- 12 Temmuz 2006
- 2.779
- 184
Sesliler
A kara E ak,İ al,U Yeşil,O mavi:sesliler,
Diyeceğim bir gün gizli doğumlarınızı da:
Karanlık koylara,kara sineklere benzer A,
O amansız pis kokular üstünde fır dönerler,
Kır çiçeği,buhar,çadır beyazlığında E’ler,
Benzer dik buzullarmızrağına,ak krallara;
Gülüşüne İ,o güzelim,kızıl dudakların,kana,
O pişman sarhoşluklar içindeki,o öfkeler;
Çevreler U,yeşil denizlerin çalkantısı,
Sessizliği onca otlakların,yüz kırırşıklıklarının
Bastığı simyanın geniş alınlara damgasını;
Kutsal Borazan O,yaban çığlıklar,gürültüler,
Meleklerden,acunlardan geçmiş sessizlikler:
Sen ey Omega,ey o mor ışını Gözlerinin
(Çev::İlhan Berk)
Sayıklamalar
Söz Simyası
En Yüksek Kulenin Türküsü
Dönmeli,geri dönmeli,
O sevdalar çağı
Dayandım nasıl da
Unutamam bir daha artık,
O korkular,kaygılardı
Uçup gitti göklere.
Bir belalı susuzluk
Karartıyor damarlarımı.
Dönmeli,geri gelmeli,
O sevdalar çağı.
Bir çayır gibi tıpkı
Unutulmuş bir kıyıda,
Karamukların,günlüklerin,
Çiçek açıp büyüdüğü,
O yabanıl uğultusunda
Korkunç pis sineklerin.
Dönmeli,geri gelmeli,
O Sevdalar çağı
Ey mevsimler,ey şatolar!
Deyin kusursuz kim var!
Ben de herkes gibi tuttum
Büyülü mutluluğu denedim.
Selam Galya horozuna selam
Selam her ötüşüne selam.
Hevesten arzudan oldum:
Görün sıfırı tükettim.
Yedi bitirdi bu büyü beni
Takat komadı yok etti.
Ey mevsimler,şatolar ey!
Sıvışma satı,yazık!
Ölüm satıdır artık.
Ey mevsimler,şatolar ey!
(Çev.: İlhan Berk)
Güneş ve Ten
Derin sevgilerin, yaşamın ocağı, Güneş
Baygın toprağı kızgın bir aşkla öpen ateş,
Vadide uzanınca insan görüp yaşıyor
Gelinlik kız gibi toprak kanla taşıyor;
Bir elin kaldırdığı geniş göğüslerinden
Akıyor tanrısal aşk,akıyor kadınsal ten,
Köpürmüş besi suyu, ışıklar var içinde,
Nice can hücreleri kaynaşıyor içinde!
Ey Doğa’nın Anası!
-Ey Venüs, ey Tanrıça!
Nerde eski çağların gençliği, kutsal ece,
O peri kızlarının öptüğü nilüferler,
Ağaçları kemirip duran yarı tanrılar!
Kösnülü satyre’ler yok, kır tanrıçaları yok,
Irmağın dalgaları o besi suları yok.
Pan’ın damarlarına koca bir evren sunan,
Teke ayaklarında toprağı canlandıran
O yeşil ağaçların kırmızı kanı nerde?
Kuş seslsri, göklerin altından perde perde
Dalların arasından seviyi şakıyordu,
Toprak içini diri Doğa’ya döküyordu;
Orda mavi Okyanus ve kuşlar cıvıldayan
Dilsiz dallar, toprak, beşiğimizi sallayan
Tanrıyla kucaklaşan bütün hayvanlar orda!
Nerde geçmiş zamanlar?Bereket Ana nerde?
Derler ki, bir zamanlar yüce bir insan vardı,
Tunç arabalarıyla nice kentler aşardı.
Emerdi Bereket’in memelerini insan
Küçük bir çocuk gibi kucağında oynarken.
Tanrıça ak sütünü cömertçe sunuyordu,
-Eskiden temiz, tatlı, güçlü bir insan vardı.
Yazık! Şimdi bir şeyler bildiğini sanıyor
Oysa kör, sağır, dilsiz, sürekli aldanıyor.
-Yine de tanrılardan, tanrılardan çok yüce,
İnsan Kral, Tanrıdır, betiğine gelince;
Aşktır. Ah! Kana kana içseydi o gözeden,
Tanrıların anası Kibele’nin memesinden;
Ve ten çiçeklerinin kokusuyla arınmış
Masmavi dalgaların aydınlığında yunmuş
Köpüklerin yüzdüğü gülpembe göbeğini
Durgun sulara yayan ölümsüz Asterté’yi
Terk etmeseydi keşke. O iri gözlü, kara
Göklerin Tanrıçası Asterté buyurunca
Şakırdı ağaçlarda bülbül,yüreklerde aşk!
Tek sensin, Kutsal Ana, inandığım tanrı, tek.
Mavi Afrodit! Şimdi yollar dikenli, çalı
Öbür Tanrı haçını boynumuza takalı;
Ten, Mermer, Çiçek, Venüs, sana inanıyorum!
-İnsan üzgün ve çirkin. Giysiler, sanıyorum
Çıplaklığını değil, saflığını örtüyor,
Tanrısal bedenini gizleyip kirletiyor.
Olimpos dağlarının kayaları gibi dik
İnsan bir köle oldu, başı haçlara eğik!
Ki solgun kemikleri ölümden sonra bile
O ilk güzelliğine saygısız şekli ile
Yaşamak sevdasında.-Yücelsin diye erkek,
Yükselebilsin diye sonsuz seviye erkek,
Toprağımız, mayamız Kadın sararıp soldu,
Zincirlere vurulup Tanrıya sunak oldu.
“Kadın mıyım, neyim ben, çoktan unuttum” diyor.
Bu kepazeliğe kargalar bile gülüyor
-Ey tatlı, yüce Venüs, n’olur bizi bağışla!
Geçmiş çağlar yeniden gelebilse bir daha!
-Çünkü görevlerini bitirdi artık insan,
Yorgun düştü putları kırıp parçalamaktan!
Tüm Tanrılardan özgür, yeniden dirilecek,
“Madem göklerden geldim, gökler nerde” diyecek.
Ve ölümsüz, yenilmez önderimiz, Düşünce
Yeraltındaki tanrı, yeryüzüne çıkınca
Tutsaklığın düşmanı, tüm korkulardan uzak
Düşünce, zincirleri kırmaya başlasın, bak
Çivisini çakacak göklerin her katına
Son verecek Tanrının göksel saltanatına.
Düşünce, diyeceksin, benim tek Kurtarıcım;
-Denizlerin bağrında, görkemli, altın Bacım,
Büyük Evrene büyük sevgiyi sunacaksın,
Koca bir çalgı gibi Dünyamız titreşecek,
Haz dolu bir öpüşle kendisinden geçecek.
Güçlü insan, kucakla, mutsuzları sevindir!
-Dünya aşka susamış, susuzluğunu dindir.
.....................
(İnsan, özgür, görkemli başını kaldırdı, bak
O ilk güzelliğimiz nasıl ışıldayacak!
Dize gelecek tanrı, sunağında bedenin.
İçinde yaşadığı bir zaman kesitinin
Armağanıyla mutlu, hüznüyle solgun insan
Her şeyi bilmek , görmek istiyor, usanmadan
-Düşünce, ki çağlardan beri gemlenen kısrak
Şaha kalkıp Neden’in nedenini soracak.
İnsan inanca özgür düşünceyle kavuşur,
Öğrenmeye çalışır, inceler, sorar durur,
-Gökler neden dilsizdir, uzay içinde ne var?
Ve neden kumlar gibi kaynaşıyor yıldızlar?
Yükselsek, hep yükselsek göklere, doruklara
Çoban’a rastlar mıydık korkunç sonsuzluklarda
İnsan yığınlarını sürüler gibi güden?
Ezgileri bir sesin, çağlardır sürüp giden
Sarsar mıydı boşluğun sardığı dünyaları?
-Peki ama, gerçeği görebilir mi İnsan?
Gördüm: İnanıyorum diyebilir mi İnsan?
Ya düşler düşüncenin sesinden güçlü ise?
Çok kısaysa bu yaşam, insan erken geldiyse?
Bu bilmecenin gizi bilinir mi, nerdedir?
