- 15 Kasım 2016
- 17.146
- 52.905
- 32
Merhaba herkese
Bilenler bilir, ben sıkı bir film tutkunuyumdur. Çok sık film izlerim ve ödül törenlerini kaçırmadan takip ederim. Mesela bu gece BAFTA ödül töreni var, Mart'ta 90. Akademi Ödül Töreni (Oscar) gerçekleşecek, şimdiden heyecanlıyım. Ben de kendimce 2017'nin en iyi filmlerini bu başlıkta toplamak istedim. Aralarında en iyi seçimi yapamadığım için listeyi alfabetik sırayla düzenledim. Film başlıklarının üzerine IMDB linklerini ekledim, tıklayarak filmin puanını, konusunu, oyuncularını görebilirsiniz. İlgi çekerse 2018'in en iyi filmlerini de seneye derlerim. Listeden yararlanıp film izleyecek olanlara şimdiden keyifli seyirler diliyorum. Oscar ödül törenini izleyecek olanlar varsa da beraber izleyelim kritik yaparız bir yandan ehehe.
1. Baby Driver (Tam Gaz)
Yönetmen: Edgar Wright
Genç kahramanımız Baby'nin geçmişin yaralarını sarmak, bir yandan da para kazanabilmek için büyük soygunlarda hızlı araç kullanabilme özelliğinden yararlanarak aslında başını daha büyük belaya sokmasını anlatan oldukça hızlı tempolu bir film. Ama asıl güzel yanı ne diye sorarsanız, elbette ki müzikleri. İzlerken müziklere eşlik ederek sanki Baby ile beraber araba kullanıyormuşçasına coşuyorsunuz. Tam kafa dağıtmalık eğlenceli bir haftasonu filmi arayanlara tavsiye edilir. :)
2. Blade Runner 2049 (Bıçak Sırtı 2049)
Yönetmen: Denis Villeneuve
Türkiye'de vizyona ne yazık ki "sansürlü" olarak giren (sansür deyince de öyle porno falan canlanmasın gözünüzde bu bir bilimkurgu filmi ehehe), 80'lerin kült filmi Blade Runner'ın 21. yüzyıla uyarlanmış bir versiyonu. İzlerken tam bir görsel şölen yaşıyorsunuz, Oscar ödüllerinde "En İyi Görsel Efekt" alanına aday olmasına şaşırmamak lazım. Loş neon ışıklar, holografik görsellerle süslenmiş bir gece sahnesinde bilhassa başrol Ryan Gosling'in oynadığı kimlik krizi yaşayan karakteri "K" ile seyretmekten keyif alacağınız hoş bir bilimkurgu filmi.
3. Call Me by Your Name (Beni Adınla Çağır)
Yönetmen: Luca Guadagnino
Öyle bir film ki bu, izlerken yüzünüze ılık yaz rüzgarı vuruyor. İtalya'nın yazlık kasabasında, tam bir yazlık hali, herkes efil efil şortları çekmiş, ıslak mayolar asılmış, kuş sesleri, hamakta okunan kitaplar, girilen havuzlar ve bunların arasında yaşanan bir aşk hikayesi... Ergen yaşta Elio'nun cinsel kimlik krizleri, hayatı boyunca hiç hissetmediği duyguları... O kadar güzel bir hikaye ki, izlerken içinizin ısınacağı, her bir sahnesinin tam bir sanat eseri gibi olduğu müthiş bir film. Burada ayrı bir parantez olarak Timothée Chalamet'in muhteşem oyunculuğu ve son sahnede baba karakterini canlandıran Michael Stuhlbarg'ın oğluyla gerçekleştirdiği bir konuşma var ki, her ebeveynin örnek alması gereken stilde. Eğer ki izlerseniz son sahneye gelince lütfen bitene kadar kapatmayın, o şarkıyı dinleyin, Elio'nun yaşadığı duyguları siz de gözlerine bakarak yüreğinizde hissedin.
Özel not: Homofobisi olanların izlemesini tavsiye etmiyorum.
