce şehit vermiş, tarihi şanlı zaferlerle dolu bir ordunun mirasçısıdır. Yüksek karakterini ve üstün seciyesini, Türk’ün ayak bastığı her karış toprakta ispatlamıştır.
Ülkemiz üzerinde sinsi emeller besleyenlerin faaliyetlerini, bugüne kadar hep boşa çıkaran Türk Silahlı Kuvvetleri; dün olduğu gibi bugün de, pusuda bekleyen düşmanlarını fiili bir saldırıya girişmekten caydırmakta, kahramanlığı, vatanseverliği ve askeri dehasıyla tüm dünyanın hayranlığını kazanmaya devam etmektedir. Şanlı Türk Ordusu bugüne kadar, hiçbir karşılık beklemeksizin memleketimizin ve milletimizin hayrını, güvenliğini ve bütünlüğünü gözetmiş; tüm kurumlarıyla Cumhuriyetimizin, laikliğin, hukukun ve demokrasinin savunucusu olmuştur. Her türlü siyasi tartışma ve çekişmenin üstünde yer alan Türk Ordusu; Türk Milletinin topraklarını işgalcilerin elinden kurtarmış ve Cumhuriyet tarihi boyunca da bu toprakları her türlü iç ve dış düşmana karşı kahramanca müdafaa etmiştir. Büyük Önder Atatürk’ün, “Ordumuz; Türk topraklarının ve Türkiye idealini tahakkuk ettirmek için sarfetmekte olduğumuz sistemli çalışmaların yenilmesi imkansız teminatıdır” ifadesiyle de dikkat çektiği gibi, Ordumuz varlığımızın en önemli güvencesidir.
Şanlı Türk Ordusu, çökmüş bir imparatorluğun milli topraklarını korumak için yüzbinlerce şehit vermiş bir ordunun mirasçısıdır. Önce Balkan Savaşları’nda büyük bir Slav ittifakıyla; sonra I. Dünya Savaşı yıllarında, Çanakkale’de, Kut-ül Amare’de, Süveyş’te, Kafkasya’da dünyanın en güçlü ordularıyla; ardından Kurtuluş Savaşı’nda İngiliz desteği ile Anadolu’yu işgal eden Yunan ordusuyla savaşmış, tüm bu toprakları o asil kanıyla sulamış bir ordunun mirasçısıdır.
Türk Ordusunun üstün yetenekleri, disiplin ve kararlılığı; Avrupa’nın yayılmacı güçlerini frenlemiş, II. Dünya Savaşı yıllarında tüm Avrupa’yı işgal eden Hitler’i dahi caydırmıştır. Türk Ordusu, daha sonraki yıllarda da, Sovyet tehdidine karşı dimdik ayakta durmuş, Kore’de kahramanlık destanları yazarak tüm dünyanın gıptasına mazhar olmuş, Kıbrıs’ta gözüpekliğini ve kararlılığını tüm dünyaya göstermiş bir ordudur.
1980’lerin başından bu yana, ülkenin birliğine ve bütünlüğüne kasteden teröre karşı, en çetin mücadeleleri veren, bir gerilla savaşında verilebilecek en az kayıpla basiretli ve etkili bir mücadele yürüten güç de yine Türk Silahlı Kuvvetleri’dir. Terör örgütünün, dış ülkelerden aldığı desteğe rağmen, amacına ulaşamamış olması, aksine bir çözülme ve dağılma süreci yaşaması, kuşkusuz yaklaşık 15 yıldır azimle sürdürülen bu mücadelenin sonucudur.
Türk Ordusu şanlı bir geçmişten güç almaktadır; bugün de aynı vasıfla Türkiye Cumhuriyeti’nin en büyük güvencesi olmaya devam etmektedir. Bu durum kuşkusuz, vatanını ve devletini seven her Türk’ün göğsünü kabartmaktadır. Milletimizin Ordumuza olan inancı ve güveni tamdır. Yapılan tüm kamuoyu anketlerinde Türk Silahlı Kuvvetleri’nin, milletimiz tarafından “ülkenin en güvenilir kurumu” olarak gösterilmesi, bu durumun başka bir ifadesidir.