Belki batan bir gemi gibi Denizlerdedir:
Hücre çekirdekleri, Kalıtımlar, Tohumlar
Kocaman bir Potanın içinde bekliyorlar.
Sıvayıp kollarını hamarat Doğa Ana,
Niyetli mi insanı yeniden yaratmaya
Başaklarda büyütmek, güllerde sevmek için?..
Hiçbir şey bilmiyoruz!..Ne nasıl olmuş, niçin?
Bilgisizlik, kuruntu, sarmış kuşatmış bizi
Kara bir cübbe gibi, soldurmuş tenimizi!
Ana rahminden düşen insan maymunlarız biz
Saklamış sonsuzluğu bizden yorgun usumuz!
Öğrenmek istiyoruz:-Kuşkular “hayır” diyor,
Kara kanatları üstümüze geriyor...
-Kaçıyor uzaklara soluk soluğa ufuk!...
.........................
Kavuşturmuş kollarını ayakta ve dimdik
Duruyor İnsan şimdi, gök perdesi açılmış,
Artık ne bilinmeyen, ne de gizemler kalmış!
İnsan şarkı söylüyor... şarkı söylüyor orman
Ezgiler yükseliyor ırmağın sularından.
Bir mutlu şarkıdır bu, ışığa, güne gülen
-Bu aşktır! Bu aşktır hey! Bu kurtuluştur gelen!..)
......................
Yeniden doğan ülkü, ey yüceliği tenin
Ey kızıl taçlı şafak, utkusu düşüncenin,
Küçük Eros, Kallipyge, donanıyor karlarla.
Kadınlar ve çiçekler güzel ayaklarında
Dizleriniz dibinde açılıp yeşerecek
Tanrılar, Oğulları sizlere baş eğecek!
-Ey büyük Ariadne, güneş altında, beyaz
Kıyılara hüznünü hıçkıran avaz avaz ,
Görünce kaçan Theseus’un ak yelkenini
Sen ey tatlı, ergen kız, geceler nasıl seni
İncitti? Konuşma, sus! Kara üzüm nakışlı
Altın arabasında Lysios, çatık kaşlı,
Kösnülü kaplanlara ve panterlerle kızıl,
Frikya kırlarında geziyor usul usul,
Masmavi ırmakların kıyısında kayıyor
Karanlık köpükleri kırmızıya boyuyor.
-Zeus, Boğa, boynunda Europa çırılçıplak
Küçük bir çocuk gibi sarmış kollarını bak
Tanrı’nın dalgalarla titreyen sert boynuna,
Bırakmış bedenini maviliğin koynuna
Sallıyor Zeus onu sularda, beşik gibi,
Çevirince yüzüne tanrısal gözlerini
Kızın çiçek yanağı sararıyor, soluyor
Tül tül ,Zeus’un güçlü alnına yayılıyor,
Kapanıyor gözleri kutsal öpücüklerle,
Çiçekliyor saçını dalgalar köpüklerle.
-Zakkum ağacı ile geveze lotüslerin
Arasına kayıyor hülyalı Kuğu, serin
Suların sevgilisi Leda’ya sarılıyor.
-Kirpis acayip güzel, dalgalara salıyor
İri göğüslerini, yuvarlak, kemer gibi,
“Ben bu durgun suların ecesiyim” der gibi
Geçiyor usul usul, Kirpis, tanrı bakışlı
Kar gibi beyaz karnı, kara köpük nakışlı,
-Utku anıtı gibi dimdik, güçlü bedeni,
Aslan derisi ile kaplanmış kıllı teni
Hayvan Eğiticisi, Harekles gökyüzünde
Hışımla ilerliyor bulutların izinde!
Yarı aydınlık yaz gecesinde, çırılçıplak
Ayakta, saman gibi solgun, düşler kurarak
Ağır dalgası, o uzun, mavi saçlarının
Benek benek uçuk alnında, hülyalı, dalgın
Köpüğün kızardığı alacakaranlıkta
Bakıp duruyor Dryade, sessiz ve sakin ufka.
-Ürkek beyaz Selene, tül örtüsünü atmış,
Yiğit Endymion’un nazla dizine yatmış,
Solgun ay ışığında öpüşüp duruyorlar,
-Uzakta, ah uzakta ağlayan bir Kaynak var
Pınarlar tanrıçası Nymphe’nin gözyaşıdır bu
Köpüklü bir vazoya dayamış da kolunu
Ak tenli güzel delikanlıyı düşünüyor,
“Sularım, alın onu, ban getirin” diyor.
-Gecenin saçlarında serin bir sevda yeli,
Karanlık ormanlarda Doğa Ananın eli
Ağaçları, dalları yoklarken birer birer,
Duruyor ayakta dimdik, korkusuz Mermerler,
Şakrak kuşunun alnında yuvalandığı Tanrılar,
-Dinliyor Dünyamızı ve İnsanı Tanrılar!
29 nisan 1870
(Çev.:Erdoğan Alkan)
Ofelya
Yıldızların uyuduğu, sessiz, kara
Dalgalarda Ofelya iri bir zambak,
Yüzüyor duvaklı uzanmış sulara...
-Avcı borularının ezgisinde bak.
Bin yıl geçti, Ofelya yine üzgün,
Uzun sularda kefen gibi akıyor.
Bin yıldır, gündüz gece, deli gönlünün
Hüznünü meltem yellerine döküyor.
Açıp sularda salınan tüllerini
Beyaz göğüslerini öpüyor rüzgar,
Söğütler eğmiş omzuna dallarını
Ağlıyor. Uykulu alnında kamışlar.
Yöresinde üzgün nilüferler bazan,
Dağıtıyor Ofelya kızılağacın uykusunu,
Bir kanat vuruşuyla dallar yuvadan
-Salıyor yıldızların altın şarkısını.
Sen ey solgun Ofelya, kar gibi güzel!
Sulara gelin oldun ergen çağlarda!
-Çünkü Norveç doruklarından esen yel
Acı özgürlüğün tadını öğretti sana:
Savuran bir soluk gür perçemlerini
Büyüyordu düşlerinin akışında;
Dinliyordun Doğa’nın ezgilerini
Ağacın, gecelerin yakınışında;
Çünkü boğuk sesi çılgın denizlerin
O tatlı, çocuk göğsüne vuruyordu;
Bir nisan sabahı, yorgun bir atlı senin
Dizlerinde sessizce oturuyordu!
Gök! Aşk! Özgürlük! Bu nasıl düş Deli Kız!
Güneş vuran kar gibi eriyip gittin;
Konuşma, sus! Seviyi bizlere dilsiz
O mavi gözlerinle çoktan öğrettin!
-Ve diyor ki Ozan: Aydın gecelerde
Ofelyam çiçekler devşiriyorsun;
Hep böyle yüz ak gelinliğinle suda
Dalgalar beşiğini sallayıp dursun.
15 Mayıs 1870
(Çev.:Erdoğan Alkan)
Asılmışların Balosu
Darağacı, balıkçıl kuşu, kara
İblisin arık şövalyeleri
Dans ediyor, dans ediyorlar orda
Selahattin’in iskeletleri.
Yüzleri buruşuk, küçük, kara kuklaların
Çekmiş sayın Belzebuth ipini, gökyüzünde,
Şaklatıp alınlarında bir terlik altını,
Oynatıyor, eski bir Noel ezgilerinde!
Kara orglar gibi ince, uzun kollarını
Doluyor birbirine çarpışınca kuklalar.
Bir zamanlar aksoylu hanımların sardığı
Göğüsleri iğrenç bir aşka dokunmadalar.
Hurra! Şen oyuncular, işkembesiz, dertsiz baş!
Takla atılabilir, sehpalar öyle uzun!
Hop! bilinmesin artık, bu dans mı? ya da savaş?
Gıcırdarken kemanı kudurmuş Belzebuth’un
Sert topuklar! ey sandal giyinmeyecek ayak!
Hemen hepsi deri gömleklerini sıyırmış:
Gizli saklı yanları, artık ayıpları yok.
Kafataslarına kar beyaz bir şapka örmüş.
Bu çatlak kafalara sorguç olmuş bir karga
O artık çenesinde titriyor bir tutam et:
Sanki dolaşıyorlar ölü karanlıkta,
Çarpıp karton zırhlara bunca kemikten yiğit.
