- 24 Kasım 2008
- 14.247
- 37
- Konu Sahibi Halikarnas
- #1
Şair, “Aşk imiş her ne var âlemde / ilim bir kıyl-ü kaal (boş şey) imiş ancak” demiş. Birkaç yüzyıl önceki şairane tanım ve saptama günümüz için de geçerli ve anıtsal; eninde sonunda her şeyin başı aşk. Aşk olmasa yaşam da olmazdı, yaşamın zorunlu koşuludur aşk. Bir düşünün, içinde aşk olmayan bir film, bir roman olabilir mi? Bu demektir ki aşksız bir yaşam düşünülemez; aşk olmasaydı sanat da olamazdı; hatta evet bilim de olmazdı uygarlık da.
Tipik olarak, iki karşı cinsiyetten birinin diğerini, şanslıysalar her ikisinin birbirini ömür boyu ayrılmamayı isteyecek kadar sevmesi ve koşulsuz sevmesi.
Şair, aşk söz konusu olunca bilimin önemi kalmadığını söylese de bilimciler, özellikle sosyal bilimciler, ruh bilimciler, felsefeciler, aşkı her yönüyle ele almışlar; aşkın yaşam için olmazsa olmaz olduğunu kanıtlamışlardır.
Ruhbilimciler, aşkın kimyasını bile çözmeye çalışmışlar, sonunda, bir beyin biyoamin’i olan serotonin gibi kimyasalları sorumlu tutmuşlardır. Bilimsel bir bulgu elbette inkardan gelinemez, Ancak birtakım kimyasallar ile aşk arasındaki bağlantıda, neden sonuç ilişkisi havada kalır. Başka deyişle kişi aşık olunca mı birtakım beyin kimyasalların düzeni değişiyor yoksa bir nedenle oluşan kimyasal değişmeler mi aşkı mı doğuruyor? Konu elbette bu kadar basit değil, eğer öyle olsaydı başka bir kimyasalla kişinin beyin kimyasalları dengesine müdahale edip aşık edebilirdik veya aşık olduysa bir kimyasal vererek aşkını sonlandırabilirdik; bu elbette mümkün değildir.
Aşk mutluluktur, öyle bir mutluluk ki küllendikten onyıllar sonra bile sizi mutlu etmeye devam eder; en azından hatırladıkça mutluluk verir. Daha delikanlılık çağında, sevgilisini düşünürken uykusundan olduğu geceleri anımsamak hangimizi mutlu etmez.
Aşk ile mutluluğu yan yana getirip övgüler düzerken, Leyla ile Mecnun, Kerem ile Aslı ve Romeo ile Julet için ne diyeceğiz; ya da Anna Karenina’nın başına gelenlere? Kavuşamayan, aile felaketine yol açan, ya da ölümle, ölümlerle sonuçlanan aşklar için?
Aşk ve ıstırap çoğu zaman yan yana mı durur? Birbirinin tamamlayıcısı mıdır? Buradan sonrası belki felsefedir ama gene de birkaç not düşmek gerekir. Aşkta ulaşılmazlık söz konusudur; nasıl maraton yarışçısı, en ulaşılmazı, en azından en zor ulaşılabileni amaçladıysa. Ancak bu yol dikenli ve meşakkatlidir ve bu nedenle değerlidir, önemlidir.
Sonuçta aşk yaşamın güdüsüdür. Eğer insanlık, dünya üzerinde bir uygarlık kurduysa, bunca sanat eserini, şiiri, romanı, heykeli, mimariyi, ezcüme bunca güzelliği ve yüceliği oluşturduysa, bütün bunları aşka borçlu olduğu söylemek abartma olmaz.
Doğa gereği, her sürecin bir ömrü olmalıdır. Aşkın başlıca üç komponenti, ruhsal, tensel ve toplumsal uyuşma yeterliyse, aşkın süresi, bir insan ömrü süresine ulaşmış olur; bu durumda aşk ölümsüzlüğe ulaşmış demektir ve elbette bir şans meselesidir
Su olmasa hayat olmazdı, hiçbir şey olmazdı. Yanılmıyorsam insan bedeninin yüzde doksandan çok fazlası sudur. Su olmasa beslenemezdik, temizlenemezdik, havuzlara denizlere giremezdik; hasılı yaşayamazdık, hayat da olmazdı. Ateş olmasa madenleri eritemezdik, bunca uygarlığı yaratamazdık, kışın donardık, her neyse. Ancak gene şairin deyişiyle “su insanı boar, ateş insanı yakar”. Yani aşk da zaman zaman insanı boğar da yakar. Zirveyi hedeflediğinizde, hedeflediğiniz zirve ne kadar yüksekse o kadar meşakkati de göze alacaksınız demektir. Zirve ne kadar yüksekse o kadar meşakkat, o kadar risk, o kadar mutluluk ve gurur. Onun için aşk varsa acı da vardır, meşakkat da vardır. Tahterevallinin bu yönü olmasaydı elbette aşk da olmazdı; olsa bile önemsiz, etkisiz bir duygu olurdu, değil tüm sanatların ana konusu olmak, değil yaşamın başlıca güdüsü olmak, adı az edilen bir konuma düşerdi.