1. Dünya Savaşı’nda Gösterdiği Askeri Deha


Atatürk’ün Çanakkale’de Gösterdiği Üstün Başarı
15 Şubat 1915, Çanakkale Savaşı’nın başlangıç tarihidir. Mustafa Kemal, ilk gününden itibaren, elindeki kuvvetler ile bu savaşın içindedir. Var güçleriyle Çanakkale Boğazı’na saldıran düşman kuvvetleri,18 Mart 1915’teki deniz savaşında yenilir. Fakat, İstanbul’a ulaşmak isteyen İtilaf Devletleri, bu yenilginin ardından bir de karadan deneme yapmaya kalkarlar.
Bu arada, 25 Nisan1915 sabahı, ilginç bir olay gerçekleşir. Osmanlı Hükümeti ve Genelkurmayı, Gelibolu ve Ege Denizi tarafından gelecek bir kara savaşını düşünmemektedir. Ve dolayısıyla, bu konuda hazırlıklı da değildir. Ancak Mustafa Kemal, düşmanın, önemli bir stratejik konumu olan Arıburnu’ndan çıkarma yapacağını anladığı için, emri altındaki 57. Alayı Kocaçimen mevkine getirir. Mustafa Kemal Conkbayırı’na vardığı sırada, 9. Tümen’e bağlı 27. Alay’ın askerlerinin Conkbayırı’na doğru kaçtıklarını görerek önlerini keser ve şöyle sorar:
- Nereye gidiyorsunuz?
- Düşman geldi.
- Nerede?
Kaçan askerler, 261 rakımlı tepeyi işaret ederler. Gerçekten de, düşman önünde hiçbir engel olmayan tepeye doğru yaklaşmaktadır. Mustafa Kemal’in yanında ise bir-iki subay ve kaçan erlerden başka kimse yoktur. Kendi alayı hala Kocaçimen’dedir. Hemen kumandayı ele alarak emir verir:
- Düşmandan kaçılmaz.
- Cephanemiz yok.
- Cephanenizden daha güçlü süngünüz var.
- Süngü tak, hücum!
Hemen arkasından “Allah Allah” sesleri bütün ovaya yayılır. Kahraman Türk askeri şimdi, süngüsüyle, boğaz boğaza çarpışmaktadır. Bu mücadele neticesinde biraz zaman kazanılmış ve 57. Alay savaş alanına yetişmişir. Mustafa Kemal’in emriyle tekrar hücuma geçilmiş, bu savaşı Türk Ordusu kazanmıştır. Ancak 57. Alay tümüyle şehit düşmüştür. 1 Haziran 1915’de Mustafa Kemal Albaylığa yükselmiştir.
Bu yenilgiye rağmen İtilaf Devletleri, 6-7 Ağustos gecesi Anafartalar’a asker çıkarmış, şiddetli çarpışmalar başlamıştır. Bu sırada kurulan Anafartalar Grup Komutanlığı’nı üstlenen Mustafa Kemal, 10 Ağustos’taki çarpışmalarda düşmana büyük kayıplar verdirmiş, düşmanın Conkbayırı’na yerleşmesini engellemiştir.
İngiliz Kuvvetleri Kumandanı Hamilton, yazdığı Gelibolu Savaşları adlı kitabında, bu savaşlar için, şöyle der:
"Türkler birbiri ardınca “Allah, Allah” haykırışlarıyla hakikaten pek yiğitçe savaştılar. Bu savaşı yazı ile anlatmak mümkün değildir."
İngilizler, bütün çırpınmalarına rağmen, kahraman Mehmetçiğin savunma hatlarını aşıp, Çanakkale Boğazı’nı geçemezler ve sonuçta, 20 Aralık 1915 günü Çanakkale’den çekilmeye başlarlar.
Mustafa Kemal Atatürk’ün en yakın silah arkadaşı Ali Fuat Cebesoy, onun askeri yönünün mükemmelliği konusunda şunları aktarmıştır:
“Atatürk’ün düşman karşısında kumandanlığı, bilfiil, Trablusgarp Savaşı ile başlar ve Milli Mücadele’nin zaferi ile en yüksek noktasını bulur. 1911-1923. Bu hesaba göre birkaç kısa ara verme dışında 12 yıl cepheden cepheye koşmuştur. Atatürk bütün savaşlarında ya tecavüze uğrayan bir vatan parçasını ya da bütününü müdafaa etmek ve sonunda bütün düşman istilasından kurtarmak için onu zayıf tarafından yakalayarak kahir bir darbe ile imha etmek gibi durumlarla karşı karşıya kalmıştı. Bu çok güç şartlar altında Atatürk düşman taarruzlarını durdurmuş veyahut onu büsbütün imha etmiştir.
Müdafaa savaşlarında, başarıyı sağlayan hedefleri iyice seçebilmek kudreti, taarruz savaşlarından daha güç olduğu uzmanların malumudur. Çünkü müdafaada insiyatif taarruzu yapanın elindedir. Bunu onun elinden almadan başarıyı elde etmek mümkün değildir. Taarruzda ise elde olan insiyatifi karşıya kaptırmamak hünerdir. Bu kumandanlık kabiliyetini bilhassa Çanakkale müdafasında göstermiştir.
Atatürk Balkan ve Birinci Dünya Savaşlarının hazırlanmasında, bilfiil başkumandan olmadığı için başarıyı sağlayan hedeflerin hangileri olduğunu selahiyetlilere isabetli bir suretle göstermeye ve teklif etmeye muvaffak olmuş ama bir türlü dinletememişti.
Balkan Savaşı’nın hazırlanmasında, Ege Denizi’ne hakim olamayacağımızı anlayan Atatürk, Rumeli’nin ihtiyacı olan ikmal ve takviye işlerinin denizden yapılmayacağını kabul etmişti. Bu sebeple Rumeli’de bulunan kuvvetlerimizin yalnız başlarına dört yönden yürüyecek üstün düşman kuvvetleri karşısında ancak zaman kazandırıcı bazı hareketler yapılabileceğini düşünmüş ve bunları da şöyle tasavvur etmişti: İşkodra’nın müdafaasını mahalli sebepler dolayısıyla mümkün görmüş, Manastır, Üsküp gibi şehirlerin ileri mevziler olarak tutulmasını ve Yanya’daki Nizamiye Tümeni’nin Manastır’daki kolorduların Selanik çevrelerinde toplanmasını ve Selanik’teki kolordunun Ergene Nehri gerisine yani Doğu Trakya’ya doğru şimendiferlerle naklini uygun bulmuştu. Tasavvur edilen bu hareketler vakit kazandırıcı ve oyalayıcı hareketler mahiyetinde olacaktı.
Doğu Trakya’dan Bulgaristan’a karşı Osmanlı ordularının toplanması geç kalacağından Edirne Kalesi ile Ergene Nehri Müdafaa Hattı’ndan bu toplanma için vakit kazanılmasını önemli buluyordu. Toplanma biter bitmez Kuzeyden düşman ordularının yan ve gerilerine karşı şiddetli bir surette taarruza geçirilerek, insiyatifin Bulgarların elinden alınmasını tavsiye ediyordu...”