Esiyor balosuna iskeletlerin poyraz,
Darağacı inliyor demirden bir org gibi,
Koşuyor ormanlardan aç kurtlar avaz avaz:
Gökyüzü andırıyor kızıl bir cehennemi...
Yaslı kabadayılar, hop! sallayın beni de
Kırık ellerinizle geçerken sinsi sinsi.
Bir aşk tespihi solgun omuriliklerinde:
Bura manastır değil, ölüler ülkesidir!
Heey! İşte ortasında ölüler dansının, bak,
Sıçrıyor çılgın bir iskelet gökyüzüne,
Coşkuyla sürüklenmiş, at gibi şahlanarak,
Sanki katı ipi boynunda duyuyor yine,
Çatlayan uyluğunda büzmüş on parmağını
Dalgacı gülüşlere benzeyen çığlıklarla,
Ve bir soytarı gibi barınağına girip
Sıçrıyor kemiklerin şarkılı balosunda.
Darağacı, balıkçıl kuşu, kara,
İblisin arık şövalyeleri
Dans ediyor, dans ediyorlar orda,
Selahattin’in iskeletleri.
(Çev.:Erdoğan Alkan)
Doksaniki Ölüleri
...Yetmişlerin fransızları: bonaparte’çılar,
cumhuriyetçiler, 92’lerdeki babalarınızı
anımsıyor musunuz, vbg...
PAUL DE CASNAGNAC(Le Pays)
Özgürlüğün o güçlü öpücüğüyle solmuş,
Doksaniki, doksanüç yılında ölenler, siz
İnsanlığın ruhuna ve alnına vurulmuş
Boyunduruğu sizler kırıp parçaladınız;
Acı çekerken bile acılarından büyük
Yırtık giysilerinde aşkla çarpan yürekler,
Ölüm sizi bozkırda topladı höyük höyük
Yeni bir savaş için. ey unutulmuş erler!
Kanlarıyla yıkayan kirli büyüklükleri,
Sizler; Valmy, Fleurus,İtalya ölüleri
Ey milyonlarca İsa, karanlık, tatlı gözlü;
Kralların önünde şimdi başımız eğik,
Cumhuriyetle sizi uykulara terk ettik,
-Yalnız Bay Cassagnac’lar söylüyor öykünüzü!
(Çev.:Erdoğan Alkan)
Gönlümce Bir Kış
O kıza...
Küçük, pembe, mavi yastıklı kompartımanda
Yola çıkacağız bu kış.
Çılgın öpücükler yuvarlanacak her yanda
İkimiz rahat, başıboş
Akşamın gölgeleri sarkınca pencereden
O kutların yüzünü,
Ve o kara şeytanları görmemek için, sen
Yumacaksın gözünü.
Yanağın kaşınacak. N’oldu, böcek mi sokmuş?
Yoo.. çılgın bir örümcek gibi küçük bir öpüş
Ensende geziniyor..
Eğip boynunu bana: ”haydi ara” diyorsun,
-Bu gezgin örümceği aramak, biliyorsun
Tatlı zamanı yiyor.
Kompartmanda
7 ekim 1870
(Çev.:Erdoğan Alkan)
Çapkın Kız
Kahverengi bir salon, cila ve meyva kokan,
Kurulmuş koca iskemleye tıkınıyordum,
Bir Belçika yemeği, buyursun canı çeken,
Yeter ki karnIm doysun, aldırmayıp yiyiyordum,
Rahattım -oh ne güzel çalar saatin sesi-
Derken, mutfak açıldı, sürünmüş, sürmelenmiş,
Kılık kıyafetine ise biraz boş vermiş,
Yanaştı cilvelenip aşevi hizmetçisi.
İstediği tatlı bir öpücüktü sanırım
Belçikalı kızları bakışından tanırım,
Fazla çatal kaşıkları masadan topladı,
Dudak büktü gülerek çocuk bir yüzle bana:
Bastırıp parmağını şeftali yanağına,
“Buramı üşütmüşüm, dokun anlarsın “ dedi.
Charleoi
Ekim 1870
(Çev.:Erdoğan Alkan)
Çalınmış Yürek
Üzgün yüreğim akıyor gemiye,
Bir gevişlik tütün sarması gibi;
Çorba artıkları yüzümde niye?
Üzgün yüreğim akıyor gemiye;
Ya bu kaba saba sözler ne diye?
Adamların bu zevzek gülüşleri?
Üzgün yüreğim akıyor gemiye
Bir gevişlik tütün salyası gibi.
Hep belden aşağı edepsiz laflar
Onu nasıl baştan çıkardı, bakın!
Dümende de o biçim resimler var,
Sevişmeler, kalkmış cinsel organlar...
Siz ey beni büyüleyen dalgalar,
Alın kirli yüreğimi arıtın
Hep belden aşağı edepsiz laflar
O’nu nasıl baştan çıkardı, bakın!
Tütünün posası çıktı çıkacak
Ey çalınmış yürek n’eyleyeceğim?
Ayyaş hıçkırıkları başlayacak,
Tütünün posası çıktı çıkacak;
Midem boşalıp boşalıp dolacak,
Ben ki, yenmiş yutulmuşsa yüreğim,
-Tütünün posası çıktı çıkacak-
Ey çalınmış yürek n’eyleyeceğim?
Mayıs 1871
(Çev.:Erdoğan Alkan)
Esrik Gemi
Çığırtan Kızılderililer çarmıha germiş,
Çakmış kanlı direklere yedekçilerimi;
Kendimi özgür Irmaklara kapıp koyvermiş,
Gidiyorum...sular alıp götürüyor beni.
Ne İngiliz pamuğu, ne de Felemenk unu,
Ne tayfa patırtısı, ne başka derdim kaldı.
Bitirdi yedekçiler ahret yolculuğunu,
Özlediğim yerlere yelkenlerim açıldı.
Geçen kış öfke ile çalkalanırken sular,
Çocuk beyinlerinden daha dilsiz, sağır, ben,
Öyle koştum durdum ki Yarımadalar
Bu yılmamıştı büyük gürültülerden.
Sabah uyanışımı fırtınalar kutsadı,
Mantar gibi, on gece dalgalarda oynadım,
Ölüm kervanı sular beni durduramadı,
Fenerlerin budala gözlerine bakmadım.
Çocuklar nasıl hazla elmayı ısırırsa,
Öyle iştahla doldu çam tekneme yeşil su,
Alıp gitti her şeyi; dümen, kanca, ne varsa,
Ne kusmuk kaldı ne de mavi şarap tortusu.
Sütbeyazım, yıldızlar akıyor her yanımdan,
Denizin Şiirinde yunduğum günden beri.
Kemirdiğim yeşil maviliğin solgun, hayran
Boşluğuna bazan dalgın bir ölü inerdi.
Orada mavilikler, coşkular ve güneşin
Parıltısı, ezgiler bir sönüp bir yanıyor,
Telli sazlardan büyük, alkolden daha etkin,
Aşkın acı kızıllıkları mayalanıyor!
Bilirim nasıl döğer kıyıları dalgalar,
Şafağın güvercinler gibi coştuğu anı,
Akıntı ne, hortum ne, gökler nasıl çatırdar,
Ben gerçekte yaşadım düşlerde yaşananı.
Gizemli korkularla yüzünde benek benek,
Güneşi gördüm,uzun, mor buzlarla ışıldayan,
Ve dalgalar gördüm usta oyunculara denk,
Ürpertilerini çok uzaklara yansıtan.
Denizin gözlerine yükselen bir öpücük
Yeşil geceyi gördüm o büyülü karlarla
Nice besi suları ve sarının, mavinin
Uyanışını gördüm şarkıcı fosforlarla!
Aylarca, isterik bir hayvan sürüsü gibi
Sığ kayalara binen çalkantıyı izledim,
Götürsün diye azgın suları, Meryemlerin
Nurlu ayaklarından bir yardım beklemedim!
Biliyor musunuz, Florida’ya bindirdim,
Deri panter gözler karışmıştı çiçeklere,
Ve ebemkuşakları denizlerin ufkunda
Dizginlerini çekmişti yeşil sürülere.
Kaynayıp mayalanan dev bataklıklar gördüm,
Çürümüştü içinde sazlarla Leviathan!
Ortalık sütlimanken yarılan sular gördüm.