4. Coco
Yönetmenler: Lee Unkrich & Adrian Molina
Coco, her ne kadar küçük çocuklar için bir animasyon filmi gibi görünse de yetişkinlerin de izlerken keyif alacağı, ölüm kavramını korkutucu bir hal almaktan çıkaran (özellikle çocuklar için bu bir artı puan), bir yandan da aile bağları, gelenekleri ve göreneklerinin önemi üzerine güzel dersler veren bir film. Meksika kültürünü her ne kadar uzak gibi düşünsek de aile bağları açısından bizim kültürümüzle ne kadar benzer olduğuna izlerken epey şaşırabilirsiniz. Yalnızca tek fark olarak ataerkil bir anlayış yok. Popüler kültüre ayak uyduran filmde (pek tabii popüler olması beni hiç rahatsız etmiyor), gayet de "anaerkil" bir hakimiyet olduğunu görüyorsunuz.
5. The Disaster Artist (Felaket Oyuncu)
Yönetmen: James Franco
Çoğunluğun 127 Saat filmi ile tanıdığı James Franco'nun ciddi yönetmenlik deneyimlerinden birisi bu film. Tüm zamanların en kötü filmi ilan edilmiş "The Room"un yapım aşamasını anlatıyor Franco. Eğer benim gibi bir film manyağıysanız önce The Room'u seyredip sonra bu filmi seyrederek kahkaha krizlerine girebilirsiniz, zira oyuncuların tiplemeleri, o sahneleri birebir aynı şekilde canlandırmaları inanılmaz komik. Zaten James Franco'nun canlandırdığı Tommy Wiseau, gerçek hayatında da birebir böyle garip bir karakter. Hani bazı insanlar vardır, yüzüne karşı gülmek istersiniz gülemezsiniz çünkü çok ciddidir aslında. Wiseau da aynen öyle bir tip. Son dakikada ortaya çıkan James Franco'nun taciz skandalı yüzünden Oscar'da en iyi erkek oyuncu bölümüne aday olamadı ama ben yine de filmin hakkını yemek istemedim. James Franco'nun en iyi performanslarından biri zira.
6. Dunkirk
Yönetmen: Christopher Nolan
Christopher Nolan en sevdiğim yönetmenlerden biridir. Bu filmde de 2. Dünya Savaşı'nın seyrini etkileyen olaylardan olan, Alman ordusunun İngiltere, Kanada, Fransa ve Belçika'ya ait müttefik ordularından 400 bin askeri Dunkirk'te karadan kuşatarak hava bombardımanlarıyla yok etmeyi planladığı sırada dönemin İngiltere başbakanı Winston Churchill'in emriyle askerleri kurtarmak için başlatılan Dunkirk Tahliyesi'ni karadan, havadan ve denizden farklı bakış açılarıyla izleyiciye aktarıyor. İzlerken nefes bile almıyorsunuz, o kadar heyecanlı bir film (özellikle hava sahnelerinde Hans Zimmer'ın arka fonda çalan müziğiyle birlikte hop oturup hop kalktığımı biliyorum). Nolan filmi çekerken hiçbir düşman askerini çekmemeye özen göstererek, her karaktere eşit mesafede yaklaşmış. Bu bakımdan düşmancıl yaklaşmayan bir savaş filmi çekebilmiş olması benim için çok takdir edici oldu.
7. Goodbye Christopher Robin (Elveda Christopher Robin)
Yönetmen: Simon Curtis
Winnie the Pooh çizgi filmini bilmeyen yoktur sanıyorum. Ormanda yaşayan göbekli, sevimli bir ayıcık, arkadaşları ve onlara eşlik eden Christopher Robin... İşte size Winnie the Pooh'un altında yatan dramı ve gerçek Christopher Robin'i anlatan bir film. 1. Dünya Savaşı sonunda ağır travmalar geçiren A.A. Milne, minik oğlu Christopher Robin için Winnie the Pooh'u yazar. Kitap meşhur olur ama yazarın meşhur olması gerektiği yerde küçük Christopher Robin meşhur olur. Çocukcağız bu anlık şöhreti, kameralara rol yapmayı asla istemez ve ailede herkes travmalar içinde savrulur. İzlerken Winnie the Pooh'u severek izlediğinize utanıyorsunuz, altında o derece bir dram varmış meğerse. Gerçek Christopher'a üzülmemek elde değil. Bu arada Margot Robbie'nin güzelliğine ayrı parantez açıyorum. Utanır insan böyle güzel olunur mu?