Everest’e tırmanma onuruna erişmek istiyorsanız, donma, oksijensizlikten ölme, tırmanırken düşme ve hayatınızı kaybetme risklerini de göze almış olmanız gerekir. Aşk da küçümsenecek bir duygu değildir ve elbette riskleri de barındırır.
Aşkta yolunuzu şaşırabilirsiniz, olmayacak duaya âmin denmez ama, dengesiz, ölçüsüz, olmayacak bir aşka tutulursanız, itibarınızı, yaşam standardınızı, yakınlarınızı kaybedebilirsiniz; o zaman aşk belki gene vardır ama mutsuz aşktır, ıstıraptır. Başka deyişle “aşkın da kanunu vardır”. Yaşamın kuraları olduğu gibi; elektriği kuralsız kullanırsanız ceryan çarpar, yaralanırsınız, sakat kalırsınız, hatta feci biçimde ölürsünüz.
Aşkın bir biyokimyası da olduğuna göre, elbette hastalığı da vardır, “aşk hastalığı”; hekimdeki adı “ilişki bağımlılığı.” İsterseniz buna çok sevdiğiniz yemeği veya içeceği aşırı tüketmekten zehirlenmek, hastalanmak deyin.
İlişki bağımlılığı, madde bağımlılığı açık deyişle uyuşturucu bağımlılığı gibidir. Uyuşturucu yerine bağlanılan kişi geçmiştir. Kişi, bağlandığı kişiyi, istese de bırakamaz. Bağımlılığın derecesi giderek artar. Zorunlu ayrılma durumunda birtakım yoksunluk belirtileri ortaya çıkar. Kişi zarar görmesine, bunun farkında olmasına rağmen bağımlılık sürdürülür.
Bağımlı kişi ve bağlandığı partneri, bir tahterevallinin iki ucuna oturmuş gibidirler. Bağımlı kişi, yoğun duygular yaşarken partneri bu duyguları yaşamaz. Kişi partnerini önemserken partneri sadece kendini önemser. Kişi, tüm coşkusunu, desteğini, parasını, zamanını partneri için harcarken,partneri kendi istek ve ihtiyaçlarını karşılamış olur. Kişi partnerine aşırı değer verirken partneri aşırı değer görür. Kişi, partnerinin yanlış davranışlarını hoş görürken partneri yanlış davranışlar sergiler. Kişi partnerine yaklaşmaya çalışır, partneri ise o kişiden uzaklaşır. Sonuçta son derece asimetrik bir ilişki söz konusudur.
Madde bağımlılığı kişiyi ruhen, bedenen ve toplumsal yönden çökertir. İlişki bağımlılığı içindeki kişinin başına gelenler de hemen hemen aynıdır. Kişi kendisini tükenmiş hisseder. Benlik sınırları net değildir. Sado-mazohistik davranışlar sergiler. Olayları akışına bırakmaktan korkar. Bireysel gelişimleri sınırlı kalır. Partnerini değiştirmeye çalışır ve elbette başarılı olamaz. Çözümü kendisi dışında arar. Partneri tarafından terk edilmekten korkar.
Sonuçta, ilişki bağımlısı kendini gereğinden çok fazla ortaya koymuş, çok fazla vermiştir. Karşısındaki kişiyle ya da ilişkiyle gereğinden fazla ilgilenmektedir. İlişki dışındaki sosyal hayatını tamamen bitirmiştir, en azından çok aza indirmiştir. İlişkisi dışında hiçbir ilgi alanı kalmamıştır. Tüm zamanını, hayatını, partneri ya da ondan gelecek bir haberi bekleyerek geçirir olmuştur. Her olayı ya da davranışı partneri ile bağlantılı görmektedir. Yaşamının dengesi bozulmuştur. Sonuç aşk bağımlılığı.
