Aşk acı çekmek midir?

NILBERA

SeVGi KeLeBeĞi
Kayıtlı Üye
12 Temmuz 2006
6.086
96
38
Aşk acı çekmek midir?


Prof. Dr. Mansur Beyazyürek, başa çıkılması en zor duygulardan biri olan 'aşk acısı'na reçete yazdı. Beyazyürek, aşkı acı çekmeden yaşama yöntemlerine ilişkin soruları yanıtladı:

Gerçekten 'aşk acısı' diye bir şey var mı?

Aşk acısı yok. Acı aşkın kendisinde değil, sahiplenme tutkusunda. Kişi aşık olduğu kişiyi kendine ait bir nesneymiş gibi algılıyor ve kaybedince de bir şeyini kaybetmiş gibi acı hissediyor. Kolunu, bacağını veya annesini babasını kaybetmeye değer acı çekiyor. Ancak aşk kavramı içinde acı varsa hastalıklı bir durumdur ve yardım gerektirir. Yoksa aşk gibi insanı motive eden, bütün sistemlerini harekete geçiren, bağışıklık sistemini güçlendiren, heyecanlarını körükleyen ve yaşama sevinci veren bir duygunun acı vermesi mümkün değil!

Sahiplenme duygusu kötü bir şey mi?

Hayır ama buna aşk dememek gerekli. Kişi gerçekten aşıksa, seviyorsa karşısındaki kişinin mutluluğunu düşünür bu da insana acı vermez.

Aşk acısı çekmek insanın elinde değilse ne öneriyorsunuz?

Duygularını bir daha gözden geçirmelerini öneriyorum. Hissettiklerinin ne olduğu hakkında. Acı çekiyorsa mutlaka ama mutlaka bir profesyonele danışmalı. Kendi başlarına çektikleri acıyı kurgularlarsa, sürekli akıllarından geçirirlerse ya da kendilerine duygusal yakınlığı olduğunu bildikleri anne, baba, arkadaş ve kardeşle paylaşırlarsa; bu durum çektikleri acıyı artırmaktan başka bir işe yaramaz. Mutlaka objektif düşünen biriyle paylaşmaları gerekir.

Neden aşk acısını daha çok kadınlar çeker?

Kadınlar daha çok çekiyor denir ama bu kadınların duygularını daha kolay ifade etmelerinden kaynaklanır. Erkeklerde ifade sorunu vardır. Erkek ağlamaz, erkek söylemez ve erkektir dayanır gibi insanı insanlığından uzaklaştıran birtakım kalıplar; erkeklerin bu duyguları kendi içinde yaşamasına neden olur. İfade edemediği için erkeğin daha zavallı olduğunu düşünüyorum. Ancak bu arada sahiplenme duygusu erkeklerde daha fazla olduğu için aslında biten aşklardan sonra onlar daha çok acı çeker.

Sevgisizlik hastalıkları çağırır mı?

Sevgi dediğimiz duygu; yemek, içmek ve hava almak gibi insanın ihtiyacı olan bir şey. Birini sevebilme gücümüz eksikse, bu durum birçok ruhsal hatta bedensel hastalığın kökeni olabilir. Bunun somut bir örneği de var: Aile yanında anne babalarıyla büyüyen çocuklarla, bir yetimhanede büyüyen çocukların ruhsal ve bedensel gelişimlerinde ciddi farklılıklar vardır. Yetimhanede büyüyen çocuklar, aynı gıdaları alsalar bile daha zayıf ve hastalıklara dayanıksız oluyor.

Kanser ve verem gibi hastalıkların alt yapısında 'gönül yarası' var mıdır yoksa bunlar birer film senaryosu mu?

Son yıllarda yapılan araştırmalar, aşırı yoğun stresin bu tip hastalıkların ortaya çıkmasında önemli rol oynadığını ortaya koydu. Bu stres olayları duygusal bir kaynaktan geliyorsa aşk acısı... Dolayısıyla sevgisizlik, boşanmalar, birleşmeler, ciddi stres kaynakları bu hastalıklara zemin hazırlayabiliyor.

Neden kalp ve akciğerler aşk acısından sonra ilk hastalanan organlar. Vücudumuzda gönül kırıklığına en dayanıksız yerler buralar mı?

'Organa resistentia minor', bu Latince bir kavram. Direnci en zayıf organ demek. Bu organ herkeste değişir. Kimisi bir stres karşısında mide kanaması geçirir, kimi kalp krizi geçirir, kiminin migreni tutar. Dolayısıyla herkeste strese karşı direnci düşük olan organ farklı olabiliyor. En zayıf organı budur demek doğru değil ama genetik yapıya göre bu organın yeri değişir.

Hastayken aşık olmak iyileşme sürecini hızlandırabilir mi?

Kesinlikle katılıyorum. İnsanın mutsuz olduğu dönemde, rahatsızlık döneminde bir aşk yaşarsa adrenalin deşarjı, serotonin gibi vücudun direncini artıran hormonlarda artış olur. Dolayısıyla iyileşmeler daha hızlı olur. O yüzden de diyorum ki; hangi yaşta ve hangi şartlarda olursa olsun insanların kalbi, gönlü aşka açık olmalıdır.

Mutlu ve aşık olmak öğrenilebilir mi?

Öğrenileceğini düşünüyorum. Ama bu düşünülmeden, tamamen içgüdüsel duygular sevgi olarak tanımlanıyor. Karşı cinse duyulan cinsellik uyanışı da aşk olarak tanımlanabiliyor. İşte bu nedenle kırılmalar daha sık rastlanıyor. Halbuki aşkın sevginin içinde zamanı paylaşmak, emek, evrensellik hatta estetik var. Bunlar öğrenilebilir ama biz bunları bırakın öğrenmeyi konuşmayı bile aptallık olarak değerlendiren bir toplumuz. Aşk ve sevgi de öğrenilebilir ama öğrenmek için de emek gerekir. Üstelik ölünceye kadar sürecek bir öğretidir bu. Aşkı sadece gençlik dönemine ait bir duygu olarak düşünmek yanlış. O kadar zevklidir ki; keşke hepimiz zamanımızın bir parçasını bu öğretiye ayırsak, yaşamak daha keyifli olur.

Aşk kimden öğrenilir?

Her hissedilen duyguyu aşk diye tanımlarsak insanlara zarar da vermiş oluruz. Ne kadar öğrenilirse öğrenilsin yine de insana ait çok insanın kendisine özel aşkı hissediş şekli olabilir. Ama öğrenmek kaydıyla hepimizin hasta alış şekli farklı, kesinlikle bir eğitimden sonra aşkı da herkes her insanın parmak izinin farklı olması gibi çok kendine özel hissediş şekli bulur. Buna da saygı duymak gerekir. Onun için aşk sevgi gibi konularda, bir başkasının bir başkası üzerine 'şöyle yap böyle yap' demesini dinlememek gerekli. Herkes kendi hisseder. Herkes birbirine akıl verir ama hisseden bilir. Hiç kimse kimsenin yerini bir konuda alamaz. Karşıdakinden öyle bir koku almıştır ki, öyle bir bakış görmüştür ki sadece o görmüştür başkası görmemiştir. O yüzden bir başkası ahkam kesemez! Leyla çok güzel bir kız değilmiş. Leyla'nın babası Mecnun'a demiş ki, "Neden Leyla'ya böyle tutuldun oğlum, kızım öyle dünyalar güzeli de değil." Mecnun'un buna yanıtı ise şu olmuş: "Bir de ona benim gözümle baksanıza..."
 
X