8. I Am Heath Ledger (Ben Heath Ledger)
Yönetmenler: Adrian Buitenhuis & Derik Murray
Çok iyi bir belgesel mi derseniz değil ama "The Dark Knight" filmindeki Joker karakteri ile en iyi performansını sergileyen Heath Ledger'ın aslında yaşarken kimsenin sesini duymadığına dair yürek burkan bir film. Heath ciddi depresyondaymış, belki de bir kişilik bozukluğu da olabilir zira aşırı mükemmelliyetçi birisi, saplantılı derecede. Arkasında bıraktığı minik kızına üzülürken, Bon Iver'in Perth parçasının arkada çalmasıyla birlikte gözyaşları sel oldu bende. "Still alive who you love" yazdım profilime, aha da bu filmden geliyor o.
9. I, Tonya (Ben, Tonya)
Yönetmen: Craig Gillespie
Margot Robbie gerçek hayatında ne kadar güzel ve zarifse, burada girdiği çirkin ve kaba karakterle oyunculuğuna hayran kalarak izleyeceğiniz bir biyografik film. Film, iki defa Olimpiyat ve iki defa da Skate America Champion ödülünü kazanan buz pateni sporcusu Tonya Harding'in kariyerini ve 1994 yılında karıştığı komplo skandalını anlatıyor. Tonya Harding 1991 yılında Dünya Buzpateni Şampiyonası'nı kazanarak dünya sıralamasında ikinci sıraya yerleşmiş ve "triple axel" hareketini tamamlayabilen ikinci Amerikalı kadın olarak tarihe geçmişti. 1994 yılında aynı dalda yarıştığı Nancy Kerrigan'ı sakatlaması için adam tutmak suçundan yargılanan Harding'in skandallarla dolu hayatını anlatan bu film şu an vizyonda. Tonya'nın annesini oynayan Allison Janney'in performansı takdire şayan. Hazır vizyondayken kaçırmayın derim.
10. Icarus (İkarus)
Yönetmen: Bryan Fogel
Bu senenin Oscar adayı olan bir belgesel kendisi, hazır Amerika da Rusya ile gerilimli ilişkiler içindeyken film en iyi belgesel ödülü alırsa pek şaşırmam ancak ben başka bir filmin ödülü kazanacağını düşünüyorum. (Bu film kazandı ödülü bu arada tahminim tutmadı ehehe) Neyse efendim, filmimiz Rus bilim adamı Dr. Grigory Rodchenkov'un, Rusya’nın olimpik atletler için geliştirdiğini iddia ettiği büyük bir doping komplosuna dair şoke edici ayrıntıları anlatan bir film. Rusya'nın dopingten dolayı 2018 Kış Olimpiyatları'ndan men edildiğini de bilmek filmin doğruluğunu ispat eder nitelikte.
11. Ingrid Goes West
Yönetmen: Matt Spicer
Filmde şu sıralardaki en büyük kanayan yaramız olan, eşleri ayrılma noktasına getiren, arkadaşlıkları bitiren sosyal medya bağımlılığının muhtemelen bağımlı ya da Borderline kişilik bozukluğuna sahip olan Ingrid üzerinden etkisini görüyoruz. Bazı yerlerde verdiği sosyal mesajlar var "Aslında kimse göründüğü gibi değildir" falan gibi ama burada beni en çok etkileyen Ingrid'in takıntıları, kişilik sorunları ve depresif bozukluğu oldu. Seyretmenizi tavsiye ederim. :)
12. King Arthur: Legend of the Sword (Kral Arthur: Kılıç Efsanesi)
Yönetmen: Guy Ritchie
İçinizde Kral Arthur Efsanesi'ni bilmeyen var mı? Bilmeyen varsa kısaca özetleyelim. Kendisinin ne zaman yaşadığı belli değildir adı üstünde efsanedir ancak Britanya Kralı'dır Arthur, pek çok diziye de konu olmuştur, en basiti Merlin dizisini seyredenler bilirler. Aha işte buradaki de o Arthur'dur efendim. Zalim amcasının kendisini daha bir bebekken öldürmeye teşebbüs ederek tahta çıkmasına inat Arthur sokaklarda fahişelerin yanında büyür, güçlenir ve taşa saplanan kılıç Excalibur'u çıkararak tahta geçer. Bu hikayeyi yüksek tempoyla izlerken, Charlie Hunnam'ın yakışıklılığı ve düzgün vücudunu izlerken bazı hanımlarımızın da mest olabileceğini söylemeden geçmeyelim. Ben oldum da ehehe. Ayrıca filmin müzikleri tek kelimeyle mü-kem-mel!