Nice burgaçlar gördüm enginlikleri yutan!
Buzlar, gümüş güneşler, kor gökler, sedef sular..
Derken dalgalar beni bir körfeze savurdu,
Tahtakurularının kemirdiği yılanlar
Kara kokularıyla dallardan sarkıyordu!
Görsün isterdim, görsün çocuklar altın pullu
Gümüş balıkların o mavi dalgaların!
-Salladı beni beyaz köpükler çiçek dilli,
Kanadına takıldım tarifsiz rüzgârların.
Kutbun ve karaların yorgun kurbanı deniz
Hıçkırınca bazan, tatlı tatlı salınırdım,
Ve sundukça sarı dilli çiçeklerini, diz
Çökmüş bir kadın gibi öyle kalakalırdım...
Sallanan bir adayım , gidiyorum, bordama
Ela gözlü, kavgacı, cırlak kuşlar konuyor,
Ölüler var takılmış iplerin arasına,
Uykuya yatmak için dalgalara iniyor!
Kasırganın kuş uçmaz enginlere attığı
Ben, koyların saçları altında yitik gemi,
Bulamaz ne zırhlılar, ne Hanse kadırgaları
Esrik su kemiğine dönen iskeletimi;
Duvar gibi kızaran gökyüzünün damını
Bendim özgür, tüterek, sisler içinde oyan,
Tanınmış ozanlara mavilik yosunları,
Ve güneş likenleri, cins reçeller taşıyan.
Denizötesi gökleri sopalarla temmuz
Kızgın hunilerin içine çökerttiği an,
Üstümde elektrikli aylar, bütün bir yaz,
Bendim denizaygırlarıyla çılgınca koşan.
Nasıl da titriyordum elli mil ötelerden
Korkunç Canavarları duyumsatınca deniz,
Mavi durgunlukların palamarcısıyım ben,
O eski Avrupayı ne özledim bilseniz!
Göklerinin kapısı yelkenlere açılan
Takımadalar gördüm, yıldız yıldız adalar,
Dipsiz gecelerde mi, ey geleceğin Gücü,
Uyur, göç edersiniz, ey milyonlarca kuşlar?-
Akşamlar ağlatıyor, ağladım, çok ağladım!
Ay ışığı insafsız, güneşler acımasız:
Buruk aşklar elinde uyuşup esrik kaldım,
Yeter, yarılsın teknem! Alsın beni bu deniz!
Avrupa’da sevdiğim tek su var: kara, soğuk
Akıyor yarıklardan, burcu burcu tan vakti
Yüzdürüyor diz çökmüş hüzün dolu bir çocuk
Kelebek kadar narin kağıttan gemisini
Acılarda çalkalanıp güçsüz düştüm dalgalar!
Pamuk tüccarlarına hayır diyor dümenim,
Artık benim için ne bayrak ne bandıra var,
Bu öfkeli sularda ne de yüzebilirim.
(Çev.:Erdoğan Alkan)
Bottom
Büyük kişiliğim için çok çetindi ya gerçek, yine de kendimi
hanımımın evinde buldum; kül rengi mavi, iri bir kuş
olmuşum, kanatlarını akşam gölgeleri içinde sürüyerek
tavanın silmelerine doğru havalanan. O tapılası mücevher-
lerini, teninin başyapıtlarını taşıyan yatağın ayakucunda diş
etleri mosmor, göğsünün kılları üzüntüden ağarmış bir ayı
azmanı oldum, gözlerim konsoldaki billur, gümüş takımlar-
da. Gölge oldu, bir yanar akvaryum oldu her şey. Sabahleyin
-kavgacı temmuz şafağıyla- çıktım kırlara: Koca eşek,
anırarak, derdimi sopa gibi sallayarak koştum öyle, ta yöre-
den Sabin kızları gelip kendilerini göğsüme atıncaya dek.
(Çev: Can Alkor)
Eski
Pan’ın güzelim oğlu! Çiçekler ve salkımlarla taçlı al-
nının yöresinde gözlerin, değerli küreler, dönüp duru-
yor. Şarap tortusu bulaşık avurtların çöküyor. Işıldıyor
dişlerin. Göğsün benziyor gitara, sarışın kollarında çalgı
sesleri. Çarpıyor yüreğin çifte cinsin uyuduğu karında.
Gezin geceleyin oynatıp tatlı tatlı, o kalçanı, bu kalçanı
ve şu bacağını.
(Çev.:Erdoğan Alkan)
Krallık
Güzel bir sabah, tatlı mı tatlı bir halkın içinde, onur-
lu bir erkekle bir kadın bağırıyordu genel alanda: “Dost-
larım, ece olsun istiyorum bu kadın!” “Ece olmak istiyo-
rum!” Gülüyordu ve titriyordu kadın. Ermiş, sınavdan
geçmiş dostlara sesleniyordu adam. Karşılıklı kendilerin-
den geçiyorlardı.
Ve, lâl rengi duvar kağıtlarının evler üstünde yüksel-
diği bütün bir sabah, ve palmiye bahçelerinin kıyısında
yürüdükleri bir öğlensonrası gerçekten kral oldular.
(Çev.:Erdoğan Alkan)
Cassis Irmağı
Bilmediği vadilerde yuvarlanıyor,
Cassıs Irmağı. Nice
Kargalar onunla çığrışıp duruyor,
Meleksi sesleriyle:
Rüzgârlar üstüne abanıyor
Çamların devinimiyle.
Yuvarlanıyor her şey, gizemli, hırçın
Eski çağ kırlarından;
Yüreğinden bahçelerin, burçların
Akıyorlar kıyılara, duyulan
Ölü tutkusudur gezgin şövalyelerin
Ey yel, cana can katan!
Bu geçide sevgiyle bakan yolcu
Daha nice yollar aşar.
Sizler, Tanrının gönderdiği korucu
Sevgili, tatlı kargalar!
Kovun bu kurnaz köylüyü, kuru
Bir dal kırdı, yine kırar.
Mayıs 1872
(Çev.:Erdoğan Alkan)
Sabah Dileği
İlkyaz, sabahın dördü, sürüyor
Yatakta aşkın derin uykusu
Tanla, kutlu akşamın kokusu
Koruda buğulanıyor.
Dülgerler şurda, şu büyük yerde,
Üzerlerinde sadece gömlek,
Hesperus Kızlarının güneşinde
Çalışmaya başlamış bak.
Köpükten çöl içinde, usulca
Tavan kaplaması hazırlıyorlar,
Şenlensin diye kentin görkemi
Yapay gökler altında
Bir Babil kralının uyrukları
Bunlar, Venüs, bu büyülü işçiler
Bırak biraz taçlı Aşıklarını
Sevini bunlara da ver.
Ey çobanların Ecesi!
İçki sun, bak seni gözlüyorlar,
Akıt dudaklarına bengisu,
Öğlen denizini özlüyorlar.
Mayıs 1872
(Çev.:Erdoğan Alkan)
Brüksel
Regent Bulvarı
Sevimli Jüpiter sarayına dek
Horozibiği sahanlıkları
-Biliyorum Sensin, Sahra mavini
Getirip katan bu yerlere, tek tek!
Onların da oyun alanları var
Gül, güneşin çamı, sarmaşık gibi;
Karşıdaki küçük dulun kafesi.
Şunlar hangi
Kuş sürüleridir! iaio, iaio!
Eski tutkular var, evler var, durgun
Köşkü, aşkla çıldırmış Deli kızın
Ve dalları var gülağaçlarının,
Juliette’in loş ve basık balkonu.
Juliette denince, o tren istasyonu,
Dibinde binlerce mavi iblisin
Dans ettiği bir bahçe gibi tepenin
Ortasındaki Henriette gelir akla.
İrlandalı Kız’ın cennet yelinde
Gitar çalıp şakıdığı yeşil ova,
Güyan vari yemek salonu sonra,
Çocukların, duvarların gevezeliği.
Ve sen, guguk kuşunun penceresi
Güneş altında uyuklayan şimşirin
Ve salyangozların hantallığında çalan!
Sonra?
Her şey güzel! çok, çok güzel! Susalım.
Ne devinim, ne tecim var bulvarda,
Susmuş her tür acıklı gülünç oyun,
Sonsuz sahnelerde seni tanıyor
Ve sessizce sana tapınıyorum.
Temmuz 1872
(Çev.:Erdoğan Alkan)
A kara E ak,İ al,U Yeşil,O mavi:sesliler,
Diyeceğim bir gün gizli doğumlarınızı da:
Karanlık koylara,kara sineklere benzer A,
O amansız pis kokular üstünde fır dönerler,
Kır çiçeği,buhar,çadır beyazlığında E’ler,
Benzer dik buzullarmızrağına,ak krallara;
Gülüşüne İ,o güzelim,kızıl dudakların,kana,
O pişman sarhoşluklar içindeki,o öfkeler;
Çevreler U,yeşil denizlerin çalkantısı,
Sessizliği onca otlakların,yüz kırırşıklıklarının
Bastığı simyanın geniş alınlara damgasını;
Kutsal Borazan O,yaban çığlıklar,gürültüler,
Meleklerden,acunlardan geçmiş sessizlikler:
Sen ey Omega,ey o mor ışını Gözlerinin
(Çev::İlhan Berk)
Sayıklamalar
Söz Simyası
En Yüksek Kulenin Türküsü
Dönmeli,geri dönmeli,
O sevdalar çağı
Dayandım nasıl da
Unutamam bir daha artık,
O korkular,kaygılardı
Uçup gitti göklere.
Bir belalı susuzluk
Karartıyor damarlarımı.
Dönmeli,geri gelmeli,
O sevdalar çağı.
Bir çayır gibi tıpkı
Unutulmuş bir kıyıda,
Karamukların,günlüklerin,
Çiçek açıp büyüdüğü,
O yabanıl uğultusunda
Korkunç pis sineklerin.
Dönmeli,geri gelmeli,
O Sevdalar çağı
Ey mevsimler,ey şatolar!
Deyin kusursuz kim var!
Ben de herkes gibi tuttum
Büyülü mutluluğu denedim.
Selam Galya horozuna selam
Selam her ötüşüne selam.
Hevesten arzudan oldum:
Görün sıfırı tükettim.
Yedi bitirdi bu büyü beni
Takat komadı yok etti.
Ey mevsimler,şatolar ey!
Sıvışma satı,yazık!
Ölüm satıdır artık.
Ey mevsimler,şatolar ey!
(Çev.: İlhan Berk)
Güneş ve Ten
Derin sevgilerin, yaşamın ocağı, Güneş
Baygın toprağı kızgın bir aşkla öpen ateş,
Vadide uzanınca insan görüp yaşıyor
Gelinlik kız gibi toprak kanla taşıyor;
Bir elin kaldırdığı geniş göğüslerinden
Akıyor tanrısal aşk,akıyor kadınsal ten,
Köpürmüş besi suyu, ışıklar var içinde,
Nice can hücreleri kaynaşıyor içinde!
Ey Doğa’nın Anası!
-Ey Venüs, ey Tanrıça!
Nerde eski çağların gençliği, kutsal ece,
O peri kızlarının öptüğü nilüferler,
Ağaçları kemirip duran yarı tanrılar!
Kösnülü satyre’ler yok, kır tanrıçaları yok,
Irmağın dalgaları o besi suları yok.
Pan’ın damarlarına koca bir evren sunan,
Teke ayaklarında toprağı canlandıran
O yeşil ağaçların kırmızı kanı nerde?
Kuş seslsri, göklerin altından perde perde
Dalların arasından seviyi şakıyordu,
Toprak içini diri Doğa’ya döküyordu;
Orda mavi Okyanus ve kuşlar cıvıldayan
Dilsiz dallar, toprak, beşiğimizi sallayan
Tanrıyla kucaklaşan bütün hayvanlar orda!
Nerde geçmiş zamanlar?Bereket Ana nerde?
Derler ki, bir zamanlar yüce bir insan vardı,
Tunç arabalarıyla nice kentler aşardı.
Emerdi Bereket’in memelerini insan
Küçük bir çocuk gibi kucağında oynarken.
Tanrıça ak sütünü cömertçe sunuyordu,
-Eskiden temiz, tatlı, güçlü bir insan vardı.
Yazık! Şimdi bir şeyler bildiğini sanıyor
Oysa kör, sağır, dilsiz, sürekli aldanıyor.
-Yine de tanrılardan, tanrılardan çok yüce,
İnsan Kral, Tanrıdır, betiğine gelince;
Aşktır. Ah! Kana kana içseydi o gözeden,
Tanrıların anası Kibele’nin memesinden;
Ve ten çiçeklerinin kokusuyla arınmış
Masmavi dalgaların aydınlığında yunmuş
Köpüklerin yüzdüğü gülpembe göbeğini
Durgun sulara yayan ölümsüz Asterté’yi
Terk etmeseydi keşke. O iri gözlü, kara
Göklerin Tanrıçası Asterté buyurunca
Şakırdı ağaçlarda bülbül,yüreklerde aşk!
Tek sensin, Kutsal Ana, inandığım tanrı, tek.
Mavi Afrodit! Şimdi yollar dikenli, çalı
Öbür Tanrı haçını boynumuza takalı;
Ten, Mermer, Çiçek, Venüs, sana inanıyorum!
-İnsan üzgün ve çirkin. Giysiler, sanıyorum
Çıplaklığını değil, saflığını örtüyor,
Tanrısal bedenini gizleyip kirletiyor.
Olimpos dağlarının kayaları gibi dik
İnsan bir köle oldu, başı haçlara eğik!
Ki solgun kemikleri ölümden sonra bile
O ilk güzelliğine saygısız şekli ile
Yaşamak sevdasında.-Yücelsin diye erkek,
Yükselebilsin diye sonsuz seviye erkek,
Toprağımız, mayamız Kadın sararıp soldu,
Zincirlere vurulup Tanrıya sunak oldu.
“Kadın mıyım, neyim ben, çoktan unuttum” diyor.
Bu kepazeliğe kargalar bile gülüyor
-Ey tatlı, yüce Venüs, n’olur bizi bağışla!
Geçmiş çağlar yeniden gelebilse bir daha!
-Çünkü görevlerini bitirdi artık insan,
Yorgun düştü putları kırıp parçalamaktan!
Tüm Tanrılardan özgür, yeniden dirilecek,
“Madem göklerden geldim, gökler nerde” diyecek.
Ve ölümsüz, yenilmez önderimiz, Düşünce
Yeraltındaki tanrı, yeryüzüne çıkınca
Tutsaklığın düşmanı, tüm korkulardan uzak
Düşünce, zincirleri kırmaya başlasın, bak
Çivisini çakacak göklerin her katına
Son verecek Tanrının göksel saltanatına.
Düşünce, diyeceksin, benim tek Kurtarıcım;
-Denizlerin bağrında, görkemli, altın Bacım,
Büyük Evrene büyük sevgiyi sunacaksın,
Koca bir çalgı gibi Dünyamız titreşecek,
Haz dolu bir öpüşle kendisinden geçecek.
Güçlü insan, kucakla, mutsuzları sevindir!
-Dünya aşka susamış, susuzluğunu dindir.
.....................
(İnsan, özgür, görkemli başını kaldırdı, bak
O ilk güzelliğimiz nasıl ışıldayacak!
Dize gelecek tanrı, sunağında bedenin.
İçinde yaşadığı bir zaman kesitinin
Armağanıyla mutlu, hüznüyle solgun insan
Her şeyi bilmek , görmek istiyor, usanmadan
-Düşünce, ki çağlardan beri gemlenen kısrak
Şaha kalkıp Neden’in nedenini soracak.
İnsan inanca özgür düşünceyle kavuşur,
Öğrenmeye çalışır, inceler, sorar durur,
-Gökler neden dilsizdir, uzay içinde ne var?
Ve neden kumlar gibi kaynaşıyor yıldızlar?
Yükselsek, hep yükselsek göklere, doruklara
Çoban’a rastlar mıydık korkunç sonsuzluklarda
İnsan yığınlarını sürüler gibi güden?
Ezgileri bir sesin, çağlardır sürüp giden
Sarsar mıydı boşluğun sardığı dünyaları?
-Peki ama, gerçeği görebilir mi İnsan?
Gördüm: İnanıyorum diyebilir mi İnsan?
Ya düşler düşüncenin sesinden güçlü ise?
Çok kısaysa bu yaşam, insan erken geldiyse?
Bu bilmecenin gizi bilinir mi, nerdedir?