Atatürk’ün Kurtuluş Savaşı’nda Gösterdiği Askeri Deha

Atatürk’ün Kurtuluş Savaşı sırasında gösterdiği üstün askeri başarıları örneklendirmeye, yakın arkadaşı Ali Fuat Cebesoy’un anlatımlarıyla başalayabiliriz. Bu değerli asker, (yukarıda) Atatürk’ün Çanakkale Savaşı ve Birinci Dünya Savaşı’ndaki başarılarının bir değerlendirmesini yaptıktan sonra, sözü Kurtuluş Savaşı’na getirerek şöyle demektedir:
“Milli Mücadele’nin başlangıcı çok karışık durumlara sahne olmuştu.Bu esnada çok dirayet ve kiyaset (uzak görüşlülük ve akıllık) gösterdi. Acele etmedi ve harekete geçmedi. Ordularını iyi hazırlamaya başladı. Zamanla anlamıştı ki milli siyasetimizi bilfiil parçalamak isteyen, Anadolu’daki Yunan ordularıdır. Bunları mağlup ve imha etmedikçe milli siyasetimizin batıya kabul ettirilmesinin imkanı olmayacaktı. Eğer bu düşman mağlup edilmezse Batı devletleri bizim istediğimiz şartlarla sulh müzakerelerine yanaşmayacaklardı.
Şu halde ne yapıp edip bu düşman ordusunu yalnız mağlup değil, imha etmek lazımdı. İşte Atatürk bu önemli davamızı bu çerçeve içersine aldıktan sonra bütün bilgisini toplayarak düşmanı nasıl imha edebileceğini düşündü ve bunu kurmayı ve yakın kumandanları ile birlikte hazırladıktan sonra onlara tamamiyle mal etti. Bu suretle bütün millet ordunun arkasındaydı. Taarruz hareketine kendisinden üstün olan düşmanı ayrı ayrı mevzilerde ansızın yakalamakla başladı. Bundan sonra hakiki bir imha meydan muharebesini ordularının başında, onları adım adım takip ederek yaptırdı ve muvaffak oldu. Bu suretle eşsiz bir başkumandan olduğunu bütün dünyaya ispat etti.
Atatürk’ün başkumandan olarak bazı hususiyetleri vardı; Tarihte ün kazanmış bazı kumandanlar gibi harekatında ne maceraperest, ne de şahsi şöhret yapmak için riske giren kumandanlardan değildi. O en çok milletinin başarı kazanmasıyla iftihar ederdi. Kumandanların bazı durumlarda riski de göze almaları gerekir. O bu gibi hallerde millet namına onun vekillerinin de riske katılmalarını temin ederdi...”

