Alternatif Tıp Nedir?

vicdan

Popüler Üye
Kayıtlı Üye
20 Kasım 2006
1.098
26
''Alternatif tıp'' bilim dışı bir kavram değil. Bu konuda araştırma ve çalışmalar sürüyor. Alternatif tıp kesinlikle klasik tıbbı reddetmez. aksine onun çaresiz kaldığı durumlarda devreye girmektedir. Tıbbı aropatik ve homeopatik tıp diye de ayırmaktayız. Aropatik tıpta tedavi, hasta edici etkinin karşıtını kullanma yoluyladır. (Ateşe karşı ateş düşürücü ilacın verilmesi gibi) Homeopatik tıpta ise etkenin benzeri ile tedavi sözkonusudur. (Etkenin öldürülmüş veya zayıflatılmış suşunun aşı olarak vücuda verilmesi gibi) Klasik tıpta semptomatik tedavi yaygın olmasına karşın holistik tıp insanı bütün olarak değerlendirir. Baş ağrısından yakınan şahsa ağrı kesici vermektense, bu ağrının kaynağına inmeyi ve aksaklık olan sistemi bulmayı amaçlar.
Bugün bile eski tababetlerden öğreneceklerimiz var. Eski çin tababetinde insanda etkili yink ve yank adlı iki güçten bahsediliyor. Birbirine zıt bu iki gücün dengede olması sağlığın muhafazası için gereklidir. Muhtemelen bu esrarengiz güçler bugün, canlıda yayılan bioplazmik enerji olarak adlandırılıyor. Bu enerji şekli Rusya''da geliştirilen bir yöntemle, kirlian fotoğrafçılığı gösterilebilmektedir. Bir yaprağın sağlam ve kesildikten sonraki kirlian fotoğraflarının aynı olması bioplazmik enerjinin kesilen parçanın uzaklaştırılmasından sonra bile uzun süre durumunu muhafaza ettiğini göstermektedir. Bu sayede insanda fantom ağrıları olarak bilinen bir uzvun vücuttan uzaklaştırılmasından sonra bile uzvun bulunduğu yerde hissedilen ağrıları da açıklamaktadır. Alternatif tıbbın içeriğinde renk, ses, müzik, mücevher, ışık, psikolojik etki ile tedavi de yer almaktadır. Avrupa''da akıl hastalarının yakıldığı bir dönemde bizde bu hastaların mermer yüzeye çarpan sus sesiyle tedavi edilmesine değinmeden geçmemek gerekir. Psikolojik etki hasta şahsın rahatsızlık veya alışkanlıklarından telkin veya hipnoz yoluyla kurtulmasıdır. Bu yöntemlerin özellikle sigara alışkanlığının terkedilmesindeki başarısı kayda değerdir. Dokunarak hastayı ağrı ve sızılardan kurtaran bir şahsın bioplazmik enerjisini parmak uçlarında toplayabilmesi "kirlian fotoğrafçılığı" ile gösterilebilmektedir.
Mikro cerrahi operasyonlarında bile birleştirilemeyen kılcal damar uçlarının sülükler tarafından örülmesi bu yöntemlerin gözardı edilemeyeceğini göstermiştir. Ancak unutulmaması gereken şudur ki öncelikle klasik tıbbın elden gelen bütün çözümlerinin denenmesi gerekir
 
BEDENİMİZİN doğal iyileştirme gücünü tüm doğal şifa yöntemleriyle harekete geçirerek kendimizi daha iyi hissedebiliriz. Doğal şifa yöntemlerine birçok örnek verebiliriz ; meditasyon, yoga, akapunktur, fitoterapi, ayurveda, reiki, aromaterapi, refleksoloji, homeopati, çiçek esansları ile terapi, kristal terapisi, osteopati, oruç tutarak bedenimizi toksinlerden arındırmak, iridioloji, kinesioloji, naturopati ve daha onlarca doğal şifa yöntemi.

Reiki
Japonca bir kelime olan Reiki, "Evrensel Yaşam Enerjisi" anlamındadır. Dr. Mikao Usui tarafından yüz yıl önce geliştirilmiş ve doğal şifa için kullanılan bir sistemdir. Reiki, evrensel yaşam enerjisinin bedenimize, bir reiki uzmanı yardımıyla kanalize edilmesidir. Yaşamsal enerji ile beslenen bedenimiz duygusal, fiziksel ve ruhsal anlamda beslenir ve iyileşme sürecine katkıda bulunur.

Homeopati
17. yy'da Hollandalı Dr. Samuel Hahnemann tarafından geliştirilen homeopati, yüzyıllardır güvenle kullanılan doğal bir tedavi yöntemidir.
Homeopati'nin özünde "benzer benzeri tedavi eder" düşüncesi vardır.
Kişi hastalandığında belli semptomlar gösterir. Bu semptomların benzeri, bir ilaçla yeniden sağlanabilirse, kişinin hastalığı yenebilmesi için beden kendi kendini iyleştir-mek için yaşamsal enerjiyi harekete geçirir. Homeopatik ilaçlar, bitki, mineral ve hayvansal maddelerin minimum dozda (infinitessimal) su ile seyreltilerek hazırlanmasıdır. Kişinin gösterdiği semptomlar iyice tahlil edilerek benzeri semptomları yaratacak homeopatik ilaçlar hastaya belirli dozlarda verilir. Özünde, kişinin yaşamsal enerjisini harekete geçiren bu doğal ilaçla tedavi yöntemi, son derece güvenlidir.

Çiçek özleri ile Terapi
Çiçek özleri ile terapi, 1930'lu yıllarda Homeopat Dr. Edward Bach ile başlamış ve günümüze kadar çeşitlenerek gelişmiştir. Çiçek terapisi, her fiziksel rahatsızlığın ardında duygusal sorunların olduğu tezine dayanır. Çiçeklerin kendine has pozitif ve negatif özelliği, insanların gösterdiği kişilik özellikleri ile benzerlikler gösterir. Kişinin özellikleri çok iyi tahlil edilmeli ve çiçek özleri bu bilgiler doğrultusunda önerilmelidir. Çiçek terapisinde, çiçeklerin pozitif yaşamsal enerjileri kişinin iyileşme sürecine duygusal anlamda destek olur. Bu yüzden homeopatik ilaç kullanımında çoğu zaman çiçek terapisi de devreye girebilir. Yaşamsal enerjinin harekete geçirilmesi için, çiçek terapisi en doğal şifa yöntemlerindendir.

Kristal Terapisi
Kristaller yüksek vibrasyona (titreşime) sahip minerallerdir. Evrende herşey olduğu gibi, bedenimiz de her an vibrasyon halindedir. Bedenimizin enerji merkezleri, yaşamsal enerji akışıyla beslenir. Bazı nedenlerle, bedenimizin belli noktalarında bloke olan yaşamsal enerji, fiziksel, duygusal ve ruhsal anlamda rahatsızlık verebilir. Kristaller bedende belli kilit noktalara yerleştirilerek, bedenimizdeki vibrasyonu ve dolayısıyla yaşamsal enerji akışını dengeler ve düzenler. Böylece, bedenimizin kendi kendini iyileştirme ve şifa gücü ortaya çıkar.

Osteopati
Yüzyıla yakın bir süredir uygulanan bu doğal terapi yöntemi, kas, kemik, eklem ve sinirlerdeki düzensizliklerin belli rahatsızlıkların temelini oluşturduğu anlayışına dayanır. Elle manipüle edilerek harekete geçirilen kas, eklem, kemik ve sinirler, bedenin iyileştirme gücünü ortaya çıkarır. Nedeni bir türlü açıklanamayan sırt, bel, boyun, eklem ve baş ağrıları bu doğal, ilaçsız tedavi yöntemiyle iyileştirilebilir.

İridioloji
İridioloji, 17. yy'dan bu güne kadar, hastalıkların teşhisi için kullanılmış doğal bir yöntemdir. Gözdeki iris tabakasının okunması olarak basitçe tarif edebileceğimiz bu teşhis sistemi, sağlığımızla ilgili bize bilgi vermektedir. İridioloji, gözdeki iris tabakasının yoğunluğu, göz bebeğinin rengi, şekli ve dokularının görüntüsü, bedenimizin durumu ve varsa hastalığımızla ilgili, iyileşme sürecine katkıda bulunabilecek bilgiler sağlar. İridioloji ile bedenimizin hangi bölgesinde toksin yoğunluğu bulunduğu, ailemizden bize kalan güçlü veya güçsüz özellikler ve genel sağlığımızın seviyesi ile ilgili bilgi edinebiliriz. İridioloji tek başına kullanılan bir yöntem değildir. Elde edilen bilgilerin sağlıklı olarak okunması ve gerekli tedavinin uygulanabilmesi için çok yararlıdır.

Kinesioloji
Tüm soruların cevabının içimizde olduğu düşünülerek, bedenimize soru sorularak ve kasların test edilmesi ile uygulanan bir doğal şifa yöntemidir. Beden sürekli homeostatik mekanizması ile fiziksel fonksiyonlarını izler. Homeostatik mekanizma, bedenin ısı, sıvı, asit gibi pek çok dengelerini korumasını sağlar. Kinesioloji genel olarak bu homeostatik bilgiyle kasların test edilmesi ile okunmasıdır. Kollar ve bacaklar gibi kasların rahat test edilebileceği bölgelerde, uygulanan baskı ve bedene soru sorma yöntemiyle sağlığımızla ilgili pekçok bilgi edinebilir ve yapmamız gerekenleri de öğrenebiliriz.

Naturopati
Tüm doğal şifa yöntemleri naturopatinin altında yer alabilir. Naturopati "Hastalığın değil, kişinin tedavi edilmesi" tezine dayanır. Yani kişiyi parçalara bölerek değil bir bütün olarak görmek ve sağlığına kavuşması için ne gerekiyorsa yapmayı gerektiren, doğal şifa yöntemidir. Naturopatide, kişinin iyileşme gücünün kendi içinde yer aldığı ve gereken ortamın, imkanın ve şifa gücünün harekete geçirilmesiyle, sağlıklı yaşamanın mümkün olduğu savunulur.

Akupunktur
Çin tıbbının büyük bir bölümünü oluşturan Akupunktur, 3000 yıllık bir geçmişe dayanır. Akupunktur, yıllardır, fiziksel, duygusal ve ruhsal sorunlar için uygulanan doğal bir terapidir. Meridyenler, kan dolaşımını sağlayan atar, toplar ve kılcal damarlara paralel hareket eden ve yaşamsal enerji akışının olduğu hatlardır. Akupunktur noktaları olarak tanımlanan, yaşam enerjisinin aktığı noktalara yerleştirilen iğneler, bu enerjiyi harekete geçirerek iyileşme sürecini başlatır. Akupunktur terapisine başlamadan önce yapılan detaylı konsültasyon ile kişinin bir bütün olarak beden uyumu, dengesi incelenir. Tespit edilen verilerle belirlenen akupunktur noktalarına yerleştirilen iğneler belli tekniklerle uygulanır ve bir süre o noktada bırakılır. Batıda yoğun bir şekilde uygulanan bu doğal tedavi yöntemi, yıllardır araştırılarak bir çok farklı uygulama teknikleriyle geliştirilmiştir.
 
Öfkenizi dışa vurun kendinizi koruyun

Yeterli uyku uyuyan, hergün vitamin alan, evinde herhangi bir hayvan besleyen ve gerektiği zaman öfkesini dışa vuran kadınlar, diğerlerine göre daha şanslı. Çünkü onlar sağlıklı ve güzel bir yaşamın kapısını çoktan aralamışlar.

Alışkanlıklarımız, biraz da bizim kişiliğimizi oluşturur. Sizin önemsiz saydığınız ama asla vazgeçemediğiniz bazı alışkanlıklar, aynı zamanda sağlığınızın da bekçileri olabilir. Özellikle kadınlar şu dört alışkanlığı edinmemişse, hemen harekete geçmeliler.

1- Yeterli uyku

Kadının her gece ortalama sekiz saat uyku uyuması gerekir. Ne yazık ki, pek çok kadın, geceleri yeterli uyku uyuyamamaktan yakınıyor. Uyku ilaçlarına rağbetin son yıllarda ne kadar arttığını hepimiz biliyoruz. Düzenli ve yeterli uyku, çocuklar kadar yetişkinler için de önem taşıyor. Özellikle de kadın sağlığında uykunun etkisi çok büyük. Gece yeterince uyku uyuyamayan kadınlarda bağışıklık sistemi zayıflar, kortizol gibi stres hormonlarının sayısı artar. Daha da kötü bir haber verelim: Uykusuzluk çeken kadınlar, kilo alırlar. Stres hormonlarının çoğalması, iştahı artırır. Ayrıca uykusuzluk metabolizmayı da yavaşlatır. Yani yediklerinizi gerektiği gibi yakamazsınız. İşte bu yüzden, uykusundan hiç fedakarlık yapmayan kadınlar, sağlıklarını da korumuş oluyorlar.

2- Hergün vitamin almak

Dengeli ve sağlıklı beslenmenize rağmen, vitamin takviyesi yapmayı ilke edinmeniz, çok güzel bir alışkanlık. Beslenmenize ne kadar dikkat ederseniz edin, mutlaka vücut için gerekli olan bazı mineral ve vitaminlerin eksik kalması kaçınılmazdır. Ayrıca sofranızdan eksik etmediğiniz sebzeler, sizin zannettiğiniz kadar besleyici olmayabilir. Sebze ve meyveler, toplanıp satışa sunulması arasında geçen zamanda vitamin ve mineral kaybına uğrayabilirler. Bu nedenle, her gün bir adet karma vitamin hapı almaya alışmış olmanız, sağlığınıza ne kadar önem verdiğinizi gösterir.