13. Lady Bird (Uğur Böceği)
Yönetmen: Greta Gerwig
Aslında kendim bir açıklama yapacaktım ama blogunu severek takip ettiğim Oscar Boy'un bu film için açıklaması tam da duygularıma tercüman. Ondan alıntı yaptığımı belirterek ekliyorum: "Tünelin sonunu göremediğimiz, nasıl akıp tükendiğini idrak edemediğimiz, geçmiş ile geleceğin nihai buluşmasının yaşandığı o dönemece tezgahını kurmuş olması tüm kişiselliğini ele veriyor Lady Bird"ün. Daimi sevgiden sebep acı ile tatlı uçlarda gidip gelen ebeveyn – çocuk ilişkisini, öpüşmek ve sevişmek gibi fiziksel açlıkları su yüzüne çıkaran hormon patlamasını, aidiyet duygusunun ne olduğunun anca yitirişlerde fark edilmesini, istenilenle ihtiyaç duyulan arasındaki farkı görmüş, geçirmiş, ununu elemiş, eleğini asıp olanla bitene bir sigara yakmış Gerwig."
14. Loving Vincent (Vincent'tan Sevgilerle)
Yönetmenler: Dorota Kobiela & Hugh Welchman
Film, Vincent Van Gogh'un ölümünden 1 yıl sonrasına gidiyor ve ressamın hayatını, ölümünü ve onu intihara sürükleyen sebepleri anlatmaya çalışıyor bize. Aslında senaryonun çok iyi olduğunu söyleyemem, bazı kopukluklar var. Ancak film, 125 ressamın tek tek yaptığı 65,000 kare yağlı boya tablonun birleştirilmesiyle ortaya çıkarılan bir sanat eseri adeta. Bu emeği göz ardı etmemin imkanı yok.
15. Phantom Thread
Yönetmen: Paul Thomas Anderson
Bu filmi aslında Kadın-Erkek İlişkilerini Anlatan Film Önerileri'ne de koyabilirdim ama orası pek tutmadı belki burası tutar ehehe. 6 dalda Oscar adaylığı alan bu film 50'li yıllarda geçiyor ve kadınları bir yandan ilham kaynağı bir yandan da arkadaşlık etmek için yanında tutan ancak kısa sürede sıkılıp bırakan, sosyetik kesimin kostüm tasarımcılığını yapan Reynolds Woodcock ve onun yeni ilham perisi Alma'yla olan "farklı" ilişkisini anlatıyor. Zira bir kenara atılmaya tahammülü olmadığı belli olan Alma kolay kolay pes eden bir kadın olmadığını gösteriyor bize. Bir yandan da o kadar narin bir atmosfer var ki ortada. Kaliteli kumaşlar, zarif kostümler, gelinliğe dikilen "never cursed" dileğinin samimiyeti, sosyetik hanımlar, retro araçlar... Hepsi 50'lerin savaş sonrası görkemli Londrasında hayat buluyor adeta. Daniel Day-Lewis bu filmden sonra emekliliğini ilan etti ancak bize ileride ismini daha çok görebileceğimiz Vicky Krieps'i kazandırdı. Woodcock'ın kız kardeşini oynayan Lesley Manville Oscar adaylığı aldı ancak Alma'yı canlandıran Krieps alsa daha çok hakkıydı. Yemek masasındaki performansı yeter.
16. Three Billboards Outside Ebbing, Missouri (Üç Billboard Ebbing Çıkışı, Missouri)
Yönetmen: Martin McDonagh
Film, kızı bir süre önce evlerine yakın bir yerde tecavüz edilerek katledilen Mildred Hayes’in öfkeli, saldırgan hallerini yansıtıyor. Türkiye'nin de kanayan yarası olan bu konuda Mildred'ın kızının katillerinin bulunması konusunda nasıl pes etmediğini, polis memurlarına, yaşadığı mahalledeki insanlara nasıl da kafa tuttuğunu gördüğünüzde içinizden bir şeyler kopuyor. Frances McDormand, soğuk ifadesinin altında kızını kaybetmenin acısını ve suçluluk duygusunu o kadar hissettiriyor ki... Bir yandan polis memurlarını canlandıran Woody Harrelson ve Sam Rockwell'ın performanslarına ayrı parantez açmak gerekiyor (özellikle Sam Rockwell'ın ödül alacağına inancım tam, Frances McDormand'ın da tabi). Bu film de şu an vizyonda, mutlaka gidip görmenizi tavsiye ediyorum.