Sakarya Meydan Muharebesi’nde;
5 Ağustos 1921’de Başkumandanlık görevini üstlenen Mustafa Kemal, 15 Ağustos 1921’de Fevzi (Çakmak) Paşa ile birlikte Polatlı’da Başkumandanlık Karargahına gitti. 23 Ağustos 1921’de, Yunan ordusu tekrar tüm cephelerde saldırıya geçti. Sakarya Meydan Savaşı, geceli gündüzlü, tam 22 gün sürdü. Mustafa Kemal Paşa’nın komutasındaki kahraman Mehmetçik, bu savaşta tarihin altın sayfalarına yeni bir destan ekledi. Bu destan, Mustafa Kemal’in şu sözleri ile başlıyordu:
“Savunma hattı yoktur, savunma sathı vardır. O satıh bütün vatandır. Vatanın her karış toprağı vatandaşın kanıyla ıslanmadıkça terk olunamaz.”
26 Ağustos 1921: Destan 1922’de Dumlupınar Meydan Muharebesi’nin kazanılmasından sonra, 1 Eylül 1922’de gene Başkumandan’ın şu sözleriyle devam ediyordu:
“Ordular ilk hedefiniz Akdeniz’dir. İleri!”
Sakarya Meydan Muharebesi’nin neticesini, 12 Eylül 1921 gününün kararan fecrinde, Genelkurmay Başkanı Fevzi (Çakmak) Paşa, Basirettepe’den Ankara’ya şu telgrafla bildiriyordu:
“Anadolu’nun Yunan ordusu için mezar olacağı hakkındaki kanaatimizin gerçekleşmekte olduğunu arz ederim.”
Sakarya Zaferi’nden sonra Atatürk, Türk Ordusuna şu şekilde seslenmiştir:
“Arkadaşlar, milletimizi yabancıların ellerinde köle olmuş görmemek için giriştiğimiz bu muharebe de Sakarya Zaferi gibi adı daima anılacak yeni ve büyük bir zafer kazandınız. Benim gibi ömrünü senelerden beri saflarınız yanında geçirmiş olan bir silah arkadaşınız; ezilmiş, kahredilmiş düşmanın çekilişinden sonra hakkınızda duyduğumuz takdir ve hayreti, minnet ve şükranı ordunun her ferdi ve memleketin her tarafında duyulacak kadar yüksek sesle söylemeye lüzum gördüm.
Sakarya boyunda biz bütün memleket, bütün varlığımız ve istiklâlimiz pahasına denecek kadar ehemmiyetli büyük bir muharebeye giriştik. 21 gün, 21 gece bir milletin istilâ ve yağma fikri birbiriyle boğuştu.
Mazlum milletimizi tarihin en tehlikeli bir zamanında yeniden ışığa ve necata kavuşturan bu muharebede sizin başkumandanınız olmaktan dolayı bir insan kalbi için mukadder olabilecek en derin saadet ve iftiharı duydum. Dünyanın hiçbir tarafında ve ordusunda yüreği seninkinden daha temiz ve daha sağlam bir askere rasgelinmemiştir. Her zaferin mayası sendedir. Her zaferin en büyük payı senindir. Hayatınla, imanınla, itaatinle, hiçbir korkunun yıldırmadığı demir gibi pâk kalbinle düşmanı nihayet alt eden büyük gayretin için minnet ve şükranımı söylemeyi nefsime en aziz bir borç bilirim.”
Sakarya Meydan Muharebesi’nden sonra, 19 Eylül 1921’de TBMM tarafından Mustafa Kemal Paşa’ya Gazi ünvanı ve Mareşal rütbesi verildi. Mustafa Kemal’in kendisine “Gazi”lik ünvanı ve “Mareşal”lik rütbesi verilmesi dolayısıyla aynı gün TBMM’de yaptığı konuşma, ne denli tevazu sahibi olduğunun çok güzel bir örneğidir:
“...Kazanılan bu başarı, yüksek heyetinizin iradesiyle kuvvet bulan Ordumuzun iradesi sayesinde, düşman ordusunun iradesinin kırılması suretiyle belirtilmiştir. Bu sebeple ödüllendirişinizin gerçek muhatabı yine ordudur.”