3- Öfkeyi dışa vurmak

Kadınların her zaman soğukkanlı olmaları tercih edilir. Öfkesini dışa vurup bağıran çağıran kadınlar, toplumda pek rağbet görmezler. Oysa kadının sağlığını koruması, bir ölçüde öfkesini içine atmaktan kaçınmasıyla mümkün olur. Kronik baş ağrılarından kalp hastalıklarına kadar pek çok sağlık sorununun öfkeyi bastırmakla doğrudan ilgili olduğu kabul ediliyor.

4- Ev hayvanı beslemek

Evde hayvan beslemenin sakıncaları ve zorlukları pek çok hayvanseveri kara kara düşündürür. Apartmanlarda, kedi köpek beslemek kimi zaman komşularla sorunlar yaşanmasına neden olur. Ama bir ev hayvanına sahip olmak, sağlığınız açısından önem taşır. Bu uğurda bazı zorlukları göze almalısınız. Yapılan araştırmalara göre, kedi ve köpek sahiplerinin kalp atışları ve kan basınçları, hayvan sahibi olmayanlarınkinden çok daha düşük. Stresli dönemleri kolayca atlatmak için bir ev hayvanının sevgisine ve ilgisine ihtiyaç duyarsınız. Evinizde, küçük bir akvaryumda yüzüp duran süs balığı bile, sizin ruh sağlığınızı dengelemenizde yardımcı olur. Akvaryumun karşısına geçip balığınızı seyrederken günün stresini yavaş yavaş üzerinizden attığınızı farkedersiniz.

TILSIMLI YİYECEKLER

Yiyecekler konusunda, kendi kendinize bazı yasaklar uygulamayın. Örneğin çikolatanın şişmanlatması, soğanın nefesinizi kokutması gibi nedenlerle bu yiyeceklerden uzak durmanız yanlış olur. Bakınız uzmanlar, kadınlara özellikle hangi yiyecekleri öneriyorlar:

Acı çikolata

Sabahtan akşama kadar eliniz çikolata paketinin üzerinde olsun demiyoruz. Fakat hergün az miktarda acı çikolata yemelisiniz. Acı çikolata kandaki kolesterol oranını düşürüyor, kalp hastalıklarından korunmanıza yardım ediyor.

Kara üzüm

Doktorlar kırmızı şarap içmenizi öneriyorlar. Kırmızı şarap yerine siyah üzüm yemeniz de, kalp hastalıklarından korunmanıza yardımcı olacaktır. Kalp sağlığı için büyük önem taşıyan maddeleri içeren kara üzüm, şeker hastaları dışında herkese öneriliyor.

Soğan

Soğan, yemeklere lezzet katar. Ayrıca zengin bir C vitamini kaynağıdır. Posalı yiyecekler arasında yer alır . Dahası, sarmısaktan daha etkili bir kan basıncı düzenleyicisidir.

Biftek

Yağsız biftek, vücudunuzun demir ihtiyacını karşılayabilir. Demir eksikliğinin kadınlarda ne büyük sorunlar yarattığını asla unutmamalısınız. Özellikle regl dönemlerinde sık sık biftek yemelisiniz.

Bu yiyeceklere dikkat

Meyve suları yüksek kalori içerir. Bir bardak meyve suyunun bin kalori verdiğini unutmayın. Meyve suyunu zorunlu olmadıkça içmenizi tavsiye etmiyoruz. Moda olan ‘light’ yiyeceklerin size bir yararı olmaz. Yiyeceklerin ‘light’ları da normalleri ile aynı miktarda kalori içerir.
 
Bioenerji hayat akımı" anlamına gelmektedir.İnsanlar ve tüm canlılar bu hayat akımıyla canlılığını korur,kendini yeniler,canlanır ve molekullerden hücrelere kadar iyileşme meydana gelir.FAKAT;evrendeki bu enerjilerin frekansı farklıdır.Yogilere göre kainatta 400.000 çeşit enerji vardır.Mesela kaplıcaları düşünün.Onlarda da meydana gelen enerjik şifa olayıdır.Ama her kaplıca farklı hastalıklara iyi gelmektedir.Neden?Çünkü enerji frekansı ve türü değişiktir.Beslendiği kozmik kaynak farklıdır.
Bioenerjik terapide uzman, terapi uygulayacağı kişinin hastalığına ve durumuna göre gelişigüzel enerji aktarması etkili tedavi meydana getirmez.Geçici bir rahatlık olur.Bioenerjist neyi nasıl,ve niçin yaptığının farkında olan uzman kişidir.Eğitimini yine uzmanlarından almış,uzun yıllar amatörlük devresinde bulunmuş kişidir. Enerji ile Tedavi;
Bulunduğunuz ortama dikkat edin;
Bio-Enerji´nin Kapısı Aralanıyor
İnsandaki enerji alanlarını anlamanın sınırına gelmiş bulunuyoruz. Bunun işareti, pensilinle DNA kodlarının deşifre edilen sonuçlarının karşılaştırılmasıdır, belki de artak yaşamın ve sağlığın ebedi değişimi ya da evrimi ile karşı karşıyayız. 80´li yılların ortalarında "Beden Elektriği" adlı kitabın yazarı olan Dr. Robert Becker enerji alanlarını araştırıyordu. Becker, öncelikle "yaşam bilgisi" gerekli diyor ve geleneksel acı tedavisinin eskidiğini, acının bilinçli bir doğal yaşam anlayışı ile engellenebilecek elektriksel bir olay olduğunu belirtiyordu. Şimdi yüzyılın sonuna gelirken, dünyanın her yerinde önde gelen birçok bilim adamı, hastalıkları iyi edebilecek enerji alanlarını keşfediyorlar ve gerçek başarılar elde ediyorlar.
Günümüzün modern bilimi birleşik enerji alanlarını yeniden keşfediyor. Antik Çin´de görünmeyen bir Meridyen sistemin dokulara nüfuz ettiği öğretilirdi, bu akıcı ve besleyici enerji kanallarına "Ch-i" denirdi. Chi-i enerjisi bedene akapünktür noktalarından girer ve organik yapılara nüfuz ederek, yaşam gücü getirir. Çinliler bu enerjinin akışı durduğunda veya dengesi bozulduğunda, organik sistemlerin bozulduğunu biliyorlardı. Benzer bir diğer kaynak Hindu Yogi literatürüdür, özel olarak enerji merkezlerine "Şakra" adı verilmiştir, sözcüğün kelime anlamı "Çarklar" dır. Fizik bedende en az yedi ana şakranın bulunduğu kabul edilir, anatomik olarak her ana şakra, ana sinir merkezleri ve ana endokrin guddeleriyle bütünleşir. Daha birçok küçük şakra vardır, bunlar ise bedendeki yapısal merkezlerle ilgilidirler; dizler, bilekler ve dirsekler gibi... Genel olarak insan vücudundaki majör ve minör tüm şakraların sayısının 360´ın üzerinde olduğu kabul edilir. Şakralar ayrıca, fiziksel özle yani hücrelerle de ilişkilidirler, "Nadis" adı verilen özel enerji kanalları aracılığı ile hücrelere ulaşırlar. Nadis, çok ince "süptil" ya da çok yüksek bir titreşimde varolan bir enerji türüdür. Çeşitli Hindu veya Tibet kaynağında, insan anatomisinde 72.000 Nadis enerji kanalı tanımlanmaktadır. Bu karmaşık ama kompleks sistem, fiziksel sinir sistemini bütünüyle kontrol eder.
Enerji alanlarına bilimsel bakış
Batı kültürü, tarih boyunca teknoloji aracılığı ile bilimsel testler yaparak, ölçerek, biçerek, deneyerek anlasa da, anlamasa da çeşitli sıradışı ya da sıradışı zannettiği olayı değerlendirmiştir. Zaman içersinde, bio-enerji alanları çok tartışılmış, yeterli ve sürekli yaşanan veriler olmasına rağmen bir ölçüm veya tanımlama yapılamamıştır. Çünkü Şakralar ve Meridyenler, batı bilimcileri ve bilimi tarafından ilkel Doğu kültürünün mistik yapısı olarak görülmüş ve reddedilmişlerdir. Ama son yıllarda, Şakralar, Akapünktür Meridyenleri ile beraber yeniden gündemdedirler; süptil enerji teknolojisi oluşmakta, ölçümler yapılmakta, varlıkları ve özellikleriyle önceki evren anlayışımıza yeni bir vizyon getirmektedirler. Aynı zamanda da, doğanın tanımlanması için yeni bir matematiğe ihtiyaç olduğu gerçeği ortaya çıkmaktadır; fraktallar ve algoritmik formüller farklı ve yeni bir dinamiği gösterirlerken, bio-enerji alanlarından gelen düzensiz ama sürekli titreşimler kaydedilmektedir. Kuantum Fiziği bize, maddenin özünün yani "cevher" in kendi halinde olmadığını ve gözlemlenemediğini söyler fakat daha ince yani süptil enerji parçacıkları organize edilmekte, sınırlandırılmakta ve tanımlanabilmektedirler. Fiziksel özün içine doğru yapılan daha derin bir araştırmada, bir veya birden fazla elektrik enerjisi ile veya enerji alanıyla karşılaşırız. Tüm madde örneklerinde, ağaç, kaya veya hayvan, hangisi olursa olsun bu alanlar vardır çünkü tümü parçacık, atom ve hücrelerden oluşurlar. Alanların her birisi sabit ve dinamik bir denge içindedirler; cevherin yoğunluğunun azlığı yani daha az katı maddelerdeki enerji alanı daha enerjik ve özel bir güç yaratmaya daha yöneliktir. Uyumlu titreşimler (rezonanslar) doğanın ilkel fizik bağlarıdırlar, her frekans veya frekans bandı, doğal ya da yaratılmış uyumlu bir titreştiricidir. Öte yandan, bir enerjinin titreşim türüne göre yankı yapısı yani titreşimleri özümleme veya etkileme yapısı veya karakteri anlaşılır. Kuramsal olarak, evrende varolan tüm frekans titreşimleri bedende mevcuttur ama bunların içinde saniyede milyar veya trilyon sayıda titreşen dönemsel titreşimler vardır ve ölçümlenmeleri şu an için mümkün değildir. Yaşayan veya durağan, atıl olan her madde özü, ister mineral, ister kimyasal yapıda olsun kendi enerji alanında özgün bir titreşime sahiptir, bu onun imzası gibidir yani etkin veya sabit her titreşim, kendi alanında özgün bir karaktere sahiptir, böylece alanların ve titreşimlerin güçleri anlaşılır ve örneklenebilir. Alanın ana kaynağı çevresiyle beraber bir insandır, size ne olursa olsun, bunu önce enerjiniz algılar yani etki geldiğinde önce enerji alanınız delinir veya etkilenir ancak ondan sonra sinir sisteminiz bilgilenerek, beyne haber yollar. Enerji alanımızda yer alan bilgilerin ya da bilgi yüklü titreşimlerin miktarı, nörölojik bilgilerimizden binlerce, onbinlerce kez daha fazladır ve bu bilginin kullanım hızı saniye ile dahi ölçülemez. Aynı enerji alanımız, bedenimizin sağlığı ile ilgili sayısız bilgiyi de içerir, bedenimizdeki sorunlarla ilgili dokusal ya da kimyasal bilgi veya nörölojik ya da patalojik bilgi bu alanda bulunur.
Enerji alanlarının Aura ile ilgisi
Konunun en önemli ismi İnsan Enerji Alanları Bilimi araştırmacısı ve "The Science of Human Vibrations/İnsani Vibrasyonlar Bilimi/Malibu Publishing/1995" kitabının yazarı Dr. Valerie Hunt´dur. Hunt geçen 20 yıl içinde UCLA Elektromiografik Laboratuarları´nın Psikolojik Bilimler Bölümü´nü yönetirken, sinir-kas sistemiyle "neuromuscular" ilgili düşük düzeydeki enerji örneklerini belirledi ve kaydetti. Bu düşük güçteki aktivite bir içgüdü gibiydi, bilinmeyen bir kaynaktan geliyordu. Özel Elektromiografi aygıtlarıyla çalışan "Bu aygıtlarla uzayda bulunan astronotların beyin, kalp ve kas sinyalleri ölçülmektedir." Dr. Hunt, söz konusu enerjinin kasların çok çalıştığı zamanlarla, dinlenme zamanları arasında yoğunlaştığını belirledi, yeni örnekler kaydetti. Beden ile ruh arasındaki enerji ilişkilerini de araştıran Dr. Hunt, deriye yerleştirdiği özel gümüş/gümüş klorid elektrotlar aracılığı ile miliwolt düzeyindeki enerjileri saptadı, bu enerji birikimi de yine ara dönemler sırasında oluşuyordu yani normal anlarda artıyor, çalışma veya dinlenme anlarında azalıyordu. Benzer bir deneyi Glendale, California´daki Şifa Işığı Merkezi´nden Rosalyn Bruyere tarafından yapıldı ve auraların tam o anlarda oluştuğu onaylandı. Elde edilen veriler, bilgisayarlara yüklendiğinde ortaya çıkan raporlarda, enerji renk ve miktar olarak görünüyor, şakralara doğru hareketleniyor ve kişinin çevresinde değişen auralar "renkli enerji bulutları" oluşuyordu. Sonogram frekans analizleri ve Fourier Testleri yapılarak, veriler derinlemesine incelendi, sonuçlar inanılmazdı. Enerji dalgalarının formları ve frekansları değiştikçe renkler de değişiyor veya etkileniyorlardı. Bruyere, auradaki mavi rengin özelliğinden söz ediyor ve elektronik ölçümlerde bu rengin daima aynı kaldığını ve aynı bölgelerde bulunduğunu raporunda yazıyordu. Aynı deneyi yapan Dr. Hunt, yedi aura görücüsünü yani algı düzeyi yüksek yedi "pşisik" kişiyi deneylerinde kullandı. Denekler aura renklerini doğru olarak gördüler ve benzer sonuçlara ulaştılar. Bunun üzerine Dr. Hunt, yüzyıllardır anlatılan aura görücülüğünün bir gerçek olduğunun, ilk kez tarafsız bir bilimsel ortamda kanıtlandığını açıkladı.
Odanın elektriği azalınca, aura bozuluyor;
Bilindiği gibi, elleriyle şifa veren şifacılarle, şifa verilenler arasında bir tür bütünleşme veya birleşme olduğu varsayılır. Örneğin, şifacı acıya veya ağrıya yönelmişse. tansiyonu düşmekte ve ortaya güçlü mavi-beyaz-mor enerji alanları çıkmaktadırve bu alanların verici ile alıcı arasında bütünleştirici bir rol oynadığı görülmektedir. Deneyimli şifacılar, şifa seansını bitirdiklerinde, şifa verilenle aynı enerji alanlarını artı paylaşmaktadırlar; bunun gözlemlenebilmesi ve kontrolu şifanın başarılı veya başarısız olduğunun göstergesidir. Kullanılacak araç ise basit bir Aurametre veya sayfalarımızda gördüğünüz araçtır. NASA Uzay Programı sırasında elektromanyetik alanların etkileri araştırılırken, "Mu" adı verilen özel bir adada deneyler ve ölçümler yapılmaktadır. Korunmalı olan bu özel oda UCLA Fizik Bölümü´ndedir, odada havadaki doğal elektromanyetik enerji ölçülmekte ve çekim alanları veya oksijen miktarı değiştiğinde ortaya çıkan farklılıklar gözlemlenmekte ve özel aygıtlarla, elektromanyetik enerjilerin frekansları belirlenmektedir. Buraya kadar herşey bilimsel ve normaldir ama işin içine bir aura-görücüsü girinceye kadar... Deneylerde bulundurulan bu aura görücüsünün aldığı sonuçlar ise inanılmazdır. Atmosferdeki elektrik yükü azaldığında, aura alanları düzensizleşmekte, dağılmakta ve anlamlarını yitirmektedirler yani duyusal feedback azalmaktadır. Bu durumda, insanın bedenini algılama oranı düşeceğinden özellikle uzaydayken bedenindeki değişiklikleri de fark edemeyecektir. Aura-Görücü, enerjinin akıcı olmadığını, şakralar ve insanlar arasında sıçradığını ve enerjinin görüntüsünün balık ağına benzediğini söylemektedir ve bu görüntü Meridyan yollarıyla ilgili değildir. Odadaki elektromanyetik enerji tamamen tükendiğinde, geriye sadece içerde bulunanların enerji alanları kalmaktadır. Bu durumda, birisinin enerji alanı, diğerininkini zayıflatmaktadır. Atmosferik elektromanyetik enerjinin yokluğu, bireysel alışverişi arttırırken, aralarında bir karmaşa oluşmaktadır yani genelde bir bozukluk ortaya çıkmaktadır. Bu sonuca çok benzer bir olay, yoğun üzüntü, acı ve ağlama anlarında ortaya çıkmaktadır; aşırı üzülen bir insanın çevresindeki elektromanyetik enerji hızla azalmakta ve besleyici özelliğini yitirmektedir. Oda deneyinde elektromanyetik enerji düzeyi arttırıldığında, aura alanları düzelmekte ve normale dönmektedirler. Denekler kendilerini temizlenmiş hissetmekte ve bilinçlerinin açıldığını söylemektedirler. Auralar parlak renklere dönüşmekte ve beyaz vibrasyonlar çoğalmaktadır. Kısacası, bulunduğumuz çevrenin yani atmosferin elektrik yükü veya oranı bizi etkilemekte ve değiştirmektedir.
Bio-enerji alanı gerçekten şifa veriyor mu?
Dr. Hunt, biyolojik tıbbın ve psikoloji yöntemlerinin gelecekte tedavi ve kontrol için bioelektriğe öncelik vereceklerine inanıyor. Şu anda rahatsızlığın ve sağlığın bu alanda başladığını biliyoruz; Dr. Hunt´a göre bu alan teşhis ve tanı alanıdır, öyleyse neden bu alandan yararlanmayalım? Araştırmalar dünyadaki temel ve ilkel tüm reaksiyonların elektromanyetik enerji alanları arasında olduğunu gösteriyorlar; bu reaksiyon ilişkisi çok dinamik ve hızlıdır. Deneylerde bu bağlamda patlamalar görülmüştür ve yaşadığımız olayların çoğu bu patlamaların ardından oluşmaktadır. Dr. Valerie Hunt, 1992 yılında Bioenerji Alan Vakfı´nı kurarak, yirmi yıllık birikimini aktardı. Bugün bu vakıf, koruyucu sağlık konusunda, tümüyle yeni bir bilimsel bakış açısı ve tıbbi yöntemler kullanarak, teşhislar ve tanılar yapıyor ve Yeni Çağ´ın müjdesini veriyor ama herşey bilimsel olması kaydıyla...