Edit: Afişler uygun boyutlarda düzenlendi. Öncekiler bir büyüklü bir küçüklü çirkin görünüyorlardı. :)
Bilenler bilir, ben sıkı bir film tutkunuyumdur. Çok sık film izlerim ve ödül törenlerini kaçırmadan takip ederim. Mesela bu gece BAFTA ödül töreni var, Mart'ta 90. Akademi Ödül Töreni (Oscar) gerçekleşecek, şimdiden heyecanlıyım. Ben de kendimce 2017'nin en iyi filmlerini bu başlıkta toplamak istedim. Aralarında en iyi seçimi yapamadığım için listeyi alfabetik sırayla düzenledim. Film başlıklarının üzerine IMDB linklerini ekledim, tıklayarak filmin puanını, konusunu, oyuncularını görebilirsiniz. İlgi çekerse 2018'in en iyi filmlerini de seneye derlerim. Listeden yararlanıp film izleyecek olanlara şimdiden keyifli seyirler diliyorum.
1. Baby Driver (Tam Gaz)
Yönetmen: Edgar Wright
Genç kahramanımız Baby'nin geçmişin yaralarını sarmak, bir yandan da para kazanabilmek için büyük soygunlarda hızlı araç kullanabilme özelliğinden yararlanarak aslında başını daha büyük belaya sokmasını anlatan oldukça hızlı tempolu bir film. Ama asıl güzel yanı ne diye sorarsanız, elbette ki müzikleri. İzlerken müziklere eşlik ederek sanki Baby ile beraber araba kullanıyormuşçasına coşuyorsunuz. Tam kafa dağıtmalık eğlenceli bir haftasonu filmi arayanlara tavsiye edilir. :)
2. Blade Runner 2049 (Bıçak Sırtı 2049)
Yönetmen: Denis Villeneuve
Türkiye'de vizyona ne yazık ki "sansürlü" olarak giren (sansür deyince de öyle porno falan canlanmasın gözünüzde bu bir bilimkurgu filmi ehehe), 80'lerin kült filmi Blade Runner'ın 21. yüzyıla uyarlanmış bir versiyonu. İzlerken tam bir görsel şölen yaşıyorsunuz, Oscar ödüllerinde "En İyi Görsel Efekt" alanına aday olmasına şaşırmamak lazım. Loş neon ışıklar, holografik görsellerle süslenmiş bir gece sahnesinde bilhassa başrol Ryan Gosling'in oynadığı kimlik krizi yaşayan karakteri "K" ile seyretmekten keyif alacağınız hoş bir bilimkurgu filmi.
3. Call Me by Your Name (Beni Adınla Çağır)
Yönetmen: Luca Guadagnino
Öyle bir film ki bu, izlerken yüzünüze ılık yaz rüzgarı vuruyor. İtalya'nın yazlık kasabasında, tam bir yazlık hali, herkes efil efil şortları çekmiş, ıslak mayolar asılmış, kuş sesleri, hamakta okunan kitaplar, girilen havuzlar ve bunların arasında yaşanan bir aşk hikayesi... Ergen yaşta Elio'nun cinsel kimlik krizleri, hayatı boyunca hiç hissetmediği duyguları... O kadar güzel bir hikaye ki, izlerken içinizin ısınacağı, her bir sahnesinin tam bir sanat eseri gibi olduğu müthiş bir film. Burada ayrı bir parantez olarak Timothée Chalamet'in muhteşem oyunculuğu ve son sahnede baba karakterini canlandıran Michael Stuhlbarg'ın oğluyla gerçekleştirdiği bir konuşma var ki, her ebeveynin örnek alması gereken stilde. Eğer ki izlerseniz son sahneye gelince lütfen bitene kadar kapatmayın, o şarkıyı dinleyin, Elio'nun yaşadığı duyguları siz de gözlerine bakarak yüreğinizde hissedin.
Özel not: Homofobisi olanların izlemesini tavsiye etmiyorum.
4. Coco
Yönetmenler: Lee Unkrich & Adrian Molina
Coco, her ne kadar küçük çocuklar için bir animasyon filmi gibi görünse de yetişkinlerin de izlerken keyif alacağı, ölüm kavramını korkutucu bir hal almaktan çıkaran (özellikle çocuklar için bu bir artı puan), bir yandan da aile bağları, gelenekleri ve göreneklerinin önemi üzerine güzel dersler veren bir film. Meksika kültürünü her ne kadar uzak gibi düşünsek de aile bağları açısından bizim kültürümüzle ne kadar benzer olduğuna izlerken epey şaşırabilirsiniz. Yalnızca tek fark olarak ataerkil bir anlayış yok. Popüler kültüre ayak uyduran filmde (pek tabii popüler olması beni hiç rahatsız etmiyor), gayet de "anaerkil" bir hakimiyet olduğunu görüyorsunuz.
