Çocuksuz olmak, dünyada başka hiçbir yoksunluğa benzemiyor. Çünkü diğer bütün yoksunluklar bu dünyaya ait. Bir tek çocuk, bir tek evlat başka… O, çok ötelerde s...eninle yaratılmış, seninle doğmuş, seninle yaşıyor.
Çocuk sahibi olma isteği; Allah Teala’nın bizi yaratırken, tabiri caizse toprağımızın harcına kattığı, ruhumuzun en derinlerine işlediği bir içgüdü, insanoğlunun soyunun devamı için. Bu nedenden ötürü çocuğu olmayan kadın, eksik hissediyor, tam olamıyor, yarım kalıyor sanki. Bunun bir imtihan olduğunu en çok şöyle düşününce idrak ediyor insan: Zina edenlerin çocuğu oluyor, cami avlusuna bırakanların çocuğu oluyor, maddi ve manevi olarak çocuğa sahip çıkamayacak olanların çocuğu oluyor, Allah’a inanmayanların çocuğu oluyor, herkesin çocuğu oluyor, bir tek benim olmuyor. Neden? Allah onları senden çok mu seviyor ki, onlara veriyor da sana vermiyor, bir evladı senden mi esirgiyor? Tabii ki hayır…
Herkesin hikayesi başka... Herkes acılar çekiyor, çeşit çeşit imtihanlardan, hatta bazen neredeyse iğne deliğinden geçiyor insan bu dünyada. Çocuğu var diye özendiğin bir kadınla biraz sohbet ettiğinde, aslında ne sıkıntılar içinde olduğunu öğreniyorsun. Senin yerinde olmak isteyen ne kadar çok kadın var kim bilir? Senin imkanlarına sahip olamayan, ama 3-5 çocuğu olan nice anneler var…Aile ve dost çevresinde, sıkça hamile hanımların haberlerini alıyorsun. Bazen kardeşlerinin, arkadaşlarının, eşinin yakınlarının anne olacağını duyuyorsun. Önce kendi yoksunluğunu hatırlayıp, kendine ağlıyorsun. Sonra da, doğan bebekleri en çok sen seviyorsun. Onlara kendi çocuğun gibi bağlanıyor, hasretini gideriyorsun. Şanslı olduğun durumlar da oluyor tabi. Mesela, bebekler en çok senin kucağında kalıyor. Herkes çocuğunu doya doya sevesin istiyor. Bütün çocuklar senin oluyor; sıkıntılarını anneler çekiyor, sana sevmek kalıyor.
En çok da sana yaşlı gözlerle bakarak dua ettiklerinde üzülüyorsun. Bazen hiç aklında yokken; yoksunluğunu, bebek hasretini hatırlatıyorlar sana. “Allah sana da versin evladım” diyerek vahlanıyorlar. İyi niyetli olduklarını biliyorsun ama istemeden de olsa seni üzüyorlar. Yeni doğum yapmış hanımları ziyarete gitmediğinde, sana darılanlar bile oluyor. Özelikle bu meclislerde seni görüp de acıyan gözlerle sana bakıldığında, için lime lime oluyor.
Yaşadığımız her anın, attığımız her bir adımın manasının olduğu bu fani dünyada, anne olamamanın sana neler katacağını anlamaya çalışmak düşüyor insana belki de. Kim bilir, belki bir gün sen de anne olursun. Biliyorsun, Allah’ın kudreti engin ve hazinesi çok geniş. Sana bu isteği veren de, istediğini vermeyen de O. İşte bunun adı İMTİHAN oluyor.
Bir de merak duygusu seni hiç terk etmiyor. Acaba nasıl bir insan olurdu, kime benzerdi diye düşünüp duruyorsun. Ve şu soruların cevabını tam olarak alamıyorsun: İyi bir anne olur muydun? Sana “Anne” dendiğinde ne hissederdin? Bebeğine sarılıp uyumak nasıl bir duygu?...
Ne kadar teslim olursan ol Allah’a, ne kadar kabullendim alıştım dersen de, dönem dönem depreşiyor duyguların. Teselli olamıyorsun bir türlü. Kendinin ve başkalarının bu yöndeki çabası yeterli olmuyor, gönlüne söz geçiremiyorsun. Gece uykuya dalmadan önce, hayaller kuruyorsun. Anne olduğunu, yanında bir meleğin uyuduğunu görmeye çalışıyorsun gözlerin kapalı… Hazreti Ayşe Validemizin de çocuğunun olmadığını hatırlayıp teselli bulmaya çalışıyorsun. “Dua edin, icabet edeyim” ilahi hitabına sığınıp sabırla, ümitle, inançla bekliyorsun. Hz. Zekeriya’nın çocuk isteğine verilen karşılığın Hz. Yahya olduğunu düşünüyorsun. Hz. İshak ve Hz İsmail’in, Hz İbrahim’e verilen müjdeler olduğu geliyor aklına. Ve Allah’tan istemeye devam ediyorsun…