Şakra´ların kimliği
Taç Şakra
Yeri: Başın üstü.
Minerali: Elmas, kuartz kristali.
Rengi: Mor
Simgesellik: Bilgelik, kozmik bilinç, ruhsallık, birlikte bütünlük, İlham.
Dengesizlik halinde: Depresyon, ait olma eksikliği, ilham yetersizliği.
Uyandırma Yöntemi: Meditasyon, rehber yönlendirmesiyle imajinasyon ve enerji eksersizi.
Üçüncü Göz Şakrası
Yeri: Gözlerin arası.
Minerali: Ametist.
Rengi: İndigo Mavi.
Simgesellik: İmajinasyon, konsantrasyon, sezgi.
Dengesizlik halinde: Baş ağrıları, iyi görememek, konsantrasyon yetersizliği.
Uyandırma Yöntemi: Meditasyon, rehber yönlendirmesiyle imajinasyon eksersizi.
Boğaz Şakrası
Yeri: Boğaz.
Minerali: Lapiz lazuli, mavi kuartz, sodalit.
Rengi: Gök Mavisi.
Simgesellik: İlişki, ifade etme yetisi, etkili konuşma.
Dengesizlik halinde: İlişki kuramamak, gırtlakta aşırı duyarlılık.
Uyandırma Yöntemi: Şarkı söylemek ve nefes alma eksersizleri.
Kalp Şakrası
Yeri: Kalp bölgesi.
Minerali: Zümrüt, malakit, yeşim taşı.
Rengi: Yeşil.
Simgesellik: Koşulsuz sevgi, bağışlayıcılık, grup bilinci, barış, tolerans.
Dengesizlik halinde: Öfke, kalp sorunları, katılık, sevgi yoksunluğu.
Uyandırma Yöntemi: Başkalarına yardım, sevmek, bilinçli solunum, duygusal sanat.
Solar Pleksus Şakrası
Yeri: Göğüs ile göbek arası.
Minerali: Altın, kaplan gözü.
Rengi: Güneş sarısı.
Simgesellik: Olacaklar, determinizm, ideoloji, kişisel ekti, içten gülmek.
Dengesizlik halinde: İlişki kuramamak, gırtlakta aşırı duyarlılık.
Uyandırma Yöntemi: Bele masaj yapmak, diaframdan nefes almak.
Sakral Şakra
Yeri: Belin altı.
Minerali: Amber, sitrin
Rengi: Portakal.
Simgesellik: Yaratıcılık, kadınlar için seksüel enerji, arzu, zevk.
Dengesizlik halinde: Seksüel sorunlar, kıskançlık, etkisizlik, mesane sorunları ve bel ağrıları.
Uyandırma Yöntemi: Seksüel sağlık, kendini yenileme yöntemleri, dans etmek, yoga.
Kök Şakra
Yeri: Omurganın kökü.
Minerali: Yakut, kızıl jasper ve lal.
Rengi: Kırmızı.
Simgesellik: Aidiyet, iyi sağlık, canlı güdüler, erkekler için seksüel enerji.
Dengesizlik halinde: Şiddet, öfke, kabızlık, sabit korkular.
Uyandırma Yöntemi: Toprakla yakın ilişki ve dans etmek.
Hastalıkların yüzde 95 i psikosomatiktir.Yani düşünce kükenli.Öyleyse bioenerji uzmanı aynı zamanda etkili bir psikoterapist olup kişinin enerji bedenini de düzenlemesi gereki
 
Üzüm suyunun kırmızı şarap kadar kalp hastalıklarında koruyucu etkiye sahip olduğunu biliyor muydunuz?

Cardiovascular Research (Kardiyovasküler Araştırmalar) dergisinde yayımlanan çalışmaya öncülük eden Doktor Valeriea Schini-Kerth, üzüm suyunun kalp hastalıklarına karşı kırmızı şarapla aynı etkiyi gösterebildiğini, bu bulgunun önemli olduğunu belirtti.

Çalışma çerçevesinde, Strasbourg Louis Pasteur Üniversitesi araştırmacılarının, iri taneli siyah üzümün (concord) suyunu deneye tabi tuttukları ifade edildi.

Kırmızı şarabın ve bazı üzüm çeşitleri suyunun kardiyovasküler hastalıklarla ilgili bir proteinin üretimini durdurabilen yüksek düzeyde polifenol içerdiği kaydedildi.

Schini-Kerth, her üzüm suyunun aynı etkiye sahip olmadığını hatırlatarak, polifenol içerenlerin koruyucu olabileceğini vurguladı
 
Sağlıklı ve kaliteli yaşamak için hastalıklardan korunmanın yollarını aramamız gerekli.Bunun içinde tükettiğimiz besinler büyük önem taşımaktadır.Amerikan Kanser Araştırma Enstitüsü (AICR) yaptığı araştırmada,vücudu kanser,diabet,kalp krizi,aizhrimer gibi ciddi hastalıklardan korumak için tüketilmesi gereken besinlerin listesini açıkladı.

BEDEMİN Kalbi Koruduğunu,
KAHVENİN Diabeti Önlediğini,
TARÇIN'ın ise sinirleri rahatlattığını biliyormuydunuz.
 
Kalsiyum,flüor,potasyum,fosfor,silisyum,A vitamini,Beta_carotin,B1,B2 veB6 vitaminleri,C vitamini,sirke asitleri,meyve asitleri,pektin doğal aroma maddeleri.Yaşlılığımızda da sağlıklı olabilmek için hareketli bir yaşam ve sağlıklı bir beslenme biçimi oluşturmaya özen göstermeliyiz.Elma sirkesi içerdiği çok değerli ve çeşitli maddeler nedeniyle en sağlıklı sıvılardan biri olduğunu düşünüyorum.Elma sirkesi bedenimizi içten ve dıştan tedavi edbileceğimiz olağanüstü bir doğal ilaca benziyor.Burada size ,bedeninizi genel anlamda güçlendirmek,gerekli cilt bakımını yapmak için elma sirkesini nasıl kullanacağınızı anlatmak istiyorum.
KULLANIM BİÇİMİ:KK70:oğal elma sirkesinin en etkili kullanım biçimi,çiçek balı ile karıştırılarak oluşudur.1 pardak su,1 tatlı kaşığı dolusu elma sirkesi,1 tatlı kaşığı dolusu çiçek balı.Hepsi iyice karıştırılır ve sabahları aç karnına küçük yudumlarla içilir.Sürekli kullanım sayesinde,öncelikle bedenin bağışıklık sistemi güçlenecektir.Bu enerji kokteyli ayrıca size canlılık ve güç kazandıracak ve ileri yaşlara kadar sağlıklı kalmanızı sağlayacaktır.
 
2 Litre limon suyu, 40 dis soyulmus ve ezilmis sarimsak, agzi sIki
Kapanan koyu renkli veya uzeri kagitla kapatilmis bir kavanoz lazim.
Limonlarin suyunu iyice sIkip kavanoza doldurunuz, soyulmus 40 dis
orta
Boy sarimsagi yikamadan ve ezerek limonun icine atip kavanozun
kapagini kapatiyoruz, 25 gun boyunca normal ilik bir yerde saklanip
her gun calkanacak, (sarimsaklar iyice erimis olacak) 25 gun sonra
kavanozu acip her sabah ac karnina yarim veya icebiliyorsa
Bir cay bardagi iciyoruz kavanoz bitene kadar icilecek, kapagi hep kapali
Olacak, kavanoza asla su, seker v.b. karistirilmayacak ancak cay
bardagina aldiginiz kismini dilersek sulandirarak icebiliyoruz bunu ictikten
Sonra en AZ yarim saat bir sey yiyip icilmeyecek, yarim saat gectikten
sonra kahvalti yapilacak mumkunse her sabah ayni saatte icilecek.