5. The Disaster Artist (Felaket Oyuncu)
Yönetmen: James Franco
Çoğunluğun 127 Saat filmi ile tanıdığı James Franco'nun ciddi yönetmenlik deneyimlerinden birisi bu film. Tüm zamanların en kötü filmi ilan edilmiş "The Room"un yapım aşamasını anlatıyor Franco. Eğer benim gibi bir film manyağıysanız önce The Room'u seyredip sonra bu filmi seyrederek kahkaha krizlerine girebilirsiniz, zira oyuncuların tiplemeleri, o sahneleri birebir aynı şekilde canlandırmaları inanılmaz komik. Zaten James Franco'nun canlandırdığı Tommy Wiseau, gerçek hayatında da birebir böyle garip bir karakter. Hani bazı insanlar vardır, yüzüne karşı gülmek istersiniz gülemezsiniz çünkü çok ciddidir aslında. Wiseau da aynen öyle bir tip. Son dakikada ortaya çıkan James Franco'nun taciz skandalı yüzünden Oscar'da en iyi erkek oyuncu bölümüne aday olamadı ama ben yine de filmin hakkını yemek istemedim. James Franco'nun en iyi performanslarından biri zira.
6. Dunkirk
Yönetmen: Christopher Nolan
Christopher Nolan en sevdiğim yönetmenlerden biridir. Bu filmde de 2. Dünya Savaşı'nın seyrini etkileyen olaylardan olan, Alman ordusunun İngiltere, Kanada, Fransa ve Belçika'ya ait müttefik ordularından 400 bin askeri Dunkirk'te karadan kuşatarak hava bombardımanlarıyla yok etmeyi planladığı sırada dönemin İngiltere başbakanı Winston Churchill'in emriyle askerleri kurtarmak için başlatılan Dunkirk Tahliyesi'ni karadan, havadan ve denizden farklı bakış açılarıyla izleyiciye aktarıyor. İzlerken nefes bile almıyorsunuz, o kadar heyecanlı bir film (özellikle hava sahnelerinde Hans Zimmer'ın arka fonda çalan müziğiyle birlikte hop oturup hop kalktığımı biliyorum). Nolan filmi çekerken hiçbir düşman askerini çekmemeye özen göstererek, her karaktere eşit mesafede yaklaşmış. Bu bakımdan düşmancıl yaklaşmayan bir savaş filmi çekebilmiş olması benim için çok takdir edici oldu.
7. Goodbye Christopher Robin (Elveda Christopher Robin)
Yönetmen: Simon Curtis
Winnie the Pooh çizgi filmini bilmeyen yoktur sanıyorum. Ormanda yaşayan göbekli, sevimli bir ayıcık, arkadaşları ve onlara eşlik eden Christopher Robin... İşte size Winnie the Pooh'un altında yatan dramı ve gerçek Christopher Robin'i anlatan bir film. 1. Dünya Savaşı sonunda ağır travmalar geçiren A.A. Milne, minik oğlu Christopher Robin için Winnie the Pooh'u yazar. Kitap meşhur olur ama yazarın meşhur olması gerektiği yerde küçük Christopher Robin meşhur olur. Çocukcağız bu anlık şöhreti, kameralara rol yapmayı asla istemez ve ailede herkes travmalar içinde savrulur. İzlerken Winnie the Pooh'u severek izlediğinize utanıyorsunuz, altında o derece bir dram varmış meğerse. Gerçek Christopher'a üzülmemek elde değil. Bu arada Margot Robbie'nin güzelliğine ayrı parantez açıyorum. Utanır insan böyle güzel olunur mu?
8. I Am Heath Ledger (Ben Heath Ledger)
Yönetmenler: Adrian Buitenhuis & Derik Murray
Çok iyi bir belgesel mi derseniz değil ama "The Dark Knight" filmindeki Joker karakteri ile en iyi performansını sergileyen Heath Ledger'ın aslında yaşarken kimsenin sesini duymadığına dair yürek burkan bir film. Heath ciddi depresyondaymış, belki de bir kişilik bozukluğu da olabilir zira aşırı mükemmelliyetçi birisi, saplantılı derecede. Arkasında bıraktığı minik kızına üzülürken, Bon Iver'in Perth parçasının arkada çalmasıyla birlikte gözyaşları sel oldu bende. "Still alive who you love" yazdım profilime, aha da bu filmden geliyor o.
