Atatürk Anıları - 7

_MedceziR_

«DirenTürkiye»
Kayıtlı Üye
15 Ekim 2010
16.931
12.191
LOZAN HEYETİ
Hariciye Vekili Yusuf Kemal Tengirşenk anlatıyor:
"Lozan Konferansı'na gidecek heyetimize kim başkanlık edecek? Bir türlü kararlaştırılamıyor. Gazi yazıhanesinin başında, kahvesini yudumlaya yudumlaya, etrafına toplanmış milletvekilleriyle konuşuyor, diyor ki:
— Arkadaşlar... Şu Baştemsilci'yi hâlâ seçmediniz. Vakit geçiyor. Seçildikten sonra da hazırlanıp yola çıkması için zamana ihtiyaç var. Rica ederim bu işi bir an önce kararlaştırın, bitirin artık!
Cevap veriyorlar:
- Eee... Doğru Paşam ama, siz de İsmet Paşa'yı istiyorsunuz. Nasıl yapalım? Olacak iş mi bu? İsmet Paşa Baştemsilci olabilir mi?
Gazi gülümsüyor:
— Hakkınız var, arkadaşlar... Siz İsmet Paşa'yı tanımıyorsunuz, onun yalnız askerlik tarafını biliyorsunuz, çünkü ömrü cephede geçti. Ankara'da pek az süre kaldı. Tanımaya vakit ve imkân bulamadınız. Bu adam zekidir, tedbirlidir. Bilhassa ileriyi görüş ve tetkik özelliği güçlüdür. Örneğin, içinizden birini şu masayı devirmeye! memur etsem, iki, üç, nihayet dört şekilde devirebilir... Oysaki İsmet Paşa, bunu sekiz on şekilde devirmek gücüne sahiptir.
Bu söz, İsmet Paşa üstünde oybirliğiyle durulmasına kafi geldi. Gazi, küçücük bir örnekle, düşüncesini kabul ettirmesini bilmişti."

Niyazi Ahmet BANOĞLU


JAPON VELİAHTI
Japon Veliahdı gelmişti. Büyük ve mükellef bir ziyafet sofrasındaydılar. Atatürk bir aralık Japon tarihinden söz açtı ve bir meydan muharebesini anlattı.
Japon Veliahdı hayret etmişti.
Atatürk tarihten mitolojiye geçti ve yine Japon mitolojisinden konuştu.
Veliahdın ağzı açık kalmıştı.
Söz edebiyata intikal etti. Atatürk:
— Japon şiirinin dünya edebiyatında çok büyük etkileri vardır... diyerek meşhur Japon şairlerinden mısralar okudu.
Veliaht, bunları nereden biliyorsunuz? diye soramadı Fakat Atatürk'ün bilgi ve hafızasına hayran kalmıştı.
Atatürk hep böyleydi. Her şeyi planlıydı. O, bütün bunları, Veliaht gelmeden on gün önce tercümeler yaptırarak öğrenmişti.

Niyazi Ahmet BANOĞLU


KENDİNE GÜVENME
Çanakkale'de, Arıburnu'nda harp ederken, Liman Von Sanders Paşa, vaziyetteki zorluğu görerek, bir Alman miralayı göndermişti. Miralay geldi. Kaymakam Mustafa Kemal Bey'den kumandayı almak istedi. Mustafa Kemal Bey kumandayı bırakamayacağını söyledi. O vakit bu büyük hadise olmuştu. Alman miralayı, Liman von Sanders Paşa'ya şikâyet etmişti. Liman Paşa meseleyi halledebilmek için daha büyük rütbede olan Kolordu Kumandanı Eşref Paşa'yı göndermişti. Fakat bu defa Mustafa Kemal Bey şöyle dedi:
— Ben bir şart ile kumandayı bırakabilirim. Miralay cenaplarının kumandayı aldıkları vakit ne yapacaklarını öğrenmeliyim.
Alman miralayı vaziyeti tetkik etmiş:
— Ben ricat emrini veririm, demiştir. Mustafa Kemal Bey ise:
— İşte ben bunu bildiğim için kumandayı bırakamıyorum. Ben bu vaziyette taarruz ederim. Arkada nihayet bir, iki kilometrelik bir mesafe vardır. Böyle bir vaziyette ricat etmek, mahvolmak, denize dökülmek demektir. Binaenaleyh taarruzdan başka yapacak bir şey yoktur, cevabını vermiştir.
Bunun üzerine Esat Paşa, Mustafa Kemal'in omzunu okşayarak:
— Allah muvaffakiyet versin, demekle yetinmiş ve karargâhına dönmüştür.
Mustafa Kemal Bey taarruz kararını tatbik etmiş, o günün gecesi içinde tehlikeli vaziyet değişmiş, muvaffakiyet başlamıştır. Bu neticeyi gören Alman Miralayı askeri bir tavır ile selam vererek Kaymakam Mustafa Kemal Bey'e yaklaşmış:
— Ben bir miralayım. Rütbece sizden büyüğüm. Fakat sizin emriniz altında çalışmayı kendime şeref bilirim. Bunu Liman Von Sanders Paşa'ya da böylece bildirdim! demiştir.