% 100 KANITLANMIS YARARLARI

1-Tum damar iltihaplari (vaskulir) tedavi ediyor,
tikanan damarlari aciyor, damar sertliklerini ve hipertansiyonu onluyor.
2-Kollestrol ve lipidi dusuruyor zararli yaglarin yakilmasini
sagliyor, kilo verdiriyor (bazal metabolizmayi hizlandirip yaglarin
yakilmasini sagladigi icin istahi aciyor bu donemde diyete dikkat etmek
Gerekiyor) sekeri dusuruyor, pankreasin yenilemesini sagliyor.
3-Bobrek ve safra taslarini eritiyor idrar
sokturuyor vucuttaki siskinlik ve tum dokulardan odemi kaldiriyor.
4-Helycobeacter pylori adli ulser mikrobunu oldurerek mide ve oniki
Parmak bagirsagi ulserinin kesin tedavisini yapiyor.
5-Tum romotizmal iltihabi onleyip, her tur romotizmal agrilari
Dindiriyor, kireclenmeyi onluyor, eklem duzeylerinin yenilenmesini
sagliyor her turlu agriyi kesiyor.
6-Beyin hucreleri ve tum sinir sistemlerinin yenilenmesini sagliyor
Sinirdeki aksiyon potansiyelini duzenleyip ileri-refleks hizini
artiriyor,felclere ve VERTIGO'da fayda veriyor.
7-Vucudun bagisIklik sistemini son derece kuvvetlendiriyor, ve her
turlu alerjiyi ozellikle damarsal kokenli ve strese bagli cilt alerjilerini
kokunden kesiyor, kansere karis tum vucudu koruyor.

N O T : Ilaci hazirlayanin babasinin koroner by-pass ile uc damari
degisecekken bu ilac sayesinde %100 tikali damarlari acilmis ilac
hazirlandiktan sonra sarimsaklar erir, koku etrafa yayilmaz. Kullanan
uc kisi ile gorustum hep son derece memnun olduklarini adeta genclik
Iksiri oldugunu soyluyorlar. Bunu ilk defa Rus doktorlar bulmus ve
uygulamislar simdi ABD'de uygulanmaya baslamis, tip de devrim
yaratacagi soyleniyor ve sarimsak limon karisimindan olusan maddelerin
kimyasal yapisi cozulmeye calisiliyor.
 
Zayıflama çayları karaciğeri vuruyor
Zayıflama çaylarında bulunan alkaloit adlı kimyasalların, akut hepatit başta olmak üzere hızlı seyirli ve ölümcül sarılık ve siroz gibi ciddi karaciğer hastalıklarına neden olmaktadır.
UZAKDOĞU’DAN GELEN ÇAYLARA DİKKAT
Son dönemlerde sıkça tüketilen zayıflama çaylarının özellikle yüksek dozlarda alındığında vücutta biriktiğini ve çayların içindeki alkaloit kimyasalının da karaciğer hücrelerine ciddi zarar vermektedir.Uzakdoğu’dan gelen bir takım çayların karaciğerde hasara neden olduğunu önceden biliyoruz. Bu bitkiler, doğadan çıktıkları şekliyle alkaloit içeriyor ki bu madde karaciğer üzerinde toksik etkiye sahiptir”dedi.

Bitkisel zayıflama çaylarının yan etkileri ile ilgili vaka ve rapor bildirimlerinden yararlanmaktadırlar.Bu çayların siroza bile yol açabilmektedir.Özellikle Çin ve Jamaika’dan elde edilen özel çaylar, karaciğer hücresinde akut hepatite dolayısıyla karaciğer hücresinde yoğun hasara neden oluyor. Çok nadir de olsa hızlı seyirli ve ölümcül hepatite yol açabilir. Uzun vadede sürekli kullanılırsa karaciğer toplardamarlarında hasar yapıp siroza bile neden olabilir. Ancak genelde bizim en çok korktuğumuz, akut hasara yol açmasıdır. Bu, literatürde çok sık rastladığımız bir durumdur. Mesela bizim aloevera kullanıp karaciğer nakline giden iki hastamız oldu, en çok bildirim de Amsterdam ve Fransa’dan yapılıyor.”
Ancak bazı bitki çayları açıkta ve çok ucuza satılıyor. En azından bu ürünlere itibar edilmemeli, bütün dünyada satılan ve zararı görülmemiş ada çayı, ıhlamur gibi çayların tüketilmesinde hiçbir sakınca yok” diye cevap verdi.
ZAYIFLAMAK İÇİN ÇAY İÇMEK DOĞRU DEĞİL
Türk Karaciğer Araştırmaları Derneği Başkanı Prof. Tözüm’e göre, daha kaliteli bir yaşam için tüketilen bu ürünleri kullanırken sağlık üzerindeki etkilerinin farkında olmak büyük önem taşıyor. “Zayıflamak için çay tüketmemek gerektiğini düşünüyorum. Çünkü bunların içinde diüretik dediğimiz idrar söktürücüler var. Bunlar vücudun daha çok suyunu atıyor, oysa ki insan bol su içse aynı etkiyi sağlar ve daha sağlıklı olur. Yani tüketici, bu çayların bazı riskleri yanında getirebildiğini ve karaciğerlerinde akut ya da kalıcı hasar bırakacağını bilmeli.”
 
Kullanım Alanları ve Biçimleri
*İçten kullanımda, günde 1-4 kere, 1-2 çay kaşığı dolusu, bitki çaylarına veya ılık suya karıştırılarak alınabilir. Çocuklarda dozaj yarıya indirilir. Akut durumlarda, 1-2 yemek kaşığı dolusu şurup, sek olarak veya bir misli suyla inceltilerek bir kerede içilir. Gebelik sürecinde ve 10 yaşın altındaki çocuklarda içten kullanılması doğru olmayabilir, çünkü bu konularda bilimsel araştırma ekmikliği söz konusudur. Şurupla birlikte içilen inek sütü nedeniyle bazı duyarlı kişilerde alerjik tepkiler oluşabilir. Şurup kullanımına son verildiğinde ise bu tepkiler sona erer.

*Dıştan kullanımda, hasta veya ağrılı bölgeye sürülür veya kompres yapılır. Şurubun bazı duyarlı derileri tahriş edebileceği veya kurutabileceği göz önüne alınarak, o bölge önceden yağlı bir kremle veya zeytinyağı ile nemlendirilir. Şurupla ıslatıldıktan sonra hafifçe sıkılmış bir pamuk parçası bölgeye uygulanır. Giysilere leke yapmaması ve soğumaması için bir plastik parçasıyla örtülür ve sargı beziyle tespit edilir. Kompresin belirli bir süresi yoktur, kurudukça tazelenebilir. Sürekli uygulanan kompreslerde hep aynı pamuğu kullanmakla, hem kompresin gücü arttırılmış, hem de şurup tüketimi azaltılmış olur.

İçten kullanım
-Mide krampları ve kolit ağrılarında, 1-2 yemek kaşığı dolusu, sek olarak veya aynı miktarda suyla inceltilerek, bir kerede içilir.

-Fazla alkol kullanıp, ağır yemeklerle midenin zorlanmış olduğu bir gecenin sonunda veya sabahında, 1-3 yemek kaşığı şurup, sek olarak veya aynı miktar suyla inceltilerek bir kerede içilir. En geç 1-2 dakika içinde rahatlama başlayacaktır.

-Mide ve bağırsaklarda biriken gazların dışlanmasını sağlar. Papatya, rezene veya nane çaylarına 2-3 tatlı kaşığı eklenerek içilir.

-Safrakesesi ağrılarını dindirir. Safrakesesi bölgesine ayrıca kompres uygulanmalıdır.

-Romatizma ağrılarına karşı, günde 3-4 kere, 1 tatlı kaşığı dolusu şurup, bitki çaylarına eklenerek alınır ve ağrılı bölgelere ayrıca friksiyonlar veya kompresler uygulanır.

-Kan temizliği için, 2-3 haftalık kürler uygulanır. Günde 3-4 kere, yarım veya bir tatlı kaşığı şurup, ısırganotu-civanperçemi eşit karışımının çayına eklenir.

-Uykusuz kişiler, yatmadan yarım saat önce, örneğin mayıs papatyası veya kediotu kökü çayına 1 tatlı kaşığı ekleyerek almalıdırlar. Sinirsel kökenli uykusuzluklarda kalp bölgesine friksiyonlar yapılabilir.

-Sarhoş kişi, 2-3 yemek kaşığı dolusu şurubu sek olarak bir kerede içtikten kısa süre sonra kendine gelebilir.

-Şurubu sabah akşam kullananlar başkaca ilaca gerek duymayabilirler. Çünkü o bedeni güçlendirir. Kısacası, bedeni hastalıklara karşı güçlü kılar(bağışıklık sistemini güçlendirir), yüzü gençleştirir ve güzelleştirir.

-Gırtlak, yutak ve dişeti iltihaplarında, dişeti çekilmesi ve kanamasında, gerçekten de çok başarılıdır. Sek olarak veya aynı miktarda suyla inceltilerek bir yudum alınır ve ağzın içinde elden geldiğince uzun süre dolaştırılır. Sonra üstüne bir yudum su daha alınarak gargaralar yapılır ve yutulur. Bu tedavi, dişetini sağlıklı tutmak için bir önlem olarak, örneğin haftada bir kere uygulanabilir. Dişeti rahatsızlıkları fark edildiğinde, bazen çok geç kalınmış olabiliyor! Şurup dişleri sarartabileceği için, kullanımdan kısa bir süre sonra dişler fırçalanmalıdır.

-Diş ağrılarında da aynı tedavi uygulanır. Ama dişetine şurup kompresi yapılmamalıdır, çünkü uzun süreli bir kompres dişetini tahriş edebilir ve hatta yakabilir! Çalkalamalar yeterlidir.

Dıştan kullanım
-Kulak ağrısı, dışkulak yolunda sivilcelenme veya kabuklanma ve kulak uğultusuna karşı, şurupla nemlendirilmiş küçük bir pamuk parçası kulak yoluna sokulur ve uzunca bir süre(gece boyunca) etkilemeye bırakılır. Ama alkolün kulak yolunu kurutmaması için, önceden, zeytinyağına batırılan küçük parmağı kulak yoluna sokmak doğru olur.

-Burun içindeki kabuklanmalar, şurupla ıslatılan bir pamukla sık sık nemlendirilir. Kabuk kısa sürede düşer ve yara iyileşir.

-Arı, böcek ve sivrisinek ısırıklarına karşı, o bölgeye hemen kompres yapılacak olursa, şişmez, kızarmaz, kaşınma olmaz ve acı hemen diner. Bu tür ısırıklara karşı önlem olarak, ısırılabilecek bölgelere önceden şurup sürülürse, sinekler ve arılar sizi ısırmayacaklardır!

-Kazalar sonunda oluşan kanamalara ilk yardım olarak, hemen bol şuruplu bir kompres yapılacak olursa, hastaneye ulaşana kadar kanama durmuş olabilir.

-Eziklerde, örneğin otomobil kapısına sıkışan parmağa hemen bir kompres yapılacak olursa, ağrı diner, parmak morarmaz, şişmez ve tırnak düşmez.

-El ve ayak bileklerinin burkulmasında veya çarpmalarda oluşan şişlikler, yapılan kompresler sayesinde birkaç saat içinde veya bir gecede iner, ağrılar ise çok kısa sürede diner.

-Basit yanık ve haşlanmalarda veya güneş yanıklarında ilkyardım olarak şurup sürülür veya kompresler yapılırsa, acı diner, deri altında su toplanmaz, yani deri ölmez. Ama bunun için, deri yatışana kadar sık sık şurupla nemlendirilmeli ve ayrıca aynısafa merhemi kullanılmalıdır.

-Dudak uçukları, çatlaklar, iltihaplı sivilceler ve gelişme aşamasındaki çıbanlar sık sık şurupla nemlendirilir veya kompres uygulanırsa, gelişmelerini tamamlayamadan yok olurlar. Ama eğer bir çıban oluşma aşamasını tamamlamışsa, iltihabı dışa akıtmak için, örneğin kara merhemle(ihtiyol merhemi) ve sıcak kompreslerle olgunlaştırılmalıdır. İltihap dışarı aktıktan sonra uygulanan şurupla çıban kısa sürede kuruyacaktır.

-Akıntılı nezlelerde, 1/5 oranında suyla inceltilen şurup buruna iyice çekildiğinde, akıntı hemen durur ve tıkalı burun açılır. Şurubun kokusunun buruna çekilmesi de rahatlatıcıdır.

-Her tür eski ve yeni yara, beyaz şarapla temizlenip, şurupla kompres uygulandığında, iltihaplanma sona erer ve yara kısa sürede kapanır.

-Nasırların üstüne, 3-4 gün boyunca canlı tutulan kompresler uygulanır. Sonunda nasır kendiliğinden düşer veya köküyle birlikte çekip çıkarılabilir.

-Tüm spor sakatlanmalarında, iç kanamayı ve şişmeyi önlemek için, ıslak kompresler biçiminde kullanılmalıdır.

Bu bitkisel iksir için daha pek çok şey yazılabilir. Ama en doğrusu, kişinin onu birebir ilişkiyle tanımasıdır. Her evin ecza dolabında (ve hatta kişilerin el çantasında) bulunması gereken başlıca ve belki de en etkili ilkyardım ilacıdır o!
 
BAKIR
Karaciğerde depolanan önemli minerallerden biridir. Dokuların yeniden oluşması için gereklidir. Demirden yararlanmayı sağlar ve C vitaminin kullanımı için gereklidir. Özellikle sinirler için önemlidir. Bakır her türlü hastalığa karşı koruyucudur.

Eksikliğinde ;
- Kalp hastalıkları ve kalp krizleri olur.
- Kansızlık olur.
- Sinir bozuklukları olur.
- Cilt hastalıkları oluşur.

ÇİNKO

Bu mineral vücutta her şey için çok gereklidir. Vücudun sağlıklı kalabilmesi için, gelişmenin normal olması için ve vücudun kendi kendini yenilemesinde önemli rol oynar. Vücuttaki her hücrede ÇİNKO vardır. Kalp, beyin ve üreme sistemi için çok faydalıdır. Ayrıca hastalıklara karşı direnci artırır ve yaraları çabuk iyileştirir. Sürekli ve yeterli miktarda bu mineral alınınca rahatsızlıkların çoğu geçer.