9. I, Tonya (Ben, Tonya)
Yönetmen: Craig Gillespie
Margot Robbie gerçek hayatında ne kadar güzel ve zarifse, burada girdiği çirkin ve kaba karakterle oyunculuğuna hayran kalarak izleyeceğiniz bir biyografik film. Film, iki defa Olimpiyat ve iki defa da Skate America Champion ödülünü kazanan buz pateni sporcusu Tonya Harding'in kariyerini ve 1994 yılında karıştığı komplo skandalını anlatıyor. Tonya Harding 1991 yılında Dünya Buzpateni Şampiyonası'nı kazanarak dünya sıralamasında ikinci sıraya yerleşmiş ve "triple axel" hareketini tamamlayabilen ikinci Amerikalı kadın olarak tarihe geçmişti. 1994 yılında aynı dalda yarıştığı Nancy Kerrigan'ı sakatlaması için adam tutmak suçundan yargılanan Harding'in skandallarla dolu hayatını anlatan bu film şu an vizyonda. Tonya'nın annesini oynayan Allison Janney'in performansı takdire şayan. Hazır vizyondayken kaçırmayın derim.
10. Icarus (İkarus)
Yönetmen: Bryan Fogel
Bu senenin Oscar adayı olan bir belgesel kendisi, hazır Amerika da Rusya ile gerilimli ilişkiler içindeyken film en iyi belgesel ödülü alırsa pek şaşırmam ancak ben başka bir filmin ödülü kazanacağını düşünüyorum. (Bu film kazandı ödülü bu arada tahminim tutmadı ehehe) Neyse efendim, filmimiz Rus bilim adamı Dr. Grigory Rodchenkov'un, Rusya’nın olimpik atletler için geliştirdiğini iddia ettiği büyük bir doping komplosuna dair şoke edici ayrıntıları anlatan bir film. Rusya'nın dopingten dolayı 2018 Kış Olimpiyatları'ndan men edildiğini de bilmek filmin doğruluğunu ispat eder nitelikte.
11. Ingrid Goes West
Yönetmen: Matt Spicer
Filmde şu sıralardaki en büyük kanayan yaramız olan, eşleri ayrılma noktasına getiren, arkadaşlıkları bitiren sosyal medya bağımlılığının muhtemelen bağımlı ya da Borderline kişilik bozukluğuna sahip olan Ingrid üzerinden etkisini görüyoruz. Bazı yerlerde verdiği sosyal mesajlar var "Aslında kimse göründüğü gibi değildir" falan gibi ama burada beni en çok etkileyen Ingrid'in takıntıları, kişilik sorunları ve depresif bozukluğu oldu. Seyretmenizi tavsiye ederim. :)
12. King Arthur: Legend of the Sword (Kral Arthur: Kılıç Efsanesi)
Yönetmen: Guy Ritchie
İçinizde Kral Arthur Efsanesi'ni bilmeyen var mı? Bilmeyen varsa kısaca özetleyelim. Kendisinin ne zaman yaşadığı belli değildir adı üstünde efsanedir ancak Britanya Kralı'dır Arthur, pek çok diziye de konu olmuştur, en basiti Merlin dizisini seyredenler bilirler. Aha işte buradaki de o Arthur'dur efendim. Zalim amcasının kendisini daha bir bebekken öldürmeye teşebbüs ederek tahta çıkmasına inat Arthur sokaklarda fahişelerin yanında büyür, güçlenir ve taşa saplanan kılıç Excalibur'u çıkararak tahta geçer. Bu hikayeyi yüksek tempoyla izlerken, Charlie Hunnam'ın yakışıklılığı ve düzgün vücudunu izlerken bazı hanımlarımızın da mest olabileceğini söylemeden geçmeyelim. Ben oldum da ehehe. Ayrıca filmin müzikleri tek kelimeyle mü-kem-mel!
