Gözlerimde dalgalanan hüzün bayraklarının gölgesinde yazıyorum bu satırları sana:
Her gece yalnızlığı içime sindirdikten sonra, penceremden her bakışımda sevişip, gülen yıldızlara bakarken, mehtaba gülümserken, neler neler geçiyor aklımdan aşkla, sevdayla ilgili. Bir bilsen...
Nasıl başlasam; seninle geçirdiğim yıllara kapılıp da kendimden nasıl geçtiğimi mi anlatayım yoksa yoksa başımda kümelenen ayrılık bulutlarıyla yarışırken hasreti yudum yudum içtiğimi mi yoksa yoksa yokluğunda hüzünlere yeni hüzünler biçtiğimi mi?
Evet sen gittiğinden beri, hüzünler kuşatıyor beni. Yalnızlığın sokağında oturuyorum hâlâ. Aslında yüreğimdeki bu yalnızlığı zaptetmeye nice gönüllü var ama ne yaparlarsa yapsınlar, eli boş dönüyorlar yüreğimin kapısından. Çünkü yüreğimin kapısında nöbetçiler dikili. İzin vermiyorlar yüreğime kimsenin girmesine, bana aşkı öğreten, deli deli söyleten senden başka.
Gönlümdeki çiçekleri aşkınla suluyorum şimdilerde. Her ne kadar beni ayrılığın koynuna atıp, hüzünlere yar etsen de... Yokluğunla, yalnızlıkla dalaşsam da...
Yalnızlık; ayrılıktan geri kalan o tuhaf sessizlik, o tuhaf boşluk. Duygularımı bastırıp, anılarla avunmaya çalışırken, içine yuvarlandığım, zaman zaman içinde bocaladığım ve de belli bir süre sonra hayatın diğer sıradan diyarlarına geçmek için can attığım farklı bir diyar. Tanıdık hiç bir gölge, ayak izi ve hiçbir yankı yok bu diyarın topraklarında.
Ruhunuzla didişme, isyan, hüzün, sorular ve de vazgeçişler mevcut bu mekanda. Yalnızlığın topraklarında, susuz kalmış bir menekşe gibi çaresizim yokluğunda. Gel çarem, gel aşkı ellerinden ve yüreğinden içeyim. Ne olur gel, düşlerini ve yüreğini sevdayla yıkayarak.
Gel bir tanem, gel özümdeki hazinem, sen hep benim yanımda olmalısın. Her sabah yanımda uyanmalısın. Asla dayanamam yokluğuna. Hatta hatta sen benden de çok yaşamalısın.
Yeter ki sen iste. İste değiştireyim şehirlerimi. İste terkedeyim sevmediğin dostlarımı. Dayanırım açlığa, susuzluğa perperişan. Yeter ki sevme yerime başka birini.
Melike Birgölge