Eksikliğinde;
- Saçlar dökülür ve vücut kıllarını kaybeder.
- Sedef hastalığı ve ciltte akne sık görülür.
- Tat ve koku hissi kaybolur.
- Gözlerde katarakt oluşur.
- Erkeklerde erken prostat büyümesi görülür.
- Cinsel organların gelişmesi durur ve özellikle erkeklerde yumurtaların gelişmesi aksar.



DEMİR

Vücut için çok gerekli bir mineraldir. Demir büyümeye yardım eder ve hastalıklardan korunmayı sağlar. Ayrıca B vitaminlerinin kullanımını kolaylaştırıp, artırır. Kan ve bazı enzimlerin üretimi için gereklidir.
Bu mineral özellikle kadınlar için çok önemlidir. Bilhassa regl kanamaları fazla olan hanımlarda kansızlığı giderir. Peklikte, solunum yetmezliğinde yorgunluğu gidermede çok faydalıdır. Demir eksikliğinin uzun süre çekilmesi KANSERE yol açabilir.
Bağırsak parazitleri, tanenli gıdalar, mide ülseri, yiyeceklerden alınan demiri azaltır.

FOSFOR

Bu mineral vücuttaki bütün hücrelerde bulunur. Kemik ve diş yapısı, kalbin ahenkli çalışması ve böbrek fonksiyonları için gereklidir. Kalsiyum ve D vitamini olmadan Fosfor, Fosfor olmadan da B gurubu vitaminler işlevlerini yapamaz. Sinir sistemi ve bütün organların çalışmasını artırır ve genel güç kazandırır.

FLOR


Kalsiyum ve fosfor minerali ile kemiklerin normal ve sağlıklı olmasını sağlar. Kemik erimelerine, kırılmalara, diş minesinin oluşmasını sağlayıp, diş çürümelerini önler.

KALSİYUM

Vücut yapısının sağlıklı olabilmesi için gerekli minerallerden biridir. Bu mineral daha çok vücudumuzdaki kemiklerde bulunur. Özellikle vücuttaki demirin kullanımı ve alınan gıdaların hücre zarından geçebilmesi için gereklidir. Stres, Aspirin, fazla yağ alımı ve fazla şeker tüketimi vücuttaki kalsiyum miktarını azaltır.

Bu mineral;
- Romatizmayı giderir.
- Kemik erimesini önler ve normal gelişmesini sağlar.
- Kalbin ve akciğerin normal çalışmasını sağlar.
- sinir sisteminin normal çalışmasını sağlar.
- Kanın pıhtılaşmasını kolaylaştırır.

KÜKÜRT

Cilt, saç ve tırnakların sağlığı için gereklidir. solunum yolları, karaciğer ve alerjik rahatsızlıklar için çok önemlidir. Oksijen dengesinde ve beyin fonksiyonları için gereklidir.” B” gurubu vitaminlerin görevlerini iyi yapmalarını sağlar.

MAGNEZYUM

Vücudumuzun normal gelişmesini sağlar. Sinir sistemi üzerinde çok etkilidir. Kasları ve sinirleri gevşetir. Bu mineral stresi önleyici olarak bilinir. kandaki şekeri enerjiye dönüştürür. Bu mineral diğer minerallerin daha etkin şekilde kullanımını sağlar. Ayrıca çabuk yorulmayı, damarların sertleşmesini önleyip, tüm salgı bezelerinin sağlıklı çalışmasına faydalıdır.

MANGAN

Vücudumuzun tüm dokularında bulunan bu vitamin, kıkırdakların yenilenmesini sağlayarak ARTROZ’ u önler, ARTRİT’ i ve romatizmayı geçirir. Sinir sistemi içinde önemli olan bu mineral beyin ve kasların beslenmesi için gereklidir. “J (Cholıne) ve B1” vitamini ile çalışarak sindirim sistemine yardımcı olur. Şekerin vücutta enerjiye dönüşümünü sağlar. Bu mineral kadın ve erkeklerde üreme sistemi için çok önemlidir.

POTASYUM

Vücut için hayati minerallerden biridir. Vücutta su dengesinin sağlanmasına yardımcı olur ve gıdaların hücre içine geçişini kolaylaştırır. Bu mineral vücutta her gün tüketilir ve tekrar doldurulur. Sinir sistemi ve beyne oksijenin taşınmasında, kasların sağlıklı kalmasında, karaciğerin korunmasında, pekliğin giderilmesinde, çok önemlidir. Yeterli miktardan fazla alınması,tansiyonu yükseltir.

SELENYUM

Üreme sistemi için önemli olan bu mineral, “E” vitamini ile birlikte kanser ve tümör oluşmasını önler. Hücre koruyucusu olan bu mineral vakitsiz ihtiyarlamayı önler.

SİLİSYUM

- Bu mineral hücre zarlarını kuvvetlendirerek kanamaları önler.
- Organların vakitsiz yaşlanmasını ve bozulmasını önler.
- Beyin yorgunluğunu giderir.
- Yaraların çabuk iyileşmesini sağlar.

SODYUM

Salgı bezlerinin çalışması için gerekli olan bu mineral, safra, pankreas, tükürük ve mide asidi salgıları için çok önemlidir. Ayrıca sinir ve kas fonksiyonları için gereklidir. Yeterince alınmazsa ; gelişmede bozukluk, kilo kaybı, mide ekşimesi görülür.

B 1 VİTAMİNİ ( THIAMINE )

Sinir sisteminin çalışmasını,oksijen almayı,gelişmeyi,kalp atışlarının düzenli olmasını ve karbonhidratların enerjiye dönüşmesine yardım ederek, şeker metabolizmasını sağlar.
Sinirsel hastalıklarda, kasların zayıflamasında, zayıflamaları durdurup yeniden kilo almada, solunum yetersizliği, kabızlık ve iştahsızlıkta faydalıdır.

B 2 VİTAMİNİ ( RIBOFLAVİNE )

Karaciğerin normal çalışmasını ve yağ metabolizmasını sağlar. Protein ve karbonhidratların enerjiye dönüşmesini, kansızlığın giderilmesini, Alyuvarların yenilenmesini, antikorların oluşmasını ve dokuların yenilenmesini sağlar.
Ayrıca göz sağlığı için çok önemlidir. Ağız içi ve dil iltihapları, gözün iltihaplanması, kızarması, ağrıması ve katarakt oluşmasını önlemede. Migrende,cilt rahatsızlıkları ve ince bağırsak iltihaplarında çok faydalıdır

B 3 VİTAMİNİ = PP ( NICOTNIAMIDE )

B 3 Vitamini vücudumuzun, yağ, protein ve karbonhidratları enerjiye çevrilmesi ve şeker metabolizmasını sağlama, bağırsakları çalıştırma, sinir sistemini düzenleme,beyin fonksiyonlarını ayarlama ve cildin sağlığının korunmasında, ayrıca bitkinlik, uyuklama ve depresyonda çok faydalıdır.

B 6 VİTAMİNİ veya G VİTAMİNİ (PYRIDOXINE)

Bu vitamin diş sağlığının korunmasında,sinir sisteminde,kan hücrelerini artırarak kansızlığın giderilmesinde, İNSÜLİN ve ADRENALİN hormonlarının oluşmasında çok faydalıdır.
Proteinlerin, yağların ve şekerli gıdaların sindirilmesine yardım eder. Kolesterolün düşmesine, vücudun direncini artırarak kansere karşı korur ve romatizma, astım,diyabete fayda sağlar. Eksikliğinde böbreklerde OKZALAT taşı oluşur.

B 9 VİTAMİNİ ( FOLİK ASİT )

Alyuvarların oluşumunda ve proteinlerin enerjiye çevrilmesinde gerekli bir vitamindir. Karaciğer ile salgı bezelerinin çalışmasını sağlar. Saçların beyazlaşmasını ve dökülmesini, iktidarsızlığı, düşünceleri toplayamamayı önler ve giderir. Ayrıca hamilelikte anne ve çocuğun sıhhatini korur.

C VİTAMİNİ

Bu vitamin hücre ve dokuların dış etkenlerden korunmasını sağlar. Vücudun enfeksiyonlara karşı direncini artırarak şeker hastalarına, bahar yorgunluğuna, kemiklerin sertliğini muhafazaya ve nezleye karşı korur. Ayrıca kan damarlarını kuvvetlendirerek kanamaları durdurur. Vücudun tüm organlarının ve salgı bezlerinin sağlıklı bir şekilde görevlerini sürdürebilmeleri için bu vitamin gereklidir. Ayrıca menopozda, variste ve karaciğere faydalıdır.

E VİTAMİNİ

Bu vitamin vücudumuzda depolanır. E vitamini, C vitamini ve Selenyum minerali ile birlikte çalışarak toksinleri vücudumuzdan atma özelliği olan kıymetli bir vitamindir.

Bu vitaminin eksikliğinde ;
* Kanda kolesterol oranı artarak damar sertliğine neden olur.
* Kalp ve kaslarda bozulmalara ,
* Sinir bozuklukları ve beyinsel bozukluklara,
* Ciltte ve saçlarda bozulmalara,
* Vakitsiz yaşlanmalara ve cilt buruşukluklarına,
* Kadın ve erkekte kısırlık ve iktidarsızlığa,
* Gözde erken katarakta, göz önünde sinek uçuşmalarına neden olur.

OMEGA 3 ve OMEGA 6

Ana rahminden başlayıp, yaşam süresince hücrelerin yapı taşını oluşturmakta ve bağışıklık sistemini güçlendirerek, kalp, kanser, romatizma, sedef ve egzama gibi hastalıklardan korur. Kolesterol ve trigliseridi dengeler, normal değerlerde kalmasını sağlar. Kanı inceltir ve damar tıkanıklığını önler. Tansiyonu düzenler, cildi güzelleştirir, yaşlanmayı geciktirir.

MİNERALLER & VİTAMİNLERİN ÖZELLİKLERİ İLE İLGİLİ KAYNAKÇALAR:

Su Ürünleri İşletme teknolojisi - Prof. Dr. Candan VARLIK
Beslenme - Prof. Dr. Ayşe BAYSAL
Beslenme - Prof. Dr. Mehmet DEMİRCİ
Türkiye de Bitkilerle tedavi - Prof. Dr. Turhan BAYTOP
Doğal İlaçlarla Geleneksel Tedaviler - Prof. Dr. Ayşegül Demirhan ERDEMİR
 
Hayıt (Vitex agnus-castus); el şeklinde yaprakları olan,yaz aylarında morumsu çiçekler açan, çalı görünüşünde 1-3 metre yüksekliğinde bir ağaççıktır. Yarim cm’ lik küre şeklinde, acımsı meyveleri vardır. Rengi iyice koyulaşan meyveler, ekim-kasım döneminde toplanır ve gölgede kurutulur. Fransa, İtalya, Yugoslavya, Yunanistan, Suriye, Lübnan ve Türkiye’ de Akdeniz ile Ege bölgelerinde yaygın olarak yetişir. Yapılan araştırmalara göre meyve ve tohumları; % 4-6 oranında eterli uçucu yağlar (1-8 Cineole, p-cymene, ß-caryophyllene, a-terpineol, citronellol, castine, a- ve b- pinene, linalool, limoneen, ledol, y-cadinene, camphene, sabinene), Alkaloit (Viticin), %1 oranında flavonoidler (Casticin, isovitexin, kaempferol, quercetin, orientin, isoorientin, penduletin, luteolin-7-glucoside, quercetagetin, isorhamnetin), %1-3 oranında yağ asitleri (palmitic acid, linoleic acid, linolenic acid, eicosapentanoic acid, oleic acid, stearic acid), iridoid-glikozitler (% 0,3-1,1 aucdubin ve % 0,5 Agnuside), steroidler (progesterone, testosterone, 17- a-hydroxyprogesterone, androstenedione), vitaminler (folic acid, thiamine, pyridoxine, riboflavin, cholecalciferol, tocopherols, tocotrienols), tanen ve rezin içerir.

Adet öncesi sendromlar (PMS), adet zorlukları ve menopoz kadınlık tarihi kadar eski problemlerdir. Kadınlara bu konularda yardımcı olmak için çok çeşitli çareler araştırılmıştır. Şüphesizki doğal terapi yöntemleri bu alanda da yol göstermektedir. Bu naturel terapilerden birisi özellikle göze çarpmaktadır: Hayıt meyvesi veya tohumu. Hayıt meyvesi veya kısaca hayıt her yaştaki kadın için ebedi bir bitkisel çaredir. M.Ö 450’ de hayıt’ tan ilk olarak bahseden tıbbın babası kabul edilen Hipokrat’ tır (Hippocrates). O zamandan beri hayıt yüksek ateş, başağrısı, gazlanma ve idrar arttırma için ama en önemlisi günümüzde de devam eden şekliyle “kadın hastalıkları” için tavsiye edile gelmiştir. Adet öncesi gerginlik (PMT), genellikle östrojen (oestrogen) ve progesteron (progesterone) hormonları arasında dengesizliğe neden olur. Progesteron’ un göreceli noksanlığı; adet gecikmesi, göğüslerin hassasiyeti, sancı, kramp ve depresyon gibi semptomlardan sorumlu rahatsızlıklara yol açar. Hayıt bu semptomların giderilmesinde veya azaltılmasında etkili olabilmektedir. Hayıt meyvesi içerisindeki eterli uçucu yağların ve diğer sinerjetik bileşiklerin hipofiz bezi üzerinde pozitif etkileri vardır. Bilindiği gibi hipofiz bezi pekçok vücut hormonunun dengesinden sorumludur. Hayıt meyvesi, hipofiz bezini yumurtalıklardaki corpus luteum tarafından progesteron üretiminin artmasına yol açan belirli hormonları daha çok veya daha az üretmek için uyarır. Hayıt meyvesi vücuttaki kadınlık hormonlarını doğal bir şekilde dengeleyerek işlev görür. Hayıt meyvesi, başkaca progesteron terapilerinin başarılı olamadığı durumlarda bile başarılı olabilmiştir. Hem de bazen sentetik hormon yerleştirme sonucu oluşan yan etkilerin hiçbirine neden olmaksızın. Hayıt meyvesinin adet öncesi gerginlik (PMT) semptomlarına faydası en az 2 hafta içinde kendini açıkça belli eder. Fakat, en iyi sonuç için hayıt meyvesi en az 3 ay süre ile alınmalıdır. Yapılan çalışmalarda daha uzun süreli olarak hayıt meyvesi alımının PMT’ yi tamamen ortadan kaldırabileceği görülmüştür.