Dumlupınar, Türk Milletinin Tarihinde Bir Dönüm Noktasıdır
26 Ağustos 1922 sabahı, saat 04.30:
Topçularımızın, kulakları çınlatan atışları ile Büyük Taarruz başladı.
26 Ağustos sabahı başlayan saldırı, 29 Ağustos gününe kadar sürdü ve çok kanlı geçti. Nihayet Yunan ordusu, aynı gün kaçmaya başladı. Ama Dumlupınar’da kıstırıldı.
30 Ağustos 1922 akşamı, Yunan ordusunun büyük bir bölümü yok edilmişti. Esirler arasında Yunan ordularının komutanı General Trikopis de vardı.
Dumlupınar Savaşı, yeni bir devletin tarih sahnesine çıkışının belgesidir. Gazi Mustafa Kemal, 31 Ağustos 1922 akşamı muharebe meydanında gördüğü manzarayı şöyle anlatıyor:
“Yeniden bu savaş meydanını dolaştığım zaman Ordumuzun kazandığı zaferin büyüklüğü, buna karşılık düşman ordusunun uğratıldığı felaketin korkunçluğu beni çok duygulandırdı. O karşıki sırtların gerilerindeki bütün vadiler, bütün dereler, bütün korunmuş ve kapanmış yerler, bırakılmış toplarla, otomobillerle ve sayısız araç ve gereçlerle ve bütün bu bırakılanların aralarında yığınlar meydana getiren ölülerle, toplanıp karargahlarımızla gönderilmekte olan sürü sürü esir kafileler, geçekten bir mahşeri andırıyordu...”
Gazi Mustafa Kemal, savaşın neticesini yüce Türk Ulusu’na şu sözleriyle ilan ediyordu:
“Büyük ve Asil Türk Milleti, Garp Cephesinde 22 Ağustos 1922’de başlayan taarruz hareketimiz, Afyonkarahisar’ı, Altıntaş, Dumlupınar arasında büyük bir meydan muharebesi halinde, beş gün beş gece devam etti.
Türkiye Büyük Millet Meclisi Ordularının, yiğitliği şiddet ve sürati, Allah’ın yardım etmesine sebep oldu. Acımasız ve gururlu düşman ordusunun esas öğeleri, akıllara dehşet verecek katiyetle yok edildi. Teşkilat ve donanım gibi gelecek ve zaferleri ve ismi, yalnız milletimizin aklından, ezeli ve ebedi imanından meydana gelen Ordularımızı, fedakarlıklara layık olarak size takdim ediyorum.
En büyük kumandanından, en genç neferine kadar Ordularımıza hakim olan fikir, milletin gösterdiği vazife uğruna şehit olmaktır. Milletimizin yapısındaki kudret ve ülküyü, üç buçuk sene evvel, çalışma arkadaşlarımla ifade etmeye başlayarak, dayanılmaz müşkülat içinde devam eden mücadelelerimizin neticeleri artık meydandadır.
Milletimizin rey ve idaresine dayanan her işin neticesi, millet için hayır ve selamet olduğu sabit, geleceğe emindir. Ve söz verilen zaferi ordularımızın elde etmesi muhakkaktır.”
Büyük zaferi, önce Mudanya Konferansı (3 Ekim 1922) sonra da Lozan Konferansı (20 Ocak 1922) takip eder. 11 Ekim 1922 tarihinde “Mudanya Ateşkes Antlaşması” İsmet Paşa’nın başkanlığındaki Türk heyeti ile, İngiltere (General Harrington), Fransa (General Chappy) ve İtalya (General Mobelli) delegeleri arasında imzalanır. Anlaşmanın imzalanmasının ardından, 16 Ekim 1922 tarihli New York Times gazetesi şunları yazıyordu:
“Küçük ve sonsuza kadar uzanıyormuş gibi görünen toprak yolun nihayetindeki Mudanya kasabasına, barış antlaşmasını, Türk delegesi İsmet Paşa’ya dikte ettirmeye gelen müttefik kuvvetlerinin temsilcileri, İsmet Paşa tarafından kendilerine dikte ettirilen anlaşmayı imzaladıktan sonra, rıhtımda kendilerini bekleyen gemilerine, Türk Ordusunun çaldığı hareketli bir marş eşliğinde biniyorlardı.”