Riskleri almasanız yaşamanız da mümkün değildir. Bu nedenle aşk bağımlığını dikkate alın ama aşka hak ettiği değeri de verin..
Prof. Dr. Ahmet Çelikkol
Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi Psikiyatri Anabilim Dalı Öğretim Üyesi, psikiyatr
Tipik olarak, iki karşı cinsiyetten birinin diğerini, şanslıysalar her ikisinin birbirini ömür boyu ayrılmamayı isteyecek kadar sevmesi ve koşulsuz sevmesi.
Şair, aşk söz konusu olunca bilimin önemi kalmadığını söylese de bilimciler, özellikle sosyal bilimciler, ruh bilimciler, felsefeciler, aşkı her yönüyle ele almışlar; aşkın yaşam için olmazsa olmaz olduğunu kanıtlamışlardır.
Ruhbilimciler, aşkın kimyasını bile çözmeye çalışmışlar, sonunda, bir beyin biyoamin’i olan serotonin gibi kimyasalları sorumlu tutmuşlardır. Bilimsel bir bulgu elbette inkardan gelinemez, Ancak birtakım kimyasallar ile aşk arasındaki bağlantıda, neden sonuç ilişkisi havada kalır. Başka deyişle kişi aşık olunca mı birtakım beyin kimyasalların düzeni değişiyor yoksa bir nedenle oluşan kimyasal değişmeler mi aşkı mı doğuruyor? Konu elbette bu kadar basit değil, eğer öyle olsaydı başka bir kimyasalla kişinin beyin kimyasalları dengesine müdahale edip aşık edebilirdik veya aşık olduysa bir kimyasal vererek aşkını sonlandırabilirdik; bu elbette mümkün değildir.
Aşk mutluluktur, öyle bir mutluluk ki küllendikten onyıllar sonra bile sizi mutlu etmeye devam eder; en azından hatırladıkça mutluluk verir. Daha delikanlılık çağında, sevgilisini düşünürken uykusundan olduğu geceleri anımsamak hangimizi mutlu etmez.
Aşk ile mutluluğu yan yana getirip övgüler düzerken, Leyla ile Mecnun, Kerem ile Aslı ve Romeo ile Julet için ne diyeceğiz; ya da Anna Karenina’nın başına gelenlere? Kavuşamayan, aile felaketine yol açan, ya da ölümle, ölümlerle sonuçlanan aşklar için?
Aşk ve ıstırap çoğu zaman yan yana mı durur? Birbirinin tamamlayıcısı mıdır? Buradan sonrası belki felsefedir ama gene de birkaç not düşmek gerekir. Aşkta ulaşılmazlık söz konusudur; nasıl maraton yarışçısı, en ulaşılmazı, en azından en zor ulaşılabileni amaçladıysa. Ancak bu yol dikenli ve meşakkatlidir ve bu nedenle değerlidir, önemlidir.
Sonuçta aşk yaşamın güdüsüdür. Eğer insanlık, dünya üzerinde bir uygarlık kurduysa, bunca sanat eserini, şiiri, romanı, heykeli, mimariyi, ezcüme bunca güzelliği ve yüceliği oluşturduysa, bütün bunları aşka borçlu olduğu söylemek abartma olmaz.
Doğa gereği, her sürecin bir ömrü olmalıdır. Aşkın başlıca üç komponenti, ruhsal, tensel ve toplumsal uyuşma yeterliyse, aşkın süresi, bir insan ömrü süresine ulaşmış olur; bu durumda aşk ölümsüzlüğe ulaşmış demektir ve elbette bir şans meselesidir
Su olmasa hayat olmazdı, hiçbir şey olmazdı. Yanılmıyorsam insan bedeninin yüzde doksandan çok fazlası sudur. Su olmasa beslenemezdik, temizlenemezdik, havuzlara denizlere giremezdik; hasılı yaşayamazdık, hayat da olmazdı. Ateş olmasa madenleri eritemezdik, bunca uygarlığı yaratamazdık, kışın donardık, her neyse. Ancak gene şairin deyişiyle “su insanı boar, ateş insanı yakar”. Yani aşk da zaman zaman insanı boğar da yakar. Zirveyi hedeflediğinizde, hedeflediğiniz zirve ne kadar yüksekse o kadar meşakkati de göze alacaksınız demektir. Zirve ne kadar yüksekse o kadar meşakkat, o kadar risk, o kadar mutluluk ve gurur. Onun için aşk varsa acı da vardır, meşakkat da vardır. Tahterevallinin bu yönü olmasaydı elbette aşk da olmazdı; olsa bile önemsiz, etkisiz bir duygu olurdu, değil tüm sanatların ana konusu olmak, değil yaşamın başlıca güdüsü olmak, adı az edilen bir konuma düşerdi.