Hayıt meyvesi çok nazik bir bitki de olsa, etkisi inip çıkan bir piston gibidir. Sivri yerleri düzleştirir, çukur yerleri yükseltir. O adet periyodunuzu (menstural cycle); ister çok kısa olsun, isterse hiç olmasın, kanama zamanı çok uzun veya çok kısa olsun, kanamanız çok hafif veya ağır olsun herşeyi normale döndürmek için elinden geleni yapacaktır. O aynı zamanda hem afrodizyak (cinsel istek arttırıcı) hem de anti-afrodizyak özelliğe sahiptir. Yani cinsel isteğiniz çok fazla ise onu azaltacak, az ise yükseltecek ve normale döndürecektir. Menopoz hormonal iniş çıkışın sonunda büyük bir çukurdur. Hayıt meyvesi progesteron’ daki dramatik inişi yavaşlatarak ve hormon seviyesindeki değişikliklere vücudu alıştırarak bu süreçte yardımcı olmaktadır. Sıcak basması, vajina kuruluğu, baş dönmesi ve depresyon gibi menopoz semptomları hayıt meyvesi terapisine olumlu tepki vereceklerdir. Hormon dengesizliği kısırlığa da yol açabilmektedir. Bu nedenle hayıt meyvesi yumurtlama periyodunu düzenlemeye ve hamile kalma şansının artmasına yardımcı olabilir. Doğumdan sonraki ilk 2 hafta içinde hayıt meyvesi alındığında, süt verimi belirgin şekilde artmaktadır. Doğum kontrol hapına son verdikten sonra da, bedenin doğal dengesini yeniden kurabilmesinde çok yararlı olur. Hayıt meyvesinin, her ne kadar kullanım alanlarının çoğu bayanlar için olsa da erkeklerde depresyon ve buna bağlı cinsel iktidarsızlık durumlarında da kullanılılabilir. Erkeklerde testesteron, kadınlarda ise östrojen fazlalığının neden olduğu aşırı kıllanma ve sivilcelere (akne) karşı, hayıt meyvesi terapisi hormonları dengeleyerek yardımcı olabilir. Hayıt, 2400 yılı aşan kullanım süreci buyunca tamamen güvenli ve yan etkisiz olduğunu kanıtlamış bir bitkidir.

İçerik: Her 1 kapsül:

300 mg Hayıt meyvesi (Vitex agnus castus) (% 0,5 agnuside içerecek şekilde standardize edilmiş)

150 mg Dong Quai Kökü (Angelica sinensis) içerir.

Dong Quai (Çin Melekotu); Çin, Kore ve Japonya’ da yetişen aromatik bir bitkidir. Bu ülkelerde Ginseng’ den sonra en ünlü ikinci bitkidir ve kadınlar için yapılan hemen hemen tüm bitkisel kombinasyonlarda yer alır. Adet görme düzensizliklerinden menopoz semptomlarına kadar tüm jinekolojik şikayetler için kullanılabilir. Kökleri vitamin A, E ve B12 içerir. İçerdiği 6 çeşit coumarin türevi anti-spasmodik etkilerinden dolayı çok değerlidir. Bilindiği gibi anti-spasmodik maddeler menstural (adet) kramplarını hafifletmekte veya gidermektedir. Ayrıca Dong Quai’ nin kökleri temel yağlar (ligustilide, butylphthalide), ferulic acid, ve çeşitli poli-sakkaritler içermektedir. Bu maddeler spazm giderici, kan pıhtılaşmasını azaltıcı ve çevresel kan damarlarını rahatlatıcı etkiye sahiptir. Araştırmalar Dong Quai’ nin östrojen hormonu üzerinde dengeleyici etkisi olduğunu da göstermiştir. Yukarıda da belirtildiği gibi Dong Quai, hayıt meyvesinin sinerjetik etkisini arttırmak ve standardize etmek amacıyla Hayıt Meyvesi’ ne ilave edilmiştir.

Uyarılar: Hamile veya emziren kadınlar bu ürünü kullanmamalıdırlar. Hormon terapisi görenler bu ürünü kullanmadan önce doktorlarına danışmalıdırlar.

Hayit Meyvesi - Hayıt meyvesi; % 0,5 oaranında agnuside içerecek şekilde Dong Quai kökü yardımıyla standardize edilmiş olarak 300 mg’lık kapsüller halinde sunulmuştur. Yemeklerle beraber ek gıda olarak günde 2-3 kez 1 kapsül alınabilir. Önerilen dozlarda bilinen herhangi bir yan etkisi yoktur.
 
Demirdikeni (Tribulus terrestris); zygopphylaceae ailesinden tek yıllık, çiçekli bir bitkidir. Dünyanın birçok yerinde doğal olarak yetişir. Genellikle bahçelerde yabani ot olarak bilinmektedir. Hindistan ve Afrikada bol miktarda yetişmektedir. Toprak üzerine yatık olarak bulunur. Yaprakları bileşik, 10-16 yaprakçıklı olup, çiçekleri küçük ve açık sarı renklidir. Meyveleri 10 mm kadar çapında ve boynuz şeklinde sivri uçlara sahiptir. Kökleri alkaloid, resin, azot ve sabit yağlar; meyveleri %5 yağ, peroxidase, diastase, az miktarda glikosid resin, proteinler ve inorganik maddeler içerir. Protein yüzdesi yaklaşık %10-11 civarında olup; altısı temel olmak üzere ondört amino asit içerir. Sap ve gövdesi nişasta, fructose ve sucrose açısından zengindir. İçerdiği carboline saponinler (harmine, harmaline, harman, tetrahydroharmine), steroidal saponinler (çoğunlukla furostanol) bitkiden değişik yöntemlerle ayrıştırılabilmekte ve bitki ekstrelerinde oranları standart hale getirilebilmektedir.

Kullanım amacı bazı kültürel farklılıklar gösterse de yıllardır Hindistanda kuvvet verici (tonik), cinsel fonksiyonların düzenlenmesi, özellikle kadınlarda yumurtlama, erkeklerde iktidarsızlık ve her iki cinstede cinsel istek arttırıcı olarak kullanılmaktadır. Yakın zamanda fitness, zindelik ve canlılık artıcı özellikleri sporcu, atlet ve vücut yapıcıların dikkatlerine sunulmuştur. Demirdikeni ayrıca değişik kültürlerde anti-inflamatuar, anti-artrit, bağışıklık sisteminin güçlendirilmesi için de kullanılmaktadır.

Yapılan araştırmalara göre; demirdikeni vücudumuzda özellikle karaciğer tarafından belirli hormonları üretmek için kullanılan temel yağ asitlerinin (EFA) emilimini kolaylaştırmaktadır.. Demirdikeni, testesteron seviyesini LH seviyesini arttırarak yükseltmektedir. Bağımsız çalışmalar demirdikenini testesteron seviyesini yükseltmek, normal seviyesini korumak ve kas gelişimini desteklemek için önermektedirler. Testesteron, erkeklerin güçlü fiziklerini, kaslarını ve hatta vücutlarındaki yağ miktarını bile ayarlayan bir hormondur. Erkeklerde er bezinde (haya, testis) üretilen androjen hormonlarının en önemli üyesi olan testesteron kas gelişimini sağlar, vücut kıllanmasını düzenler, spermleri olgunlaştırır ve cinsel gücü arttırır. LH ve FSH hormonları her iki cinste de (kadın ve erkek) hipofiz bezi tarafından üretilirler. Bunlar eşeysel bezlerimizin (kadınlarda yumurtalık, erkeklerde erbezleri) fonksiyonlarını kontrol ederler. Demirdikeni bu iki hormonun dengelenmesine yardımcı olmaktadır. Demirdikeninin bu faydalı etkilerinden yararlanabilmek için düzenli olarak 30-60 günlük bir kullanım süresi önerilmektedir.



Faydaları ve Kullanım Alanları:

· Kas gücünü, vücut dayanıklılığını ve fiziksel performansı arttırcı (özellikle yoğun egzersiz yapan sporcularda),Büyütmek için TIKLAYINIZ

· Vücut enerjisinin ve dayanıklılığının arttırılması,

· Fiziksel, zihinsel, duygusal dinçlik ve kuvvet verici,

· Erkeklerde testesteronu arttırıcı, dengeleyici ve normal seviyesini koruyucu,

· Erkek menopozu (andropoz) semptomlarını azaltıcı,

· Erkeklerde sperm sayısı, miktarı ve hareketliliğinin arttırılması,

· Cinsel fonksiyonları düzenleyici,

· Erkeklerde iktidarsızlık, sertleşme (ereksiyon), kadınlarda yumurtlama problemlerine karşı yardımcı,

· Her iki cinste de cinsel istek ve libido arttırıcı,

Kullanım Önerisi: Demirdikeni-Tribulus; 500 mg' lık standardize kapsüller halinde sunulmuş olup, gıda takviyesi olarak; yemeklerden önce günde 1-3 kapsül alınabilir. Bilinen herhangi bir yan etkisi yoktur.
 
Ökseotu (Viscum album L.), yöresel olarak, çekem, purç, gökçe, gevele, güvelek ve gövelek adlarıyla tanınır. Saçak köklerinin yardımıyla yapraklı ağaçlarda (elma, armut, söğüt, kavak), çam ve köknar gibi yumuşak odunlu ağaçlarda asalak (parazit) olarak yaşayan, hayatımızdan ayrı düşünemeyeceğimiz bu bitkiyi kim tanımaz ki! Kendisini barındıran ağacın yüksek dallarının üstünde yuvarlak bir top biçiminde yetişir. Her zaman yeşil olan yaprakları deriyi andırır ve sarımsı yeşildir. Kışın kelebek kanatlarını andıran yapraklarını dökmez. Meyveler bezelye veya nohut büyüklüğünde, parlak, beyaz renkli ve cama benzer, içi kaygan ve yapışkandır. Bu beyaz yapışkan madde insanlar için zehirlidir.Ama onları iştahla yiyen kuşlara hiçbir zararı dokunmaz. Kuşlar, bitkinin yapışkan tohumunu gagalarına alıp dallara sürterek veya kursaklarında yumuşattıkları meyve çekirdeklerini dalların üstüne dışkılayarak yeni bitkilerin kök salmasını sağlarlar. Bu tohum ne suyun içinde, ne toprakta ne de başka bir ortamda filizlenemediği (kök salamadığı) için, bitki ancak bu şekilde üreyebiliyor. Ökseotu bu şekilde çoğalmayı kuşlara borçlu olduğu halde, bazı yörelerde aynı yapışkan madde kuşlar için tuzak olmaktadır . Bu yapışkan madde çubuklar üzerine sürülmekte ve küçük kuşları yakalamak için "ökse" olarak kullanılmaktadır. Bitki rezin, saponinler, organik asitler, alkaloitler, viscotoxin, acetylcholin, lectine, inosit ve müsilaj taşımaktadır. Çok eski çağlardan beri şifalı özelliği bilinir. İnce kıyılarak gölgede kurutulan yapraklar ve küçük saplar, yalnızca ekim başından aralık ortasına kadar ve mart-nisan aylarında toplanır. Bu zamanın dışında şifalı güce sahip değildir. Toplama konusunda bir uyarı daha: Mart ve nisan aylarında bitki daha meyve vermemiştir. Bu durumda, yapışkan meyvelerle uğraşmak gerekmeyeceği için, yaprak ve sapları mart- nisan aylarında toplamak daha kolay olur.

Ökseotu - ZÖkseotu, yani yapraklar ve saplar hiçbir biçimde zehirli değildir, ama meyveleri, ağız yoluyla kullanılırsa zehirlidir! İçyağı ile karıştırılarak merhem haline getirildiğinde, donuklarda, dıştan başarıyla kullanılır. Ökseotu, salgı sistemini en iyi biçimde etkileyebildiği için, yetkin bir metabolizma etkileyici bitki olma özelliğine de sahiptir. Hormon dengesinin bozuk olduğu hallerde bitki çok başarılı olur. Bu durumlarda, günde en azından 2 bardak çay, sabahları ve akşamları olmak üzere içilebilir. Atar damar sertliğinde ökseotu oldukça etkili olabilir . Kalp krizi riskine karşı da önerilecek bir şifalı bitkidir ve önceden, aksatmadan bitki çayı içildiğinde, bu tür bir problemle hiçbir zaman karşılaşılmayabilir. Eğer bir kalp krizi atlatılmışsa, 6 hafta boyunca günde 3 bardak, 3 hafta boyunca günde 2 bardak ve 2 hafta boyunca günde 1 bardak bitki çayı içilebilir. Ama bu kürün uygulanışı, ilk bardak kahvaltıdan önce ve sonra, ikinci bardak öğle yemeğinden önce ve sonra, olmak üzere, hep yarım bardak olarak içilmelidir. Bitki çayı, kan durdurucu olarak da kullanılır. Soğuk olarak buruna çekildiğinde, burun kanamasını durdurur. Bitkide, bünye düzenini normalleştiren maddeler bulunduğu için, yüksek tansiyon aşağı çekilirken, alçak tansiyon da yükseltiliyor. Böylece, rahatsız olan kalp rahatlar ve görevini rahatça yapabilecek bir ortam oluşur. Kanın kafaya basıncı, kulakların uğuldaması ve görme bozuklukları biçiminde kendini gösteren anormal kan basıncı (yüksek tansiyon) halleri de düzene girebilir. Kişinin pek çok görevi üstlenmek zorunda olduğu günümüzün hızlı yaşam biçiminde, insanlığın bu tür yardımcılara gerçekten ihtiyacı var.