Mustafa Kemal Cesur Bir Askerdi

Mustafa Kemal cesur ve ataktı; isabetli kararlar alan ve hiçbir zorluk karşısında yılmayan, son derece kararlı bir askerdi. Savaş alanlarındaki davranış ve konuşmaları, onun bu üstün özelliklerini kanıtlardı. Bu güçlü karakteri, onunla birlikte savaşan ve onu yakından tanıyan insanlar üzerinde çok büyük bir etki meydana getiriyordu. Ayrıca, onunla tanışan yabancı siyasetçi ve gazeteciler, kendisine hayran kalıyorlardı.
Onun cesaretini anlatmak için binlerce hatıra anlatmak ve binlerce örnek vermek mümkündür. Ancak aşağıda aktaracağımız birkaç örnek, bu cesaretin boyutlarını anlamak için yeterlidir:
"Mustafa Kemal, her zaman ateş altında dolaşıyordu. Askerlerin maruz kaldığı her türlü tehlikeyi paylaştığı ve etrafında yüzlerce insan öldüğü halde, ona birşey olmuyordu. Bir keresinde yeni kazılan bir siperin önünde otururken, bir İngiliz bataryası üstlerine ateş açtı. Top menzilini bulmaya çalışırken, gülleler de gittikçe yaklaşıyordu. Vurulması, matematiksel bir kesinlik arz ediyordu. Yanındakiler sipere girmesi için yalvarmaya başlamışlardı. O; “Hayır”, diye itiraz ediyordu, “Sipere gizlenecek olursam, askerlerime kötü bir misal olurum...” Geride, siperde bulunanlar korku ve hayretle kendisini seyrederken, o sigarasını yakmış, hiçbir şey yokmuşçasına sakin sakin konuşuyordu. Düşman topçusu menzili biraz daha yaklaştırdı. Patlayan şarapnel yağmuru altında üstü başı toz içinde kaldığı halde, Mustafa Kemal’e bir şey olmamıştı."



Atatürk’ün Aldığı Madalyalar

Madalyanın Adı İhdas Eden Tarihi
5.Rütbeden Mecidi Nişanı Abdülmecid 25.12.1906
2.Rütbeden Mescidi Nişanı Abdülmecid 12.12.1916
1.Rütbeden Mescidi Nişanı Abdülmecid 16.12.1917
4.Rütbeden Osmani Nişanı Abdülaziz 06.11.1912
3.Rütbeden Osmani Nişanı Abdülaziz 01.02.1915
2.Rütbeden Osmani Nişanı Abdülaziz 01.02.1916
İmtiyaz Madalyası 2.Abdülhamid 30.04.1915
İmtiyaz Madalyası 2.Abdülhamid 23.09.1917
Harp Madalyası 5.Mehmed Reşad 11.05.1918
Liyakat Madalyası 2.Abdülhamid 01.09.1915
Liyakat Madalyası 2.Abdülhamid 17.01.1916
İstiklal Madalyası TBMM 21.11.1923


Atatürk’ün Aldığı Madalyonlar

Adı ve Veriliş Nedeni Tarihi
1. Ordu Manevra Hatırası 20.08.1937
2. Ordu Manevra Hatırası 13.10.1937
Ankara’ya Gelişinin 18. Yıl Hatırası 27.12.1937
Müttefik Ajanslar 4. Kongresi 1929
Abide-i Zafer Hatırası 1927
İran Şahı’nın Türkiye’yi Ziyaretleri Hatırası 1934




KaynaK: ATATÜRK anSikLopediSi
 
X