Asım US


KİTAP OKUMA ALIŞKANLIĞI
Atatürk'ün genel sekreterlerinden Hasan Rıza Soyak anlatıyor:
"Bir İstanbul seyahatinden Ankara'ya dönüyordum. Derhal Köşk'e gittim. Hizmetçilere Atatürk'ün ne durumda olduğunu sordum.
— İki gün, iki gecedir devamlı okuyor, birkaç defa banyo yaptı ve şezlongda istirahat etti, dediler. Hemen yatak odasına gittim. Atatürk, koltuğa bağdaş kurmuş oturuyordu. Çoğu kez böyle otururdu. Elinde bir tarih kitabı vardı, bitirmeye çalışıyordu. Bana,
— Hoş geldin, dedikten sonra, elime bir kitap geçti, bilmem ne zamandan beri okuyorum, diye ilave etti.
— Yorulmadınız mı, Paşam? diye sordum.
— Hayır, dedi, yalnız gözlerim yaşarıyor; fakat onun da çaresini buldum. Biraz tülbent aldırttım ve parça parça kestirttim. Bu parçalarla gözlerimi siliyorum."

Niyazi Ahmet BANOĞLU


KÜFÜR
Atatürk'e hakaretten sanık bir köylü hakkında takibat yapılıyordu. Durumu Atatürk'e arz ettiler,
— Mahkemeye veriyoruz, dediler, size küfür etmiş. Atatürk sordu:
— Ben ne yapmışım ona? Evrakı tetkik edenler açıkladılar:
— Gazete kâğıdı ile sardığı sigarayı yakarken kâğıt tutuşmuş ta ondan.
Atatürk'e bunu söyleyen bir milletvekilidir. Atatürk sormuş,
— Siz hiç gazete kâğıdı ile sigara içtiniz mi?
— Hayır...
— Ben Trablus'tayken içmiştim, bilirim. Pek berbat şey. Köylü bana az küfretmiş. Siz bunun için onu mahkemeye vereceğinize, ona insan gibi sigara içmeyi sağlayınız!.

Hilmi YÜCEBAŞ

HARBİYE NEZARETİ
Mağlubiyet tahakkuk etmişti. Harbi yapan kabine mevkiini terk ediyordu. Zihinlerde ve ruhlarda endişe ve ıstırap vardı. Enver Paşa'nın sesi hâlâ kulaklarımdadır; Padişah'a istifasını götürecek Talat Paşa'ya:
— Harbiye Nezareti için Mustafa Kemal'i tavsiye et, Harbiye'ye o gelmelidir... Ondan başka orduyu toplayacak kimse yoktur, diyordu.
Padişah, Harbiye Nezareti'ne Mustafa Kemal'i getirmedi, fakat o, kendisini daha yüksek bir makama kendisi getirdi.