Günde 2-3 bardak bitki çayını yudumlayarak içtiğinizde, sizin kalbiniz ve kan dolaşımınız da normale dönecek ve çalışma gücünüzü tam anlamıyla kazanabileceksiniz. Ne olursa olsun, yılda bir kere 6 hafta süreli bir ökseotu çay kürü uygulanmalıdır. Kan dolaşımı ve tansiyon, bu 6 hafta içinde normale dönecektir. Bu durumun değişmemesini sağlamak için, yıl boyunca, bir bardak bitki çayı sabahları içilmelidir. Kadınlar da ökseotu çayı içmelidirler! Normale dönen tansiyon sayesinde, dölyatağı (rahim) ve adet görme düzensizlikleri önlenmiş olur. Özellikle aşırı olan adet kanamaları ve loğusalık kanamaları böylece kontrol altına alınmış olur. Menopoz döneminde, kalp çarpıntısı ve düzensizlikleri, duygu coşkunlukları, korku ve soluk alma zorluklarına karşı, birkaç ay boyunca bitki çayı içilmelidir. Böylece tüm bu rahatsızlıklar ve düzensizlikler sona erecek ve kişi, menopoz döneminde olduğunu duyumsamayacaktır bile. Taze bitki özsuyu, kadının kısırlığına da yardımcı olabilir. Taze Ökseotu sap ve yaprakları güzelce yıkanarak, ince kıyılır ve nemli durumdayken mikserde suyu sıkılır. Bu özsudan 25 damla, biraz suyun içinde, kahvaltıdan yarım saat önce ve yatmadan önce alınır. Son zamanlarda, ökseotu, kanserden koruyucu ve kansere karşı etkili ilaçlarda kullanılmaya başlandı. Deneyimler, şifalı bitkilerin her zaman nasıl temizleyici ve hastalıkları iyileştirici özelliklere sahip olduklarını kanıtlıyor.(Referans1 ve 4)

Ökseotu meyvalarının yakı sakızı ile ezilmesi sonucu elde edilen karışım,Gaziantep, Urfa ve Van yöresinde yakı halinde romatizma ağrılarının giderilmesinde kullanılmaktadır. Ayrıca ezilmiş meyvalar çıban üzerine konarak; çıbanın açılması ve cerahatın dışarı çıkması sağlanır.

UYARILAR: Ökseotunun meyveleri insanlar için zehirlidir ve kesinlikle içten (dahilen) kullanılmamalıdır.
 
Folik Asit (Folat-Polisin) B grubundan bir vitamindir. Yeşil yapraklarda yaygın Maydanoz- olarak bulunduğundan bu ad verilmiştir. Çünkü latincede folum yaprak anlamındadır. İlkin 1950'lerde bira mayasından ve karaciğerden ayrılarak elde edilmiştir. Folik asit metabolizması B12 vitamini metabolizmasıyla yakından bağlantılıdır. Folik asit merkezi sinir sisteminin işlemesinde hayati bir rol oynar. Folik asit incebağırsağın ilk kesiminde emilir, sonra karaciğere giderek orada metabolize olur. Folik asit en fazla yapraklı yeşil sebzeler, bira mayası, karaciğer, böbrek, yumurta, zarı alınmamış tahıllar, ceviz, badem, fındık, fıstık, mercimek, ıspanak, yonca, mavi-yeşil alg (yosun), maydanoz, nane, kurufasulye (baklagiller) ve tohumlu gıdalarda bulunur. Yetişkinlerde folik asit gereksinimi günlük 400 mcg (mikrogram) dır. Gebelik ve emzirme süresinde 400-800 mcg 'a gereksinim vardır

Eksiklik Belirtileri:

Hafif folik asit eksikliği toplumda oldukça yaygındır. Daha ağır eksiklik durumlarına ise anemide rastlanır. Folik asit yada B12 vitamini eksikliği olanlar sonunda anemik hale gelirler. Anemi belirtileri uyuşukluk, yorgunluk, çaba harcandığında nefes darlığı, deride ve mukozada solgunluktur. Ağız kenarlarındaki çatlakların folik asit yetersizliğinden ileri geldiği bilinirse de bu, demir, B2 yada B6 yetersizliğinden de olabilir. Folik asit eksikliğinde dil ağrılı ve kırmızıdır. Pürtükleri kaybolmuşcasına düzgündür. B12 ve demir yetersizliğinde de benzeri belirtiler görülebilir. Folik asit eksikliği çoğu kez dış belirtiler sonucunda değil, kan testleri sonunda, kişide anemi olduğu anlaşılınca ortaya çıkar. Hafif eksikliklerde kişide deprasyon görülebilir. Daha ağır eksikliklerde ise sinirler hasara uğrar, periferik nevropati oluşabilir.

Eksikliği megalobastik kansızlığı da meydana getirir. Bu hastalığa tropikal bölgelerde çok rastlanır. Bu eksikliğin başlıca nedeni, protein-kalori eksikliğine dayanmaktadır. Normal beslenen insanlarda ancak sindirim bozukluğunda ve gebelikte görülebilir. Sara hastalığında kullanılan ilaçlar verilirken bu vitaminin de verilmesi gerekir. Bazı antibiyotikler bu vitamini yok etmektedir. Bira, şarap, rakı vs. gibi alkollü içecekleri içen kimselerde ve sigara kullananlarda da bu vitamin eksikliği oldukça sık görülmektedir. Keçi sütü de bu vitamin bakımından fakir olup, bu sütle beslenen çocuklara da folik asit takviyesi yapılmalıdır. Sara hastalarına folik asitin B12 vitamini ile birlikte gerektiği zaman verilmesi uygun olur. Suda eriyen bu B vitamini türü, kırmızı renkli kan hücrelerinin (alyuvar) üretimi, büyümesi ve yeniden oluşumu için gerekli olan RNA ve DNA gibi nükleik asitlerin meydana gelmesine yardımcı olur.

Folik asit özellikle büyüme sırasında ve stres halinde de gereklidir. Özellikle psikiyatrik hastalığı olanlarda folik asit eksikliği yaygındır. Depresyonlu hastalar, hatta şizofrenikler açık folik asit eksikliği gösterirler. Bu tür hastalara folik asit verilince depresyon geçtiği gibi, hastanın hastanede kalma süresi de kısaltılmış olur. Çoğu kez böyle hastalarda öbür B grubu vitaminlerin de eksikliği vardır. Onun için tüm psikiyatrik hastalara B komleks verilmesi yönünde bir görüş vardır. Yaşlılar ve ussal (zekasal) gerileme gösterenler de B kompleksle takviye edilmelidirler.

Hamilelikte Folik Asitin Önemi :

Son yıllardaki en ilginç bulgulardan biri de, folik asidin spina bifida denilen hastalıktaki önleyici rolüdür. Spina bifida, ana karnındaki dölütün omurgasının iyi gelişememesi, bunun sonucu olarak da sinir sisteminin hasar görmesidir. Spina bifidalı çocuklar deforme doğar, ya doğmadan önce yada hemen sonra ölür. Yaşayabilenler uzun süreli tıbbi tedaviye gereksinim gösterirler. Daha önce spina bifidalı yada ağır bir sinir sistemi anormalliği bulunan çocuk doğurmuş her kadın, gebe kalmadan önce doktoruna danışmalıdır. Böyle kadınların beslenme durumu ve folik asit düzeyi gebelikten önce saptanmalıdır. Bakınız: Gebelik Öncesi Bakım. Folik asidin hamilelik boyunca önemi omirilik ve/veya beyin sistemiyle ilgili özürlü çocuk doğurma (Spina bifida) riskini düşürmesinden kaynaklanır. Bu nedenle A.B.D Halk Sağlığı Servisi (The U.S Public Health Service) hamilelik boyunca bir kadının günde 400-800 mcg Folik Asit almasınını öneriyor.

Hamilelik dünyanın en büyük mucizelerinden olsa da bebeğinizin ve kendi sağlığınızın sürekliliği için bu mucizeyi korumalısınız. Bunun yollarından birisi de folik asit tüketiminizle ilgili. Hamile olduğunuzu anladığınız dönemden itibaren yaşamınızın önceki dönemine; beslenme yanlışları yaptığınız, kendinize dikkat etmediğiniz, içki, sigara içtiğiniz zamanlara kalın bir çizgi çekin ve her şeye yeniden başlayın. Bu başlangıçta elinizde bulunması gereken ipuçları sizi mutlu sona daha bir güvenle yaklaştıracaktır. Bu arada tabii ki doktorunuzun tavsiyelerinden uzaklaşmayın. Her gün mutlaka folik asit tüketmelisiniz Özellikle hücre bölünmesinde ve hücrenin genetik yapısının oluşmasında önemli rol oynayan folik asit, gebeliğin erken dönemlerinde, bebeğinizin merkezi sinir sisteminin gelişimi için fazlasıyla gerekli bir maddedir. Embriyo, gebeliğin ikinci ve on ikinci haftaları arasında yeterli folik asit alamazsa özellikle beyin ve omurilik ile ilgili anormallikler olmak üzere doğumsal gelişim bozuklukları görülme riski artabiliyor. Ayrıca kan yapıcı organların etkilenmesine bağlı olarak annede kansızlık gibi belirtiler ortaya çıkabilir. Beslenme ve diyet uzmanı Selahattin Dönmez, folik asitle ilgili olarak şu bilgileri veriyor: "Folik asit bebek gelişimi için çok önemli olup, hayati bir önem taşıyan organizmada protein sentezi, hücre çoğalması, kemik iliğinin görevini eksiksiz yerine getirmesi gibi işlevlerde bulunur. Eğer folik asit eksikse bebeklerde sinir sistemleriyle ilgili oluşum bozuklukları görülebilir. Bu yüzden gebeliğin özellikle ilk üç ayında özellikle fazla kullanmanız gerekir. Unutulmaması gereken önemli bir ayrıntı da folik asit vücutta depolanmaz. O yüzden her gün alınmalıdır."


Folik asit hakkında bilmeniz gerekenler:

Folik asit, hücre yapı taşlarının, kırmızı kan hücrelerinin (alyuvarlar) ve sinir dokularının oluşumunda etkili oluyor. Gebelikte görülen kansızlığın en büyük sebebi de folik asit eksikliği olarak çıkıyor karşımıza. Günlük yaşantımızda ateşli hastalıklar, dişlerdeki kanamalar ve plakalar için yardımcı bir tedavi olan folik asit, dişeti hastalıklarının tedavisinde de kullanılıyor. Yani ağız sağlığı konusunda da gerçekten önemli.

Vücutta folik asit eksikliği varsa, hücreler bölünme ve çoğalma özelliklerini kaybediyor. Ayrıca bu eksikliğe bağlı olarak, gebelikte kansızlık ve bebeklerde gelişim bozuklukları gibi sorunlar da görülebiliyor.

Sağlığımız için çok önemli...

Son yıllarda yayınlanan bazı önemli araştırma sonuçlarına göre, suda eriyen B vitaminlerinden folik asit çeşitli rahatsızlıklarda ve özellikle kalp hastalıklarında koruyucu etki sağlıyor. Folik asit B vitamini ve bazı yiyeceklerin içinde doğal olarak bulunuyor. Folik asit ihtiyacını, özellikle hamileler; bu vitaminden zengin olan yiyeceklere günlük beslenmelerinde daha fazla yer vererek karşılayabilirler. Ancak bu düşünüldüğü kadar kolay olmaz. En zengin folik asit kaynakları olarak bilinen yiyecek maddeleri karaciğer, mercimek, kuru fasulye (kuru baklagiller), ıspanak, ceviz, badem, fındık ve fıstıktır. Bunlardan düzenli şekilde bol miktarlarda tüketenler gereksinimlerini yeterince Mavi-Yesil Alg (Yosun) karşılayabilirler. Ancak bazı hastalık tehlikesi geçiren hamilelerde (ki bu gibi durumlarda doktorunuz sizi uyarır) folik asit eksikliğini doğal yollarla yani yiyeceklerle karşılamak kolay değildir. Bu nedenle vitamin takviyesi gerekmektedir. Belli ölçüde risk taşıyan herkesin yeterli miktarlarda folik asit alabilmesi için en emin yol ya vitamin hapı takviyesi ya da folik asitle zenginleştirilmiş bazı temel yiyeceklerin her gün düzenli olarak ve aksatılmadan tüketilmesidir. Tüm kadınlar için hamile kalmadan veya gebeliğin ilk dönemlerinden önce düzenli olarak yeterli miktarda folik asit tüketimi büyük önem taşımaktadır. Bir kadın hamile olduğunu anladığında, folik asitin tüm faydalarından yararlanmak için belki çok geç olabilir. Dolayısıyla hamile kalmayı planlayan herhangi bir kadın önceden folik asit ihtiyacını karşılamayı düşünmelidir. UT Southwestern Medical Center’ daki beslenme uzmanları zengin folik asit kaynakları olarak yapraklı yeşil sebzeleri, portakal veya portakal suyunu ve brokoliyi de gösteriyorlar. 2002 yılından itibaren Bazı Avrupa ülkeleri ile A.B.D ‘de un, pirinç ve makarna gibi yiyeceklerin folik asit katkılı olarak üretilmesi planlanıyor. Bu gerçekten iyi bir fikir çünkü yakın zamanda yine A.B.D 'de yapılan bir araştırmada 18-45 yaş arasında ve hamile olmayan bayanların % 30’unun folik asit içeren vitaminler veya tabletler kullandığı ortaya çıktı. Bir kadın hamile kalmayı planlamasa bile günlük tavsiye edilen 400 mcg (microgram) folik asit almalıdır.