Everest’e tırmanma onuruna erişmek istiyorsanız, donma, oksijensizlikten ölme, tırmanırken düşme ve hayatınızı kaybetme risklerini de göze almış olmanız gerekir. Aşk da küçümsenecek bir duygu değildir ve elbette riskleri de barındırır.
Aşkta yolunuzu şaşırabilirsiniz, olmayacak duaya âmin denmez ama, dengesiz, ölçüsüz, olmayacak bir aşka tutulursanız, itibarınızı, yaşam standardınızı, yakınlarınızı kaybedebilirsiniz; o zaman aşk belki gene vardır ama mutsuz aşktır, ıstıraptır. Başka deyişle “aşkın da kanunu vardır”. Yaşamın kuraları olduğu gibi; elektriği kuralsız kullanırsanız ceryan çarpar, yaralanırsınız, sakat kalırsınız, hatta feci biçimde ölürsünüz.
Aşkın bir biyokimyası da olduğuna göre, elbette hastalığı da vardır, “aşk hastalığı”; hekimdeki adı “ilişki bağımlılığı.” İsterseniz buna çok sevdiğiniz yemeği veya içeceği aşırı tüketmekten zehirlenmek, hastalanmak deyin.
İlişki bağımlılığı, madde bağımlılığı açık deyişle uyuşturucu bağımlılığı gibidir. Uyuşturucu yerine bağlanılan kişi geçmiştir. Kişi, bağlandığı kişiyi, istese de bırakamaz. Bağımlılığın derecesi giderek artar. Zorunlu ayrılma durumunda birtakım yoksunluk belirtileri ortaya çıkar. Kişi zarar görmesine, bunun farkında olmasına rağmen bağımlılık sürdürülür.
Bağımlı kişi ve bağlandığı partneri, bir tahterevallinin iki ucuna oturmuş gibidirler. Bağımlı kişi, yoğun duygular yaşarken partneri bu duyguları yaşamaz. Kişi partnerini önemserken partneri sadece kendini önemser. Kişi, tüm coşkusunu, desteğini, parasını, zamanını partneri için harcarken,partneri kendi istek ve ihtiyaçlarını karşılamış olur. Kişi partnerine aşırı değer verirken partneri aşırı değer görür. Kişi, partnerinin yanlış davranışlarını hoş görürken partneri yanlış davranışlar sergiler. Kişi partnerine yaklaşmaya çalışır, partneri ise o kişiden uzaklaşır. Sonuçta son derece asimetrik bir ilişki söz konusudur.
Madde bağımlılığı kişiyi ruhen, bedenen ve toplumsal yönden çökertir. İlişki bağımlılığı içindeki kişinin başına gelenler de hemen hemen aynıdır. Kişi kendisini tükenmiş hisseder. Benlik sınırları net değildir. Sado-mazohistik davranışlar sergiler. Olayları akışına bırakmaktan korkar. Bireysel gelişimleri sınırlı kalır. Partnerini değiştirmeye çalışır ve elbette başarılı olamaz. Çözümü kendisi dışında arar. Partneri tarafından terk edilmekten korkar.
Sonuçta, ilişki bağımlısı kendini gereğinden çok fazla ortaya koymuş, çok fazla vermiştir. Karşısındaki kişiyle ya da ilişkiyle gereğinden fazla ilgilenmektedir. İlişki dışındaki sosyal hayatını tamamen bitirmiştir, en azından çok aza indirmiştir. İlişkisi dışında hiçbir ilgi alanı kalmamıştır. Tüm zamanını, hayatını, partneri ya da ondan gelecek bir haberi bekleyerek geçirir olmuştur. Her olayı ya da davranışı partneri ile bağlantılı görmektedir. Yaşamının dengesi bozulmuştur. Sonuç aşk bağımlılığı.
Riskleri almasanız yaşamanız da mümkün değildir. Bu nedenle aşk bağımlığını dikkate alın ama aşka hak ettiği değeri de verin..
Prof. Dr. Ahmet Çelikkol
Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi Psikiyatri Anabilim Dalı Öğretim Üyesi, psikiyatr