Belki batan bir gemi gibi Denizlerdedir:
Hücre çekirdekleri, Kalıtımlar, Tohumlar
Kocaman bir Potanın içinde bekliyorlar.
Sıvayıp kollarını hamarat Doğa Ana,
Niyetli mi insanı yeniden yaratmaya
Başaklarda büyütmek, güllerde sevmek için?..
Hiçbir şey bilmiyoruz!..Ne nasıl olmuş, niçin?
Bilgisizlik, kuruntu, sarmış kuşatmış bizi
Kara bir cübbe gibi, soldurmuş tenimizi!
Ana rahminden düşen insan maymunlarız biz
Saklamış sonsuzluğu bizden yorgun usumuz!
Öğrenmek istiyoruz:-Kuşkular “hayır” diyor,
Kara kanatları üstümüze geriyor...
-Kaçıyor uzaklara soluk soluğa ufuk!...
.........................
Kavuşturmuş kollarını ayakta ve dimdik
Duruyor İnsan şimdi, gök perdesi açılmış,
Artık ne bilinmeyen, ne de gizemler kalmış!
İnsan şarkı söylüyor... şarkı söylüyor orman
Ezgiler yükseliyor ırmağın sularından.
Bir mutlu şarkıdır bu, ışığa, güne gülen
-Bu aşktır! Bu aşktır hey! Bu kurtuluştur gelen!..)
......................
Yeniden doğan ülkü, ey yüceliği tenin
Ey kızıl taçlı şafak, utkusu düşüncenin,
Küçük Eros, Kallipyge, donanıyor karlarla.
Kadınlar ve çiçekler güzel ayaklarında
Dizleriniz dibinde açılıp yeşerecek
Tanrılar, Oğulları sizlere baş eğecek!
-Ey büyük Ariadne, güneş altında, beyaz
Kıyılara hüznünü hıçkıran avaz avaz ,
Görünce kaçan Theseus’un ak yelkenini
Sen ey tatlı, ergen kız, geceler nasıl seni
İncitti? Konuşma, sus! Kara üzüm nakışlı
Altın arabasında Lysios, çatık kaşlı,
Kösnülü kaplanlara ve panterlerle kızıl,
Frikya kırlarında geziyor usul usul,
Masmavi ırmakların kıyısında kayıyor
Karanlık köpükleri kırmızıya boyuyor.
-Zeus, Boğa, boynunda Europa çırılçıplak
Küçük bir çocuk gibi sarmış kollarını bak
Tanrı’nın dalgalarla titreyen sert boynuna,
Bırakmış bedenini maviliğin koynuna
Sallıyor Zeus onu sularda, beşik gibi,
Çevirince yüzüne tanrısal gözlerini
Kızın çiçek yanağı sararıyor, soluyor
Tül tül ,Zeus’un güçlü alnına yayılıyor,
Kapanıyor gözleri kutsal öpücüklerle,
Çiçekliyor saçını dalgalar köpüklerle.
-Zakkum ağacı ile geveze lotüslerin
Arasına kayıyor hülyalı Kuğu, serin
Suların sevgilisi Leda’ya sarılıyor.
-Kirpis acayip güzel, dalgalara salıyor
İri göğüslerini, yuvarlak, kemer gibi,
“Ben bu durgun suların ecesiyim” der gibi
Geçiyor usul usul, Kirpis, tanrı bakışlı
Kar gibi beyaz karnı, kara köpük nakışlı,
-Utku anıtı gibi dimdik, güçlü bedeni,
Aslan derisi ile kaplanmış kıllı teni
Hayvan Eğiticisi, Harekles gökyüzünde
Hışımla ilerliyor bulutların izinde!
Yarı aydınlık yaz gecesinde, çırılçıplak
Ayakta, saman gibi solgun, düşler kurarak
Ağır dalgası, o uzun, mavi saçlarının
Benek benek uçuk alnında, hülyalı, dalgın
Köpüğün kızardığı alacakaranlıkta
Bakıp duruyor Dryade, sessiz ve sakin ufka.
-Ürkek beyaz Selene, tül örtüsünü atmış,
Yiğit Endymion’un nazla dizine yatmış,
Solgun ay ışığında öpüşüp duruyorlar,
-Uzakta, ah uzakta ağlayan bir Kaynak var
Pınarlar tanrıçası Nymphe’nin gözyaşıdır bu
Köpüklü bir vazoya dayamış da kolunu
Ak tenli güzel delikanlıyı düşünüyor,
“Sularım, alın onu, ban getirin” diyor.
-Gecenin saçlarında serin bir sevda yeli,
Karanlık ormanlarda Doğa Ananın eli
Ağaçları, dalları yoklarken birer birer,
Duruyor ayakta dimdik, korkusuz Mermerler,
Şakrak kuşunun alnında yuvalandığı Tanrılar,
-Dinliyor Dünyamızı ve İnsanı Tanrılar!
29 nisan 1870
(Çev.:Erdoğan Alkan)
Ofelya
Yıldızların uyuduğu, sessiz, kara
Dalgalarda Ofelya iri bir zambak,
Yüzüyor duvaklı uzanmış sulara...
-Avcı borularının ezgisinde bak.
Bin yıl geçti, Ofelya yine üzgün,
Uzun sularda kefen gibi akıyor.
Bin yıldır, gündüz gece, deli gönlünün
Hüznünü meltem yellerine döküyor.
Açıp sularda salınan tüllerini
Beyaz göğüslerini öpüyor rüzgar,
Söğütler eğmiş omzuna dallarını
Ağlıyor. Uykulu alnında kamışlar.
Yöresinde üzgün nilüferler bazan,
Dağıtıyor Ofelya kızılağacın uykusunu,
Bir kanat vuruşuyla dallar yuvadan
-Salıyor yıldızların altın şarkısını.
Sen ey solgun Ofelya, kar gibi güzel!
Sulara gelin oldun ergen çağlarda!
-Çünkü Norveç doruklarından esen yel
Acı özgürlüğün tadını öğretti sana:
Savuran bir soluk gür perçemlerini
Büyüyordu düşlerinin akışında;
Dinliyordun Doğa’nın ezgilerini
Ağacın, gecelerin yakınışında;
Çünkü boğuk sesi çılgın denizlerin
O tatlı, çocuk göğsüne vuruyordu;
Bir nisan sabahı, yorgun bir atlı senin
Dizlerinde sessizce oturuyordu!
Gök! Aşk! Özgürlük! Bu nasıl düş Deli Kız!
Güneş vuran kar gibi eriyip gittin;
Konuşma, sus! Seviyi bizlere dilsiz
O mavi gözlerinle çoktan öğrettin!
-Ve diyor ki Ozan: Aydın gecelerde
Ofelyam çiçekler devşiriyorsun;
Hep böyle yüz ak gelinliğinle suda
Dalgalar beşiğini sallayıp dursun.
15 Mayıs 1870
(Çev.:Erdoğan Alkan)
Asılmışların Balosu
Darağacı, balıkçıl kuşu, kara
İblisin arık şövalyeleri
Dans ediyor, dans ediyorlar orda
Selahattin’in iskeletleri.
Yüzleri buruşuk, küçük, kara kuklaların
Çekmiş sayın Belzebuth ipini, gökyüzünde,
Şaklatıp alınlarında bir terlik altını,
Oynatıyor, eski bir Noel ezgilerinde!
Kara orglar gibi ince, uzun kollarını
Doluyor birbirine çarpışınca kuklalar.
Bir zamanlar aksoylu hanımların sardığı
Göğüsleri iğrenç bir aşka dokunmadalar.
Hurra! Şen oyuncular, işkembesiz, dertsiz baş!
Takla atılabilir, sehpalar öyle uzun!
Hop! bilinmesin artık, bu dans mı? ya da savaş?
Gıcırdarken kemanı kudurmuş Belzebuth’un
Sert topuklar! ey sandal giyinmeyecek ayak!
Hemen hepsi deri gömleklerini sıyırmış:
Gizli saklı yanları, artık ayıpları yok.
Kafataslarına kar beyaz bir şapka örmüş.
Bu çatlak kafalara sorguç olmuş bir karga
O artık çenesinde titriyor bir tutam et:
Sanki dolaşıyorlar ölü karanlıkta,
Çarpıp karton zırhlara bunca kemikten yiğit.