Hasan Rıza SOYAK


ZÜLÜFLÜ İSMAİL PAŞA
Biz Harbiye'de okurken bir kış gene böyle çok şiddetli geçiyordu. Mektebin sobaları yanmıyordu. Derdimizi idareye anlatamadık. Arkadaşlar Müdür'e çıkmak için beni seçtiler. Müdür Zülüflü İsmail Paşa... Kendisini görmek için izinler aldım. Huzura çıktık. Evvela Padişah'a, sonra Müdür Paşa'ya dualar ettik. Nihayet soba meselesine geldik. Paşa birdenbire gürledi:
— Soğuk mu? Ne soğuğu? Padişah Efendimizin nimetleri gözünüze dizinize dursun... Görmüyor musunuz sobalar cayır cayır yanıyor... Çıkın nankörler!. Baktık sahiden de müdürün sobası güldür güldür yanıyor. Paşa da buram buram terliyordu. Sıcaktan yakasını açmıştı. Ve sanıyordu ki mektebin tüm sobaları böyle yanmakta... Çocuklar biz Çankaya Köşkü'nde bazen Zülüflü İsmail Paşa gibi kendimizi sakın aldatıyor olmayalım!..

Hikmet BİL


ATEŞ HATTINDA
Mustafa Kemal her zaman ateş altında dolaşıyordu. Askerlerin maruz kaldığı her türlü tehlikeyi paylaştığı, etrafında yüzlerce insan öldüğü halde ona bir şey olmuyordu. Bir seferinde yeni kazılan bir siperin önünde otururken, bir İngiliz bataryası üstlerine ateş açtı. Top menzilini bulmaya çalışırken, gülleler de gittikçe yaklaşıyordu. Vurulması, matematiksel bir kesinlik arz ediyordu. Yanındakiler sipere girmesi için yalvarmaya başlamışlardı. O,
— Hayır, diye itiraz ediyordu. Sipere gizlenecek olursam, askerlerime kötü bir misal olurum. Geride siperde bulunanlar korku ve hayretle kendisini seyrederken, o sigarasını yakmış, hiçbir şey yokmuşçasına gayet sakin konuşuyordu. Düşman topçusu menzili biraz daha yaklaştırdı. Patlayan şarapnel yağmuru altında üstü başı toz içinde kaldığı halde, Mustafa Kemal'e bir şey olmamıştı.

Peyami SAFA


İŞİNE KARIŞMAYACAĞIM
Eski Bahriye Nazırı ve Milletvekili Rauf Orbay anlatıyor: "Mustafa Kemal Paşa beni Meclis'teki odasına davet etti:
— Rauf kardeşim, dedi, niçin bu görevi kabul etmiyorsun, görüyorsun ki, Meclis senin üzerinde duruyor. Başka birini seçmek istemiyor. Anarşi olacak. Kabul etmeyişinin sebebi ne?
— Söyleyeyim Paşam, dedim. Ben bu vazifeyi kabul edersem, sen yine benim işime karışacaksın. Ben de buna tahammül edemeyeceğim ve çekilmek zorunda kalacağım. Hâlbuki benim imanım, bu orduların başında, bu milleti senin kurtaracağın merkezindedir. Bu yüzden seninle ihtilafa düşmeyi katiyen kabul edemem.
Mustafa Kemal Paşa son derece samimi bir tavırla:
—Kardeşim, ben namussuz muyum? deyince, hayret ettim.
—Ben böyle bir şey söylemedim.
—O halde, sana namusumla söz veriyorum. Heyeti Vekile Reisliği'ni kabul et, hükümeti kur, senin hiçbir işine karışmayacağım, dedi ve hakikaten dediğini yaptı, Allah rahmet eylesin."

Rauf ORBAY


SEN GAZİ'Yİ TANIR MISIN?
Sen Gazi'yi tanır mısın baba?
İhtiyar beni, saçma bir sual sormuşum gibi alaycı bir şekilde süzdü:
— Gazi’yi tanımayan var mı ki? dedi ve ilave etti:
— Ben görmedim ama, her hafta Hacı Bayram Veli Camii'nde cuma namazı kılarmış. Ta göbeğine kadar sakalları varmış. Melek gibi nur yüzlü, peygamber gibi mübarek bir ihtiyarmış!...
Gülmemi güç tutarak, Atatürk'ün sakalsız ve genç yüzüne baktım. O, kaşlarını kaldırarak kendini tanıtmamamı emretti. Dışarı çıktığımız zaman da güldü ve:
— Varsın, dedi, o da öyle bilsin. Hakikati öğrenmek bel ki biçarenin hayalini yıkar, onun hayalindeki şirin sakallıyı öldürtüp de sevgisini kaybetmekte ne mana var?..."