Alacağımız folik asit miktarı ne kadar olmalı?

Yapılan çeşitli araştırmalarda görülüyor ki günlük folik asit ihtiyaçları yaşa göre değişiyor. 0 - 6 ay arası bebekler günde 40 mikrogram (mcg), 7 - 12 ay 60 mikrogram, 1 - 12 yaş arası çocuklar günde 100 mikrogram ve 13 yaştan büyüklerin ise günde 200 - 400 mikrogram folik asit almaları öneriliyor. Folik asit eksikliği yüzünden sinir sistemlerinde oluşum bozuklukları olabilecek çocuk doğurma riski taşıyan gebelerin günde en az 400-800 mikrogram kadar folik asit alması öneriliyor. En zengin kaynaklardan karaciğerin 100 gramında 270, 100 gram kadar kuru fasulyede 125 birim ve mercimek de 107 birim folik asit bulunduğu göz önüne alınırsa sadece gıdalarla bu ihtiyacımızı karşılayabilmek çok kolay olmayacak. Takviyeli gıdalarla veya vitamin haplarıyla açığı kapatma yoluna gidilebilir.

Yukarıda da belirttiğimiz gibi folik asidin önerilen günlük dozları yaş ve cinsiyete göre değişiyor. Hamilelerde gereken günlük miktar bebeğin gereksinimi nedeniyle iki katına yükseliyor. Hamilelik sırasında folik asit eksikliğine bağlı olarak, bebeklerde bazı doğumsal anomaliler görülebiliyor. Sigara ile folik asit arasında ise ilginç bir bağlantı var; çünkü sigara dumanının, akciğer hücrelerinde folik asit noksanlığına neden olan akciğer kanseri oluşumunda rol oynadığı düşünülüyor. Düzenli alkol kullananların da folik asit noksanlığına neden olarak akciğer kanseri oluşumunda rol oynadığı düşünülüyor. Düzenli alkol kullananların da folik asit gereksinimi artıyor.

Bu nedenle kadın veya erkek sigara içen ve/veya düzenli alkol alan kişilerin de günde 400-800 mcg folik asit tüketmeleri onları çeşitli hastalık risklerinden koruyacaktır.
 
Üzüm Çekirdeği (Vitis vinifera); Fransa' da güçlü bir anti-aging maddesi olarak sunulmaktadır ve Amerika Birleşik Devletleri' nde de hızla popülerleşmektedir. Üzüm çekirdeği ekstresi, bioflavonoidlerin proanthocyanidin adlı benzersiz bir tipini içerir. Bu madde, C vitamini ile aynı yönde etki yapar ve bu vitaminin aktivitesini çok artırır. Gerçekte bazı araştırmacılar üzüm çekirdeği ekstresinin, C vitamininin hücrelere girmesine yardım ettiğini düşünür. Böylece, üzüm çekirdeği ekstresi, hücre zarlarını güçlendirir ve hücreleri oksidatif hasardan korur. Proanthocyanidinler ayrıca yabanmersininde, kola fındığında ve diğer bazı sebze ve meyvelerde de bulunur.

Kanser Savaşçısı: Üzüm çekirdeği, güçlü bir antioksidan ve serbest radikal çöpçüsüdür. Serbest radikaller, normal hücrelere saldırabilen, onları harap eden ya da mutasyona uğratan dengesiz oksijen molekülleridir. Serbest radikal hasar, kansere eşlik eden bir çeşit hücre büyümesine yol açabilir. C vitamini kendi başına güçlü bir antioksidandır fakat çalışmalar üzüm çekirdeği ekstresi gibi proanthocyanidinlerle birlikte çok daha etkili olabileceğini öne sürer. Gerçekte Japonya' da Nagazaki Üniversitesi araştırmacılarına göre test tüpü çalışmaları, üzüm çekirdeği ekstresindeki bioflavonoidlerin C vitamininden daha güçlü antioksidan aktiviteye sahip olduğunu göstermiştir.(Referans9)

Kalp hastalığı: Bazı çalışmalar üzüm çekirdeği ekstresi gibi antioksidanların, arterlerde plak ya da yağ birikimlerinin oluşmasına katkıda bulunabilecek düşük yoğunluklu lipoprotein (LDL) ya da "kötü" kolesterol gibi kan lipitlerinin oksidasyonunu önleyebileceğini doğrulamıştır.

Anti-İltihapsal: Üzüm çekirdeği ekstresi, artrit ve alerjiler gibi yaygın hastalıkların tedavisinde kullanılan bir anti-iltihapsaldır. Birçok bioflavonoid, iltihaplanmayı teşvik eden bazı enzimlerin salınımını baskılar. Artrit durumunda serbest radikal hasarın, bu hastalığa eşlik eden eklem ağrısında ve şişmelerde payı vardır.

Dolaşım: Kılcal damarlar, serbest radikal hasar tarafından kolayca harap edilebilecek minik kan damarlarıdır. Ek olarak hücreler yaşlanırken, kolajen (Collagen: Kılcal hücreler de dahil hücrelerin onarımında ve büyümesinde önemli olan bir protein lifi) kaybeder. Zayıflayan kılcal damarlar, kolay morarmaya ve varis geliştirmeye yatkın hale gelir. Üzüm çekirdeği ekstresi, kılcal damarları güçlendirmeye iki şekilde yardım eder. Üzüm çekirdeği ekstresi, serbest radikal saldırıdan koruyarak kılcal damarların zayıflamasını önlemeye yardım edebilir. Ayrıca C vitamini kolajenin üretimi için gerekli olduğundan ve üzüm çekirdeği ekstresi C vitamininin performansını geliştirdiğinden dolayı kolajen üretimi ile de ilgilidir.
 
CivanperçemiCivanperçemi (Achillea millefolium); yöresel olarak akbaşlı, barsamaotu, binbiryaprakotu, marsamaotu, beyaz civanperçemi, sarı civanperçemi ve kandilçiçeği diye de anılır. Hayatımızdan ayrı düşünemeyeceğimiz bir şifalı bitkidir. Türkiye'de 40 kadar civanperçemi türü bulunmakta ve bunların birçoğu kullanılmaktadır. Türlerine göre 5-100 cm yükseklikte, yapraklar yünlü gibi tüylü ve parçalı, çiçekleri ; beyaz, fildişi beyazı, soluk sarı veya altın sarısı rengindedir. Çok yıllık ve otsu bir bitkidir. Mavimtrak renkli bir uçucu yağ taşır. Bu uçucu yağda azulen, limonen, sineol, borneol, pinenler, seskiterenler vardır. Bitki çayırlarda, dar tarla yollarında, yol kıyılarında ve tahıl tarlalarının kenarlarında kümeler halinde yetişir. Güneşli havalarda çevresine aromalı keskin bir koku yayar. Aslında çiçekleri, güneşin en etkili olduğu saatlerde toplamak gerekir, çünkü o sıralarda eterli yağları ve şifalı gücü doruk noktasında olur.

CivanperçemiÜnlü herbalist Kneipp, bir yazısında şöyle diyor (Referans1: M.Treben): "Arada bir civanperçemi çayı içmiş olsalar, kadınlar pek çok problemle hiç karşılaşmazlardı!". Adet kanamaları düzensiz bir genç kız olsun, menopoz dönemindeki veya sonrasında olgun bir kadın olsun, tüm kadınlar için arada sırada civanperçemi çayı içmek çok önemlidir. Civanperçemi, akla gelebilecek tüm konularda, dölyatağını (rahim) en iyi biçimde etkiler. Yumurtalık iltihaplanmasında alınmaya başlanan civanperçemi oturma banyolarının ağrılar kesilir ve iltihap yavaş yavaş gerilemeye başlar. Bu banyolar aynı zamanda, yaşlı kişilerin ve çocukların yatağa işeme problemlerine karşı ve dölyatağı (rahim) akıntılarında da başarılı olabilir. Bu durumlarda ayrıca günde 2 bardak civanperçemi çayı da içmek gerekir. Miyomlar da (Kas yapılı urlar), doktor kontrolünün olumlu bir sonuç vermesine kadar, uzunca bir süre her gün civanperçemi oturma banyoları alındığında yok olabilirler. Menopoz döneminde de kadınlar sık sık civanperçemi çayını anımsamalıdırlar. Bu durumda, iç huzursuzlukları ve daha başka rahatsızlıklarla karşılaşmayacaklardır.
Civanperçemi oturma banyoları da sağlık için çok yararlıdır. Kol ve bacaklardaki sinir iltihaplanmalarında, civanperçemi katkısıyla yapılacak kol ve bacak banyoları çok rahatlatıcıdır. Fakat, bitki öğle güneşinde toplanmalıdır.

Dr. Lutze, civanperçemini şu hastalıklara öneriyor:
*

Kanın kafaya sancılı biçimde basıncı
*

Baş dönmesi
*

Bulantı
*

Göz sulanması eşliğindeki göz rahatsızlıkları
*

Göz sancıları
*

Burun kanaması
*

Hava şartlarından kaynaklanan migren krizi

Düzenli olarak içilen bitki çayı ile migren tümüyle iyileşebilir. Bedeni temizleyici etkisi sayesinde, yıllar boyu yer etmiş hastalıkları bedenimizden dışarı atabiliriz. Civanperçeminin en iyi biçimde ve doğrudan kemik iliğini etkilediğini ve orada kan üretimini düzene soktuğunu özellikle belirtmek gerekir. Bu gücü sayesinde bitki, kemik iliği hastalıklarında, çay kürleri, banyolar ve tentür kullanımı yolu ile yardımcı olabilir. Mide kanamalarında ve basur (hemoroid) kanamalarında olduğu kadar, mide basıncı ve mide yanmalarına karşı bitki çayı çok kısa sürede başarı sağlayabilir. Soğuk algınlıklarında, sırt veya romatizma ağrılarında bitki çayı elden geldiğince sıcak olarak içilmelidir. Bitki çayı böbreklerin düzenli çalışmasını sağlar, iştahsızlığı giderir, gazları ve mide kramplarını, karaciğer düzensizliklerini, mide ve bağırsak kanalı iltihaplarını iyileştirmeye yardım eder ve bağırsak beze çalışmalarını düzenleyerek, dışkılamayı kolaylaştırır. Kan dolaşımına ve damar kramplarına karşı çok etkili olduğu için bitki çayını koroner yetmezliğinde de önerilebilir. Rahatsız edici vajinal kaşıntılar, bitkinin kaynama suyu ile yapılan yıkama ve oturma banyoları sayesinde yok olabilirler. Civanperçemi çiçeklerinden, basura karşı etkili bir merhem hazırlanabilir
UYARILAR:

Civanperçeminin gebelik süresince kullanılmaması tavsiye edilir. Bazı duyarlı kişilerde allerjik tepkilere yol açabilir. Başkaca bilinen bir yan etkisi yoktur.

Kullanım Biçimleri :

Çay hazırlamak: Yarım veya bir tatlı kaşığı ince kıyılmış bitki, orta boy bir su bardağı dolusu kaynar suyla haşlanır (kaynatılmaz), 15 dakika demlendikten sonra süzülür. Aksi belirlilmedikçe günde 3 su bardağı çay aç karnına veya öğün aralarında içilir.

Bitki Tentürü: Çiçeklenme zamanında toplanan taze bitki ince kıyılır. Geniş ağızlı bir şişeye gevşekçe doldurulur ve kaliteli bir konyak, bitkilerin üstüne çıkana kadar eklenir. Şişe 14 gün boyunca güneşte bekletilir, arada bir çalkalanır ve süre sonunda süzülür.

Merhem hazırlamak: 100 gr tuzsuz tereyağı veya içyağı tavada iyice kızdırılır. İnce kıyılmış bir avuç kadar taze civanperçemi çiçeği ve ince kıyılmış 15 taze ahududu yaprağı tavaya atılır, çıtırdamaya başlayınca karıştırılır ve tava ocaktan çekilerek, üstü kapalı bir biçimde serin bir yere kaldırılır. Ertesi gün hafifçe ısıtılır, tülbentten geçirilerek süzülür ve temiz kaplara doldurulur. Buzdolabında saklanmalıdır!

Oturma Banyosu: Iki büyük avuç dolusu ince kıyılmış taze bitki veya 100 gr kurutulmuş bitki, gece boyunca soğuk suda bekletilir. Ertesi gün kaynama derecesine kadar ısıtılır ve süzülerek, banyo suyuna eklenir.
 
bu civanperçeminin yararlarını anladım gayet güzel bir bitki kullanmak istiyorum ama ünlü herbalist Kneipp kimdir google dan araştırdım civanperçemi haberi dışında hiçbir bilgi bulamadım onun bu açıklamasına güvenipte kullanabilirmiyim kimdir bu kişi bilgi ve uzmanlık derecesi nedir ?????????????????????????????????? bu konuda bana bilgi verebilirmisiniz
 
X