Esiyor balosuna iskeletlerin poyraz,
Darağacı inliyor demirden bir org gibi,
Koşuyor ormanlardan aç kurtlar avaz avaz:
Gökyüzü andırıyor kızıl bir cehennemi...
Yaslı kabadayılar, hop! sallayın beni de
Kırık ellerinizle geçerken sinsi sinsi.
Bir aşk tespihi solgun omuriliklerinde:
Bura manastır değil, ölüler ülkesidir!
Heey! İşte ortasında ölüler dansının, bak,
Sıçrıyor çılgın bir iskelet gökyüzüne,
Coşkuyla sürüklenmiş, at gibi şahlanarak,
Sanki katı ipi boynunda duyuyor yine,
Çatlayan uyluğunda büzmüş on parmağını
Dalgacı gülüşlere benzeyen çığlıklarla,
Ve bir soytarı gibi barınağına girip
Sıçrıyor kemiklerin şarkılı balosunda.
Darağacı, balıkçıl kuşu, kara,
İblisin arık şövalyeleri
Dans ediyor, dans ediyorlar orda,
Selahattin’in iskeletleri.
(Çev.:Erdoğan Alkan)
Doksaniki Ölüleri
...Yetmişlerin fransızları: bonaparte’çılar,
cumhuriyetçiler, 92’lerdeki babalarınızı
anımsıyor musunuz, vbg...
PAUL DE CASNAGNAC(Le Pays)
Özgürlüğün o güçlü öpücüğüyle solmuş,
Doksaniki, doksanüç yılında ölenler, siz
İnsanlığın ruhuna ve alnına vurulmuş
Boyunduruğu sizler kırıp parçaladınız;
Acı çekerken bile acılarından büyük
Yırtık giysilerinde aşkla çarpan yürekler,
Ölüm sizi bozkırda topladı höyük höyük
Yeni bir savaş için. ey unutulmuş erler!
Kanlarıyla yıkayan kirli büyüklükleri,
Sizler; Valmy, Fleurus,İtalya ölüleri
Ey milyonlarca İsa, karanlık, tatlı gözlü;
Kralların önünde şimdi başımız eğik,
Cumhuriyetle sizi uykulara terk ettik,
-Yalnız Bay Cassagnac’lar söylüyor öykünüzü!
(Çev.:Erdoğan Alkan)
Gönlümce Bir Kış
O kıza...
Küçük, pembe, mavi yastıklı kompartımanda
Yola çıkacağız bu kış.
Çılgın öpücükler yuvarlanacak her yanda
İkimiz rahat, başıboş
Akşamın gölgeleri sarkınca pencereden
O kutların yüzünü,
Ve o kara şeytanları görmemek için, sen
Yumacaksın gözünü.
Yanağın kaşınacak. N’oldu, böcek mi sokmuş?
Yoo.. çılgın bir örümcek gibi küçük bir öpüş
Ensende geziniyor..
Eğip boynunu bana: ”haydi ara” diyorsun,
-Bu gezgin örümceği aramak, biliyorsun
Tatlı zamanı yiyor.
Kompartmanda
7 ekim 1870
(Çev.:Erdoğan Alkan)
Çapkın Kız
Kahverengi bir salon, cila ve meyva kokan,
Kurulmuş koca iskemleye tıkınıyordum,
Bir Belçika yemeği, buyursun canı çeken,
Yeter ki karnIm doysun, aldırmayıp yiyiyordum,
Rahattım -oh ne güzel çalar saatin sesi-
Derken, mutfak açıldı, sürünmüş, sürmelenmiş,
Kılık kıyafetine ise biraz boş vermiş,
Yanaştı cilvelenip aşevi hizmetçisi.
İstediği tatlı bir öpücüktü sanırım
Belçikalı kızları bakışından tanırım,
Fazla çatal kaşıkları masadan topladı,
Dudak büktü gülerek çocuk bir yüzle bana:
Bastırıp parmağını şeftali yanağına,
“Buramı üşütmüşüm, dokun anlarsın “ dedi.
Charleoi
Ekim 1870
(Çev.:Erdoğan Alkan)
Çalınmış Yürek
Üzgün yüreğim akıyor gemiye,
Bir gevişlik tütün sarması gibi;
Çorba artıkları yüzümde niye?
Üzgün yüreğim akıyor gemiye;
Ya bu kaba saba sözler ne diye?
Adamların bu zevzek gülüşleri?
Üzgün yüreğim akıyor gemiye
Bir gevişlik tütün salyası gibi.
Hep belden aşağı edepsiz laflar
Onu nasıl baştan çıkardı, bakın!
Dümende de o biçim resimler var,
Sevişmeler, kalkmış cinsel organlar...
Siz ey beni büyüleyen dalgalar,
Alın kirli yüreğimi arıtın
Hep belden aşağı edepsiz laflar
O’nu nasıl baştan çıkardı, bakın!
Tütünün posası çıktı çıkacak
Ey çalınmış yürek n’eyleyeceğim?
Ayyaş hıçkırıkları başlayacak,
Tütünün posası çıktı çıkacak;
Midem boşalıp boşalıp dolacak,
Ben ki, yenmiş yutulmuşsa yüreğim,
-Tütünün posası çıktı çıkacak-
Ey çalınmış yürek n’eyleyeceğim?
Mayıs 1871
(Çev.:Erdoğan Alkan)
Esrik Gemi
Çığırtan Kızılderililer çarmıha germiş,
Çakmış kanlı direklere yedekçilerimi;
Kendimi özgür Irmaklara kapıp koyvermiş,
Gidiyorum...sular alıp götürüyor beni.
Ne İngiliz pamuğu, ne de Felemenk unu,
Ne tayfa patırtısı, ne başka derdim kaldı.
Bitirdi yedekçiler ahret yolculuğunu,
Özlediğim yerlere yelkenlerim açıldı.
Geçen kış öfke ile çalkalanırken sular,
Çocuk beyinlerinden daha dilsiz, sağır, ben,
Öyle koştum durdum ki Yarımadalar
Bu yılmamıştı büyük gürültülerden.
Sabah uyanışımı fırtınalar kutsadı,
Mantar gibi, on gece dalgalarda oynadım,
Ölüm kervanı sular beni durduramadı,
Fenerlerin budala gözlerine bakmadım.
Çocuklar nasıl hazla elmayı ısırırsa,
Öyle iştahla doldu çam tekneme yeşil su,
Alıp gitti her şeyi; dümen, kanca, ne varsa,
Ne kusmuk kaldı ne de mavi şarap tortusu.
Sütbeyazım, yıldızlar akıyor her yanımdan,
Denizin Şiirinde yunduğum günden beri.
Kemirdiğim yeşil maviliğin solgun, hayran
Boşluğuna bazan dalgın bir ölü inerdi.
Orada mavilikler, coşkular ve güneşin
Parıltısı, ezgiler bir sönüp bir yanıyor,
Telli sazlardan büyük, alkolden daha etkin,
Aşkın acı kızıllıkları mayalanıyor!
Bilirim nasıl döğer kıyıları dalgalar,
Şafağın güvercinler gibi coştuğu anı,
Akıntı ne, hortum ne, gökler nasıl çatırdar,
Ben gerçekte yaşadım düşlerde yaşananı.
Gizemli korkularla yüzünde benek benek,
Güneşi gördüm,uzun, mor buzlarla ışıldayan,
Ve dalgalar gördüm usta oyunculara denk,
Ürpertilerini çok uzaklara yansıtan.
Denizin gözlerine yükselen bir öpücük
Yeşil geceyi gördüm o büyülü karlarla
Nice besi suları ve sarının, mavinin
Uyanışını gördüm şarkıcı fosforlarla!
Aylarca, isterik bir hayvan sürüsü gibi
Sığ kayalara binen çalkantıyı izledim,
Götürsün diye azgın suları, Meryemlerin
Nurlu ayaklarından bir yardım beklemedim!
Biliyor musunuz, Florida’ya bindirdim,
Deri panter gözler karışmıştı çiçeklere,
Ve ebemkuşakları denizlerin ufkunda
Dizginlerini çekmişti yeşil sürülere.
Kaynayıp mayalanan dev bataklıklar gördüm,
Çürümüştü içinde sazlarla Leviathan!
Ortalık sütlimanken yarılan sular gördüm.
Nice burgaçlar gördüm enginlikleri yutan!
Buzlar, gümüş güneşler, kor gökler, sedef sular..
Derken dalgalar beni bir körfeze savurdu,
Tahtakurularının kemirdiği yılanlar
Kara kokularıyla dallardan sarkıyordu!
Görsün isterdim, görsün çocuklar altın pullu
Gümüş balıkların o mavi dalgaların!
-Salladı beni beyaz köpükler çiçek dilli,
Kanadına takıldım tarifsiz rüzgârların.
Kutbun ve karaların yorgun kurbanı deniz
Hıçkırınca bazan, tatlı tatlı salınırdım,
Ve sundukça sarı dilli çiçeklerini, diz
Çökmüş bir kadın gibi öyle kalakalırdım...
Sallanan bir adayım , gidiyorum, bordama
Ela gözlü, kavgacı, cırlak kuşlar konuyor,
Ölüler var takılmış iplerin arasına,
Uykuya yatmak için dalgalara iniyor!
Kasırganın kuş uçmaz enginlere attığı
Ben, koyların saçları altında yitik gemi,
Bulamaz ne zırhlılar, ne Hanse kadırgaları
Esrik su kemiğine dönen iskeletimi;
Duvar gibi kızaran gökyüzünün damını
Bendim özgür, tüterek, sisler içinde oyan,
Tanınmış ozanlara mavilik yosunları,
Ve güneş likenleri, cins reçeller taşıyan.
Denizötesi gökleri sopalarla temmuz
Kızgın hunilerin içine çökerttiği an,
Üstümde elektrikli aylar, bütün bir yaz,
Bendim denizaygırlarıyla çılgınca koşan.
Nasıl da titriyordum elli mil ötelerden
Korkunç Canavarları duyumsatınca deniz,
Mavi durgunlukların palamarcısıyım ben,
O eski Avrupayı ne özledim bilseniz!
Göklerinin kapısı yelkenlere açılan
Takımadalar gördüm, yıldız yıldız adalar,
Dipsiz gecelerde mi, ey geleceğin Gücü,
Uyur, göç edersiniz, ey milyonlarca kuşlar?-
Akşamlar ağlatıyor, ağladım, çok ağladım!
Ay ışığı insafsız, güneşler acımasız:
Buruk aşklar elinde uyuşup esrik kaldım,
Yeter, yarılsın teknem! Alsın beni bu deniz!
Avrupa’da sevdiğim tek su var: kara, soğuk
Akıyor yarıklardan, burcu burcu tan vakti
Yüzdürüyor diz çökmüş hüzün dolu bir çocuk
Kelebek kadar narin kağıttan gemisini
Acılarda çalkalanıp güçsüz düştüm dalgalar!
Pamuk tüccarlarına hayır diyor dümenim,
Artık benim için ne bayrak ne bandıra var,
Bu öfkeli sularda ne de yüzebilirim.
(Çev.:Erdoğan Alkan)
Bottom
Büyük kişiliğim için çok çetindi ya gerçek, yine de kendimi
hanımımın evinde buldum; kül rengi mavi, iri bir kuş
olmuşum, kanatlarını akşam gölgeleri içinde sürüyerek
tavanın silmelerine doğru havalanan. O tapılası mücevher-
lerini, teninin başyapıtlarını taşıyan yatağın ayakucunda diş
etleri mosmor, göğsünün kılları üzüntüden ağarmış bir ayı
azmanı oldum, gözlerim konsoldaki billur, gümüş takımlar-
da. Gölge oldu, bir yanar akvaryum oldu her şey. Sabahleyin
-kavgacı temmuz şafağıyla- çıktım kırlara: Koca eşek,
anırarak, derdimi sopa gibi sallayarak koştum öyle, ta yöre-
den Sabin kızları gelip kendilerini göğsüme atıncaya dek.
(Çev: Can Alkor)
Eski
Pan’ın güzelim oğlu! Çiçekler ve salkımlarla taçlı al-
nının yöresinde gözlerin, değerli küreler, dönüp duru-
yor. Şarap tortusu bulaşık avurtların çöküyor. Işıldıyor
dişlerin. Göğsün benziyor gitara, sarışın kollarında çalgı
sesleri. Çarpıyor yüreğin çifte cinsin uyuduğu karında.
Gezin geceleyin oynatıp tatlı tatlı, o kalçanı, bu kalçanı
ve şu bacağını.
(Çev.:Erdoğan Alkan)
Krallık
Güzel bir sabah, tatlı mı tatlı bir halkın içinde, onur-
lu bir erkekle bir kadın bağırıyordu genel alanda: “Dost-
larım, ece olsun istiyorum bu kadın!” “Ece olmak istiyo-
rum!” Gülüyordu ve titriyordu kadın. Ermiş, sınavdan
geçmiş dostlara sesleniyordu adam. Karşılıklı kendilerin-
den geçiyorlardı.
Ve, lâl rengi duvar kağıtlarının evler üstünde yüksel-
diği bütün bir sabah, ve palmiye bahçelerinin kıyısında
yürüdükleri bir öğlensonrası gerçekten kral oldular.
(Çev.:Erdoğan Alkan)
Cassis Irmağı
Bilmediği vadilerde yuvarlanıyor,
Cassıs Irmağı. Nice
Kargalar onunla çığrışıp duruyor,
Meleksi sesleriyle:
Rüzgârlar üstüne abanıyor
Çamların devinimiyle.
Yuvarlanıyor her şey, gizemli, hırçın
Eski çağ kırlarından;
Yüreğinden bahçelerin, burçların
Akıyorlar kıyılara, duyulan
Ölü tutkusudur gezgin şövalyelerin
Ey yel, cana can katan!
Bu geçide sevgiyle bakan yolcu
Daha nice yollar aşar.
Sizler, Tanrının gönderdiği korucu
Sevgili, tatlı kargalar!
Kovun bu kurnaz köylüyü, kuru
Bir dal kırdı, yine kırar.
Mayıs 1872
(Çev.:Erdoğan Alkan)
Sabah Dileği
İlkyaz, sabahın dördü, sürüyor
Yatakta aşkın derin uykusu
Tanla, kutlu akşamın kokusu
Koruda buğulanıyor.
Dülgerler şurda, şu büyük yerde,
Üzerlerinde sadece gömlek,
Hesperus Kızlarının güneşinde
Çalışmaya başlamış bak.
Köpükten çöl içinde, usulca
Tavan kaplaması hazırlıyorlar,
Şenlensin diye kentin görkemi
Yapay gökler altında
Bir Babil kralının uyrukları
Bunlar, Venüs, bu büyülü işçiler
Bırak biraz taçlı Aşıklarını
Sevini bunlara da ver.
Ey çobanların Ecesi!
İçki sun, bak seni gözlüyorlar,
Akıt dudaklarına bengisu,
Öğlen denizini özlüyorlar.
Mayıs 1872
(Çev.:Erdoğan Alkan)
Brüksel
Regent Bulvarı
Sevimli Jüpiter sarayına dek
Horozibiği sahanlıkları
-Biliyorum Sensin, Sahra mavini
Getirip katan bu yerlere, tek tek!
Onların da oyun alanları var
Gül, güneşin çamı, sarmaşık gibi;
Karşıdaki küçük dulun kafesi.
Şunlar hangi
Kuş sürüleridir! iaio, iaio!
Eski tutkular var, evler var, durgun
Köşkü, aşkla çıldırmış Deli kızın
Ve dalları var gülağaçlarının,
Juliette’in loş ve basık balkonu.
Juliette denince, o tren istasyonu,
Dibinde binlerce mavi iblisin
Dans ettiği bir bahçe gibi tepenin
Ortasındaki Henriette gelir akla.
İrlandalı Kız’ın cennet yelinde
Gitar çalıp şakıdığı yeşil ova,
Güyan vari yemek salonu sonra,
Çocukların, duvarların gevezeliği.
Ve sen, guguk kuşunun penceresi
Güneş altında uyuklayan şimşirin
Ve salyangozların hantallığında çalan!
Sonra?
Her şey güzel! çok, çok güzel! Susalım.
Ne devinim, ne tecim var bulvarda,
Susmuş her tür acıklı gülünç oyun,
Sonsuz sahnelerde seni tanıyor
Ve sessizce sana tapınıyorum.
Temmuz 1872
(Çev.:Erdoğan Alkan)