Niyazi Ahmet BANOĞLU


TORPİL
Bir tarihte Atatürk, Ege Vapuru ile Mersin'e gitmişti. Dönüşte vapur Fethiye'de durmuş. İlçe'de halk şenlik yaparken, gemilerden havai fişekler atılıyormuş. Kendisine refakat eden Zafer Torpidosu'nda bulunan Atatürk, donanmanın şenliklerini seyrederken, kumandanlardan biri Zafer Torpidosu Kumandanı'na bir torpil atmasını söylemiş.
Torpido Kumandanı:
— Hay hay efendim, demiş, yalnız bir torpilin kıymeti elli bin liradır.
Bunun üzerine Atatürk:
- Vazgeçin torpil atmaktan, bu millet o kadar zengin değildir!...
Ve Torpido Kumandanı'na dönerek:
— Sizi tebrik ederim, diye iltifatta bulunmuş.

Niyazi Ahmet BANOĞLU


BUNLAR YAZILMAZSA BEN ANLAŞILAMAM
Yazar ve Gazeteci Falih Rıfkı Atay Atatürk'le ilgili bir anısını anlatıyor:
"Coşkun ve cümbüşlü bir geceden sonra, Çankaya'daki evine gitmiştim. Kendisine dedim ki:
— Şimdiye kadar sizin için ecnebi dillerde yalnız Frenkler yazdılar. Biz yanınızdayız. Sizi onlardan daha iyi tanıyoruz. Müsaade eder misiniz, Yakup Kadri ile ben hayatınız ve eserleriniz hakkında bir kitap hazırlasak?
Bilardo istekasını bırakarak yüzüme baktı:
— Dün geceyi yazacak mısınız?
— Canım efendim, bu kadar hususiyetlere girmeye ne lüzum var?
— Ama bunlar yazılmazsa ben anlaşılamam ki..."

Falih Rıfkı ATAY


YORGUNLUK
İzmir Zaferi'nden sonra trenle Ankara'ya dönmüştü. Vali daha önceki istasyonlardan birinde kendisini karşılamaya gitti,
— Nerededir? diye sordu.
— Daha giyinmedi... dediler.
Vali Atatürk'ün ahbabı idi. Biraz teklifsizliğe vurarak kompartıman kapısına kadar gitti,
— Büsbütün çıplak değilsiniz ya efendim... dedi.
— Hayır ceketsizim. İçeri girdi, Atatürk,
— Uyuyamadım, dedi, battaniye yastık koymamışlar. Koluma dayandım, ağrıdı. Ceketimi yastık yapayım dedim, üşüdüm. Uyuyamadım, kalktım.
— Peki, ama efendim niçin haber vermediniz? Gülümseyerek cevap verdi,
— Hepsi de benim kadar uykusuzdurlar. Rahatsız etmek istemedim.

Falih Rıfkı ATAY


YUGOSLAVYA KRALI
Atatürk, yurdumuzu ziyaret etmekte olan Yugoslav Kralı Aleksandr ile, İstanbul'da Dolmabahçe Sarayı'nda konuşurken, konuk Kral:
— Ekselans, dedi. Biz Türkleri çok severiz. O kadar çok ki, vaktiyle Birinci Cihan Harbi'nin sonunda Lloyd George Batı Anadolu'yu Yunanistan'a teklif etmeden evvel bize teklif etmişti. Fakat biz Yugoslavlar, Türkleri çok sevdiğimiz için George'un bu önerisini kabul edip Anadolu seferine çıkmadık.
Atatürk, Kral'ın bu sözlerine şu cevabı verdi:
- Haşmetmeap, evvela bize karşı olan sevginize teşekkür ederiz. Sonra, büyük geçmiş olsun...

Seyit Kemal KARAALİOĞLU
 
X