13. Lady Bird (Uğur Böceği)
Yönetmen: Greta Gerwig
Aslında kendim bir açıklama yapacaktım ama blogunu severek takip ettiğim Oscar Boy'un bu film için açıklaması tam da duygularıma tercüman. Ondan alıntı yaptığımı belirterek ekliyorum: "Tünelin sonunu göremediğimiz, nasıl akıp tükendiğini idrak edemediğimiz, geçmiş ile geleceğin nihai buluşmasının yaşandığı o dönemece tezgahını kurmuş olması tüm kişiselliğini ele veriyor Lady Bird"ün. Daimi sevgiden sebep acı ile tatlı uçlarda gidip gelen ebeveyn – çocuk ilişkisini, öpüşmek ve sevişmek gibi fiziksel açlıkları su yüzüne çıkaran hormon patlamasını, aidiyet duygusunun ne olduğunun anca yitirişlerde fark edilmesini, istenilenle ihtiyaç duyulan arasındaki farkı görmüş, geçirmiş, ununu elemiş, eleğini asıp olanla bitene bir sigara yakmış Gerwig."
14. Loving Vincent (Vincent'tan Sevgilerle)
Yönetmenler: Dorota Kobiela & Hugh Welchman
Film, Vincent Van Gogh'un ölümünden 1 yıl sonrasına gidiyor ve ressamın hayatını, ölümünü ve onu intihara sürükleyen sebepleri anlatmaya çalışıyor bize. Aslında senaryonun çok iyi olduğunu söyleyemem, bazı kopukluklar var. Ancak film, 125 ressamın tek tek yaptığı 65,000 kare yağlı boya tablonun birleştirilmesiyle ortaya çıkarılan bir sanat eseri adeta. Bu emeği göz ardı etmemin imkanı yok.
15. Phantom Thread
Yönetmen: Paul Thomas Anderson
Bu filmi aslında Kadın-Erkek İlişkilerini Anlatan Film Önerileri'ne de koyabilirdim ama orası pek tutmadı belki burası tutar ehehe. 6 dalda Oscar adaylığı alan bu film 50'li yıllarda geçiyor ve kadınları bir yandan ilham kaynağı bir yandan da arkadaşlık etmek için yanında tutan ancak kısa sürede sıkılıp bırakan, sosyetik kesimin kostüm tasarımcılığını yapan Reynolds Woodcock ve onun yeni ilham perisi Alma'yla olan "farklı" ilişkisini anlatıyor. Zira bir kenara atılmaya tahammülü olmadığı belli olan Alma kolay kolay pes eden bir kadın olmadığını gösteriyor bize. Bir yandan da o kadar narin bir atmosfer var ki ortada. Kaliteli kumaşlar, zarif kostümler, gelinliğe dikilen "never cursed" dileğinin samimiyeti, sosyetik hanımlar, retro araçlar... Hepsi 50'lerin savaş sonrası görkemli Londrasında hayat buluyor adeta. Daniel Day-Lewis bu filmden sonra emekliliğini ilan etti ancak bize ileride ismini daha çok görebileceğimiz Vicky Krieps'i kazandırdı. Woodcock'ın kız kardeşini oynayan Lesley Manville Oscar adaylığı aldı ancak Alma'yı canlandıran Krieps alsa daha çok hakkıydı. Yemek masasındaki performansı yeter.
16. Three Billboards Outside Ebbing, Missouri (Üç Billboard Ebbing Çıkışı, Missouri)
Yönetmen: Martin McDonagh
Film, kızı bir süre önce evlerine yakın bir yerde tecavüz edilerek katledilen Mildred Hayes’in öfkeli, saldırgan hallerini yansıtıyor. Türkiye'nin de kanayan yarası olan bu konuda Mildred'ın kızının katillerinin bulunması konusunda nasıl pes etmediğini, polis memurlarına, yaşadığı mahalledeki insanlara nasıl da kafa tuttuğunu gördüğünüzde içinizden bir şeyler kopuyor. Frances McDormand, soğuk ifadesinin altında kızını kaybetmenin acısını ve suçluluk duygusunu o kadar hissettiriyor ki... Bir yandan polis memurlarını canlandıran Woody Harrelson ve Sam Rockwell'ın performanslarına ayrı parantez açmak gerekiyor (özellikle Sam Rockwell'ın ödül alacağına inancım tam, Frances McDormand'ın da tabi). Bu film de şu an vizyonda, mutlaka gidip görmenizi tavsiye ediyorum.
Edit: Afişler uygun boyutlarda düzenlendi. Öncekiler bir büyüklü bir küçüklü çirkin görünüyorlardı. :)
Son düzenleme: