Apollon ve Daphne (Defne)
Yapraklarından, meyvelerinden, kabuk ve taze dallarından yararlanılan defne bitkisinin adı; Anadolu, Akdeniz dillerinden dünya dillerine geçen bir sözcüktür. Adı, mitolojiden dünya dillerine armağan defne, Anadolu dağlarını süslemek, sofralarımıza lezzet katmak, bedenimize sağlık katmakla kalmayıp Türkçe’de gündelik yaşamın dışında çocuklarımızın adı olarak da yaşıyor.
Kimi yörelerde “tahnel, tehnel, teynel, tenel” de denilen bu bitkinin çoğunlukla yapraklarından baharat, meyvelerinden yağ elde edilmektedir. Anadolu dağlarının yaz kış yeşil süsü olan defne, kozmetik sanayinin de gözbebeğidir. Türkiye’nin özellikle Akdeniz, Ege, Marmara ve Karadeniz kıyı kesimlerinde yetişen defne Türkiye’nin ihraç edilen önemli orman ürünlerinden biridir. Yunanistan üzerinden Fransa ve İtalya’ya hammadde olarak gönderilen defne ilginçtir oradaki tesislerde işlenerek parfüm sanayinde kullanılır ve yeniden Türkiye’ye döner.
Defne eski zamanların en gözde süs takılarından biridir. Yapılan arkeolojik kazılarda ele geçen ve müzelerde sergilenen süs ve takı eşyalarında defne yaprakları işlenmiştir. Kralların, şairlerin başında taç olarak defne vardır.
Anayurdu Anadolu ve Akdeniz Bölgesi olan defne, mitolojik öykülerin en gözdelerindendir. İşte onun öyküsü:
Bir gün Güneş ve Güzel Sanatlar Tanrısı Apollon, ırmak kenarında dolaşırken genç ve güzel bir kız gördü. Uzun saçları omuzları üzerinde dalgalanan bu benzersiz güzelin adı Daphne’ydi.
Apollon’un kız kardeşi Artemis gibi evlenmemeye ant içen Daphne; dağ başlarında ormanlarda dolaşmayı, yabani hayvanları kovalamayı seviyordu.
Babası ona evlenmesini, kendisine bir torun vermesini söyleyip duruyordu. Daphne de, “Ey benim dünyaya gelmeme neden olan sevgili babacığım, bağımsız olarak yaşamama izin ver” diye karşılık vererek evlenme konusunu kapatıyordu.
Daphne’yi uzun zamandan bu yana sevmekte olan Apollon fırsat kolluyordu. Önüne çıkacak her tür engeli aşmaya kararlıydı. Bu yüzden Daphne’ye âşık olan bir başka gencin ölümüne neden olmuştu.
Daphne’ye âşık kralın oğlu Leukippos ona yakın olabilmek için genç bir kız kılığına girdi. Daphne ile yakın arkadaş oldu. Daphne’nin Leukippos’a âşık olabileceğinden endişe duyan Apollon onu ortadan kaldırmayı düşündü. Leukippos genç kız kılığında yarı tanrı kızların Nympha’ların düzenlediği şenliğe gitti. Apollon bunu fırsat bilerek şenlikteki herkesin bir kaynakta yıkanmalarını önerdi. Herkesin gerçekten kadın olduğunun anlaşılması için soyunarak suya girmelerini söyledi. Leukippos soyunmak istemedi. Arkadaşları onu zorladılar. Leukippos’un kız kılığına girmiş erkek olduğu ortaya çıkınca Nympha’lar onu öldürmeye kalkıştı. Tanrılar genç delikanlıyı görünmez yapıp kurtardılar.
Apollon, Daphne’nin peşine düştü. Daphne, Apollon’u görür görmez sırtını ona çevirdi. Bir rüzgar gibi oradan uzaklaşmak istedi. Kaçmaya başlayınca Apollon onu kovalamaya başladı. Hem koşuyor hem de Daphne’ye durması için yalvarıyordu:
“Daphne, yalvarırım dur! Benden zarar gelmez sana! Senin düşmanın değilim! Beni senin peşinde koşturtan senin güzelliğin, sana olan sevgimdir. Yavaşla biraz, hiç olmazsa peşinde koşanın kim olduğuna bir bak! Ben ışık tanrısıyım. Benim babam tanrıların büyüğü Zeus… Bana “Üzüntülerle dolu geleceklerini okuyan ve her şeyi bilen, her şeye yaşam veren Apollon” derler!
Tanrılarla birlikte olan kadınların başına gelenleri duyarak büyüyen Daphne daha da hızlandı. Rüzgar saçlarını bir ağacın dallarını sallarcasına savuruyordu. Apollon hiç vazgeçecek gibi değildi. Neredeyse yetişmek üzereydi. Daphne kurtulamayacağını anlayınca durdu ayağıyla toprağı kazıyarak yakarmaya başladı:
“Ey toprak ana, beni ört, beni sakla, beni kurtar, beni koru! Bana acı veren bu güzelliğimi alarak değiştir benim görünüşümü!”
Daphne; bedeninin ağırlaştığını, organlarının uyuşmaya başladığını, odunlaştığını duyumsadı. Gri bir kabuk göğüslerini kapladı. Kokulu saçları yapraklara dönüştü. Kolları dallar gibi uzadı. Nazik ve küçük ayakları kökleşti, toprağın derinliklerine saklandı. Başı büyük bir ağacın tepesi gibi oldu. Daphne, bir defne ağacına dönüştü.
Peşinde koştuğu güzeller güzeli bir kıza sarılacağını sanarak atılan Apollon bir defne ağacına çarpmış oldu. Ağacın derinliklerinden Daphne’nin yüreğinin atışları geliyordu. Apollon ağaca sarıldı ve Daphne’ye seslendi:
“Güzel Daphne! Eşim olmadın; ama ağacım olacaksın hiç değilse… Bundan sonra sen, Apollon’un kutsal ağacı olacaksın. Her mevsim yapraklarını bir süs gibi taşıyacaksın! O solmayan ve dökülmeyen yaprakların, başımın çelengi olacak. Taç gibi taşıyacağım seni başımda… Ok kılıfımı süsleyeceksin sen! Zafer kazanmışların tacı sen olacaksın. Değerli kahramanlar, savaşlarda zafer kazananlar, ünlü şairler, büyük işler başaranlar hep senin yapraklarınla mağrur alınlarını süsleyecekler. Lirimi sen süsleyeceksin! Şiirlerde, şarkılarda adlarımız ve sevdamız sonsuza dek yaşayacak!”
Apollon başına taç yaptı defnenin dalı ve yapraklarını… Lirini çalıp güzel sanatlar perileri dokuz kızdan oluşan Musa’lar Korosu’nu yönetirken bu çelenkler süsledi onların başını… Bu sözler, şarkılar bir sevda rüzgarı oldu. Bu fısıltıyı duyan defne ağacı dallarını salladı, başını örten yapraklarını esintiye bırakarak saygıyla eğildi.
O günden bu yana defne her sevda rüzgarı esintisini duyunca eğilir. Defnenin ve öyküsünün geçtiği yer bugünkü Antakya’nın kendisi denli ünlü beldesi Harbiye’dir. Öyle ki defne ağaçlarıyla örtülü Harbiye’den akan şelaleler Daphne’nin gözyaşları sayılır.
Büyük Latin Ozan Ovidius’un dizelerinde anlattığı bu sevda öyküsü çok sayıda sanatçıya da esin kaynağı oldu. Defne artık evrensel kültürün bir parçasıydı. Bernini, “Apollon ve Daphne” adlı mermer heykel grubunu yaptı. İlk Alman operası “Daphne”ydi. Schütz’un bestelediği bu opera kayıp olmasına karşın Strauss’un operası sahnelenmeyi sürdürüyor. Çok sayıda ünlü tabloya konu olan defne, Türk şiirinde, Melih Cevdet Anday’ın dizelerinde yerini buldu. O dizelerle noktalayalım Defne’yi:
Defne ile Tanrı
Eskiden çok eskiden yeryüzünde
Güzelliği dillere destan
Bir su perisi vardı adı Defne
Upuzun saçları altın sarısıydı
Dolaşırdı kuytu ormanlarda bütün gün
Defne ırmak tanrısının kızıydı
Babası Pene derdi ki, kızım
Sen bana bir damat borçlusun
Sen bana bir torun borçlusun
Defne dedi ki babacığım
Beni zorlama ne olursun
Bırak beni kız kalayım ne olursun
Sıram boynu büyük yavuklu
Bekleyedursun bir ayında
Defne başıboş gönlü özgür
İnatçı, hırçın ve gururlu
Koşup dururdu ormanda
“ benim geyiğim sen, kuzum sen
Benim biricik güvercinim sen
Kuzu kurttan korkar, geyik aslandan
Güvercin kartaldan kaçar
Ben sana acı vermek istemem
Ayaklarını kanatmasın çalılar
Yavaşla biraz düşeceksin
Geçtiğin keçi yolları dar
Dur hele kaçma benden
Sevgimdir seni kovalayan…”
Daha sözünü bitirmeden avcı
Korkak adımlarla uzaklaştı Defne
Kaçarken daha bir güzelleşti de
Ardında tir tir titreyen avcı
Tavşan kovalayan hırslı bir tazı
Gibi düştü Defne’nin peşine.
“ Ben de yılmadan kovalayacağım
Büyülediğin kimmiş öğren
Ben ne bir dağlı ne bir çobanım
Oklardan sakınılmaz tanrıyım
Koca Zeus’tur babam
Geçmişi, bugünü, geleceği
Benimle bildi herkes, benimle bilir
Saz tellerine ben verdim seslerini
İlaçlar yaptım yabanıl otlardan
Ama bana çare değil şimdi hiçbiri
Kimden kaçıyorsun öyle sen
Asıl sensin benim avcım
Beni sen vurdun can evimden”.
Tavşan koşuyor, durmadan koşuyordu
Ardında av köpeği ter içinde
Boynunu uzatmış, yetişmek üzere
Birinde umut vardı, birinde korku
Tavşan ensesinde nefesler duyuyordu
Çünkü ışık gibi saran tanrıyı
Sevinin kanatlarıydı.
Gücü kalmamıştı artık Defne’nin
Koşamıyordu kaçamıyordu
Sapsarı, yalvardı babasına
Pene’nin suları üstünde gezdirip gözlerini
Cezasını çekiyorum güzelliğimin
Irmakların gücü de sen gibi tanrısalsa
Ne yap yap değiştir beni
Başka bir biçime koy baba”.
Yalvarması daha bitmemişti ki
Bir gevşeklik sardı her yerini
Örtüldü göğüs yaprakla
Kolları, saçları dal oluverdi.
Avcı kollarına aldığı zaman
Kalbi çarpıyordu Defne’nin
Taze yaprakların altından.
Yazık dedi tanrı çok yazık
Saramadan yitirdim seni
Bari benim ağacım ol da
Yaprakların çelenk olsun kahramanlara
Ezgilerde, türkülerde anılsın bundan sonra
Yan yana adlarımız
Yazık dedi tanrı çok yazık.
Eskiden çok eskiden yeryüzünde
Güzelliği dillere destan
Bir su perisi vardı adı Defne
Upuzun saçları altın sarısıydı
Dolaşırdı kuytu ormanlarda bütün gün
Defne ırmak tanrısının kızıydı
Babası Pene derdi ki, kızım
Sen bana bir damat borçlusun
Sen bana bir torun borçlusun
Defne dedi ki babacığım
Beni zorlama ne olursun
Bırak beni kız kalayım ne olursun
Sıram boynu büyük yavuklu
Bekleyedursun bir ayında
Defne başıboş gönlü özgür
İnatçı, hırçın ve gururlu
Koşup dururdu ormanda
“ benim geyiğim sen, kuzum sen
Benim biricik güvercinim sen
Kuzu kurttan korkar, geyik aslandan
Güvercin kartaldan kaçar
Ben sana acı vermek istemem
Ayaklarını kanatmasın çalılar
Yavaşla biraz düşeceksin
Geçtiğin keçi yolları dar
Dur hele kaçma benden
Sevgimdir seni kovalayan…”
Daha sözünü bitirmeden avcı
Korkak adımlarla uzaklaştı Defne
Kaçarken daha bir güzelleşti de
Ardında tir tir titreyen avcı
Tavşan kovalayan hırslı bir tazı
Gibi düştü Defne’nin peşine.
“ Ben de yılmadan kovalayacağım
Büyülediğin kimmiş öğren
Ben ne bir dağlı ne bir çobanım
Oklardan sakınılmaz tanrıyım
Koca Zeus’tur babam
Geçmişi, bugünü, geleceği
Benimle bildi herkes, benimle bilir
Saz tellerine ben verdim seslerini
İlaçlar yaptım yabanıl otlardan
Ama bana çare değil şimdi hiçbiri
Kimden kaçıyorsun öyle sen
Asıl sensin benim avcım
Beni sen vurdun can evimden”.
Tavşan koşuyor, durmadan koşuyordu
Ardında av köpeği ter içinde
Boynunu uzatmış, yetişmek üzere
Birinde umut vardı, birinde korku
Tavşan ensesinde nefesler duyuyordu
Çünkü ışık gibi saran tanrıyı
Sevinin kanatlarıydı.
Gücü kalmamıştı artık Defne’nin
Koşamıyordu kaçamıyordu
Sapsarı, yalvardı babasına
Pene’nin suları üstünde gezdirip gözlerini
Cezasını çekiyorum güzelliğimin
Irmakların gücü de sen gibi tanrısalsa
Ne yap yap değiştir beni
Başka bir biçime koy baba”.
Yalvarması daha bitmemişti ki
Bir gevşeklik sardı her yerini
Örtüldü göğüs yaprakla
Kolları, saçları dal oluverdi.
Avcı kollarına aldığı zaman
Kalbi çarpıyordu Defne’nin
Taze yaprakların altından.
Yazık dedi tanrı çok yazık
Saramadan yitirdim seni
Bari benim ağacım ol da
Yaprakların çelenk olsun kahramanlara
Ezgilerde, türkülerde anılsın bundan sonra
Yan yana adlarımız
Yazık dedi tanrı çok yazık.
Melih Cevdet Anday
Yazar: Songül Saydam
(Bütün Dünya Dergisi’nin 2007/08 nolu sayısından alınmıştır.)
Son düzenleme: