- 8 Nisan 2007
- 528
- 2
Bu dönem 4 ile 7 yaş arasındaki devreyi kapsar. Bi*rinci bunalım dönemi ile ikinci bunalım döneminde yer alır. Bir bunalım dönemi değildir. Bunalımdan çıkan çocuğun, yeniden gireceği (daha sonraki yılarda) bunalıma iyi bir şekil*de hazırlanabilmesi için değerlendirilmesi gereken bir çağ*dır. Bu dönem belki de çocuğun en faydalı ve en süratli bazı çıraklıklar geçirdiği devredir. Çocuk sosyal çevre ile sürekli temasta bulunmak suretiyle devamlı olarak zihnini zengin*leştirir. Duyuların alma kabiliyetinin en yüksek çağıdır. Üs*tün öğrenme özelliğine sahiptir. Bu çağdaki çocuk dünyaya karşı gerçek ve derin bir ilgi gösterir. Yetişkin bir insanın göremediği sayısız ayrıntıları görür. İşitmek, dokunmak görmek, kırmak vs. için oynar. Bütün bunları yaparken hiç*bir metoda bağlanmaz. Zaten ona bir metot sağlamak da faydasızdır. Onun için önemli olan tek kanun içinde yaşadığı an ile ilgili geçici bir meraktır. İlgilerinde devam yoktur. Kelebek gibi kendi heveslerinin peşinde koşar. 5 - 6 yaşlarına kadar bunda endişe edilecek bir şey yoktur. Bu özellik tabia*tın gereğidir.
Çocuğun bu yaşta zihninin gelişmesi harekette bulun*masına bağlı olduğundan harekete ve çeşitli oyunlara karşı büyük bir ihtiyaç duyar. İçinde bulunduğu sosyal çevre içeri*sinde keşifler yapmaya karşı da büyük bir ihtiyaç içindedir.
Bilindiği gibi hayatın ilk yıllan (özellikle ilk iki senesi) çocukta Pavlov'un şartlı refleksinde belirttiği gibi bir gelişim söz konusudur. Pavlov'un deneyi burada hatırlanmalıdır. Kö*peğe zil çalınca yemek verilmiştir, bu hep böyle devam et*miştir. Bir süre sonra zil çalınmış, yemek verilmemiştir. Bu kez köpeğin ağzının salyalarının aktığı gözlenmiştir. Yani zil çalınca yemek geleceğine köpek şartlanmıştır. Buna benzer şekilde çocuk da bu yıllarda annenin elinde biberonu görün*ce ona kavuşmak için tepinir, bazı jestler yapar. Oysa bu ikinci çocukluk çağı dediğimiz dönemde yeni zihin fonksi*yonları gelişmeye başlar. Bu gelişim belirginleşme yolunda*dır. Otonom sinir sistemine ilaveten merkezi sinir sistemine ait istemli hareketlerde önem kazanır.
Hayellere ve güzel masallara karşı zevk duyması bu ça*ğın en belirgin özelliğidir. Bu dönemde zihinsel gelişimin normal olabilmesi için yeterli ve dengeli beslenebilmesi de çok önemlidir. İyi beslenebilmelidir.
Önemli bir nokta da şudur: Bu çağda sevgiden yoksun edilen çocuk, incitilen ve yalnız bırakılan çocuk, kendisini kuşatan gerçeklerden daha güzel bulduğu hayallere kapanır. Hayata gittikçe uyamaz hale gelir ve yapayalnız kalabilir. Bunun sebebi duygu ve sosyal düzende olduğu için tedavi çaresi de buna göre düzenlenmelidir.
Duygu düzenindeki bozukluğun bir belirtisi çocuğun yalan söylemesidir. 3 çeşit yalan vardır:
1) Büyüklerin kendisini cezalandırmasından korktuğu için söylenen yalan,
2) Kendisini korumak amacıyla söylenen yalan,
3) Başkalarını aldatmak için söylenen yalan.
Bu üç çeşit yalan birbirinden çok farklıdır. Burada za*rarlı olan 3. tip yalandır. Diğer 1 ve 2'nci yalanlar daha ma*sum kabul edilebilir. Çocuğun duygu düzenindeki bozuklu*ğu yansıtan yalanı burada 3. tip olarak belirtmemizde yarar vardır. Bu tür yalan onun duygu düzenindeki bozukluğu yansıtır. Çocuk henüz tenkit duyusu gelişmediği için 1 ve 2 nci tür yalanları söyleyebilir, burada kötü niyet yoktur. Ör*neğin hayvanat bahçesinde bir fil görmüştür. Çocuğun hay*vanat bahçesine gittiği doğrudur, ancak fil görmemiştir. Bu*nun gibi olayı biraz hayaliyle süslendirebilir. Hemen belirt*mek lazımdır ki, bu üç tip yalan da yalandır ve istenmeyen bir durumdur. Ancak çocuk yeterli psiko-sosyal olgunluğa henüz erişmediği için burada en zararlı yalan olarak 3 ncüyü görmemiz mümkündür ve bu tür yalandan daha çok tedirgin olmamız lazımdır.
6 ile 7 yaşlarında çocuk anne-baba ve sosyal çevresin*de bulunan bireyleri uluorta türlü sualleriyle taciz edecek ka*dar soru sormaya meraklıdır. Yetişkinlerin çocuğa anlayabi*leceği tarzda cevap verme zahmetinde bulunmaları mutlaka gereklidir. Tabii bu kimi kişiler tarafından zahmet sayılsa bi*le bu konuda devamlı susturulan çocuk önce merakını sonra da güvenini kaybeder (çok mühim nokta). Niçin soru*ları çağının 9 yaşına doğru hafifleyeceğini de bu vesileyle belirtmekte yarar vardır.
4 ile 7 yaşları arasında bencillik çağı "egosantrizm" belirgindir. Masum bir saflık ifade eden bencillik vardır. Bu*na "güzel egosantrizm" çağı diyenler de vardır (Jacqueline, G). Her şeyi kendine göre değerlendiren bir zihin eğilimi vardır. Bu özellik de 9 ila 10 yaşında normal olarak geçer. Yeterki ailede yeterli insan sevgisi almış bulunsun.
Egosantrizmin ergin çocukta ve yetişkin insanda ben*cillik şeklini alması için 8-12 yaşları arasında yani 3. buna*lım dönemine girilmeden önce kaybolması gereklidir. Bu*nun için son durak bu yaşlardır. Aile bu yaşlara kadar sabır*la bencillik duygusunun geçmesini ve de bilgili tutum ve dav*ranışlarıyla bekleyebilmelidir. Tabii geçmesi bu kadar uzamış ise, normalin de ilk bunalım döneminde bu duyguya ait te*mel mücadele verilmekteydi. Egosantrizm 3 yaşlarında kar*deşine "benim annem", "benim tabağım" vs diyerek kendi*sini göstermekteydi.
İkinci çocukluk çağında egosantrizm çocuğun bütün zihnini kaplar. Ayrıca bu çağda şu özelliklerde kendisini gösterir ki, bu konuda ailelerin bilgili olmasında yarar vardır:
Animizm vardır. Yani çocuk etrafındaki eşyayı canlı sayabilir. Sözgelimi bir gün çocuk annesine "Anne bir soba daha alalım, sobalarımız kardeş olsun", diyebilir. Oysa soba canlı değildir. Bu normal bir gelişim evresidir. Çocuk 6 yaşına doğru bu döneme girmiş olur. Hatta tüm varlıklara, güneşe, taşa, suya, eve canlı gözüyle bakabilir. Onlara öy*küler bulabilir. Bu hâl 10 yaşlarına doğru kendiliğinden gel*diği gibi kendiliğinden kaybolur. Bu alanlarda çocuğu takın*tılı yapan, ailenin çocuğu tanımaması, ondan yersiz korkula*rın doğmasını sağlamasıdır. Yine bu dönemde artifisyalizm görüşü vardır çocukta. Bu çocuğun her varlığın bir eser gibi yapıldığına inanmasıdır (Jacqueline, G). Ona göre ırmakların yatağını kazan, güneşi ileri doğru iten, rüzgârı estiren çok büyük ve güçlü bir insandır. Çocuğun bu safça ina*nışlarından dolayı telaşa kapılmamalıdır. Bunlar bir bakıma egosantrizmin çeşitli tezahürleri olarak da düşünülebilir. Egosantrizm duyusu bu yönde de bireye etkili olmaktadır.
Animizm ve artifisyalizmden sonra finalizm vardır. Bu çocuğun her şeyin insana hizmet etmek için yaratıldığına inanmasıdır. Görüldüğü gibi böylece çocuk giderek iyiye, güzele, doğruya ve erişkinliğe adım adım yaklaşmaktadır. Bunlar psiko-sosyal gelişimin evreleridir. Nasıl ki birey doğ*duğu anda taş taşıyamaz, odun kıramazsa, bunun için be*densel büyümeye ihtiyaç duyarsa, sağlığın psiko-sosyal geli*şimi de bunun gibi evreler halinde olmaktadır.
Bu çağda (4-7 yaş dönemi) söylediği sözler arasında çocuk sebep-sonuç ilişkisini kavrayamaz. Annesi yemek ha*zırlarken ona yardım etmek ister beceremez, tabağın kırıl*masına sebep olur diyelim. Burada çocuk iyi niyetle bu işi yapmak istemiştir. Anne onu cezalandırsa, bunun nedenini çocuk kavramakta çok güçlük çeker. Çocuk tabağın kırılma*sından dolayı bir burukluk duyar, fakat niyetinin anneye hiz*met olduğunu bu uğurda bu olayın meydana geldiğini daha kuvvetli hissederek, anneye yardım suç mudur diyerek düşü*nerek kendisinin azarlanmasını hoş görmez. Sütümü içmez, yemeğimi yemezsem, büyüyemem hasta olurum diye yeterli kavrama henüz gelişmemiştir. Yani sebep-sonuç bağını kur*ması ondan bu yaşta beklenmemelidir. Çocuğun zaman kavramını da 4 ile 8 yaşları arasında elde ettiğini söylemek lâzımdır.
4-7 YAŞ ÇOCUKLARININ PSİKO-SOSYAL UYUMUYLA İLGİLİ OLARAK UYULMASI GEREKEN BAZI ESASLAR
Çocuktan kırabileceği şeyleri saklamanız yeterli değil*dir. O yine de çevrede kıracak birşeyler bulacaktır. Bu ne*denle çocuk yetiştirilen evde müze gibi türlü bibloların vd bulunması bu yöntem tedbirle karşılanmalıdır. Tabii bunun zamanımızda bir hâl şekli çocuğun ayrı odasının olmasıdır, fakat bunun da sorunu tamamen çözmediği bilinmelidir. Çünkü çocuk orada cezaevi hücresi gibi daima kalacak de*ğildir. Ev içerisinde bulunduğu zamanları da olacaktır. Çocu*ğun bir şeyler kırmasının önüne geçmenin en güzel yolu ona yavaş yavaş yaşıyla ilgili olarak mesuliyetler verilmesidir. Sözgelimi masanın örtüsünü örtme görevi ona verilirse, kırı*lacak eşyaları koruma işinden sorumlu tutulursa, bir iş ola*rak bu ona söylenirse çocuğun anne-babadan ve diğer ev bireylerinden daha fazla bir şeyler kırmadığı gözlenebilir. Gö*rev vermek esastır. Bu büyük insanlar için de böyledir. Sınıf*ta en gürültücü çocuk gürültüyle mücadele koluna seçilirse güzel bir çare bulunmuş olur.
Okuma yazma öğretmek için bu dönemde acele et*memek lazımdır. Bu iş için 5.5 yaşından sonrasını asgari beklemek lazımdır. Saate bakmasını 7 yaşından sonra öğre*tiniz. Aksi olursa zamanınızı kaybedersiniz, zira çocuğun ge*lişimi itibariyle onun da zamanı gelecektir. Görüldüğü gibi aileye büyük görevler düşmektedir. Tabiat kanunlarına ters düşen tutum ve davranış çocukların psiko-sosyal gelişimleri*ni hem engeller ve hem de aile ve çocuk mutluluğunu olumsuz olarak etkiler. Bu nedenle bütün dinlerde de okumak, ilim tahsil etmek, en büyük görevlerden sayılmıştır. Demek ki bu yönden de düşünülürse, birey ancak okuyarak, bilime açık bir kimse olursa hayatta başarı yolu kendisine açılacaktır. Tüm dinlerde ilim ve okumanın önemi de buradan gelmek*tedir. Karanlıklar ancak bilgiyle aydınlanacaktır. Sorunlara çözümler böyle bulunacaktır.
Onu o yaşta her şeye merak duymaya zihnini yorar*sanız bu olumsuz etkilerini ortaya koyacaktır. Artık herhangi bir şeye öğrenmek veya yapmak için gayret göstermekten tiksinebilir ki bu tehlikelidir. Bütün bunları yapıp sonradan hiçbir şey olmamış gibi çocuğu suçlayan aileler pek çoktur. İşte bu sebeplerledir ki, batı ülkelerinde sadece çocuk psiki*yatrisi klinikleri değil aile psikiyatrisi klinikleri de vardır. Ço*ğu zaman da birliktedirler aile ve çocuk psikiyatrisi klinikleri olarak. Batı ülkelerinde 'Aile Refah Bakanlığı' da görmek*teyiz. Aile toplumun en esaslı bir yapı taşıdır. Ayrı bakanlık altında toplanarak ailenin mediko, psiko-sosyal sorunları refahları garanti altına alınmak istenmektedir. Çocuğa en büyük iyilik, onun ailesinin ve sosyal çevresinin kendini an*layabilmesini temin etmek olmalıdır. Onun bilgili bir şekilde yönlendirilebilmesi yetiştirilebilmesidir. Bunun için de para*nın, hatta çocuğa ayrılacak zamanında o kadar önemli etkisi yoktur. Yeter ki, tutulan yol doğru olsun ve çocuğun psiko-sosyal özelliklerine ters düşmesin.
Olur olmaz ve sudan bahanelerle çocuğa engel olup durmaktan kaçınılmalıdır. Örneğin biz evimizde oturup ga*zete okurken veya çalışırken veya televizyon seyrederken bi*risi "kalk bana su getir" veya "gürültü yapma" dese bun*dan memnun olmayız. Türlü bahanelerle çocuğun gayretini engellememek lazımdır. Çocuk da bizim gibi kendi hayatını yaşayabilmelidir. Onun da kendisine göre türlü sorunları, dertleri işleri vardır. Eğer çocuk kendini meşgul ediyor ve sıkılmıyorsa demek ki yaptığı şey, kendine göre iyidir, buna saygı göstermek gerekir. Tabii bu toleransımıza rağmen doğru olmayanı yapmak tarzındaysa -sözgelimi bir elektrik cihazını oynaması vd- o takdirde "otorite" prensibimiz dev*reye girmeli ve gereken yapılmalıdır. Çocuk zararsız şeylerle kendi kendini meşgul ediyor ve de bundan sıkılmıyorsa de*mek istediğimiz odur, buna mani olunmamalıdır. Bu ister beceriksiz parmaklarıyla parçaladığı bir ağaç yaprağı, ister sert bir kayaya sürttüğü taş olsun, yol boyunca pencereden izlediği arabalar olsun, bunları yapmakta serbest bırakalım. Çocuk böylece bizim bilmediğimiz ve hiçbir zaman da öğrenemeyeceğimiz şeyler öğrenir. O böylece evreni kendi için*de inşa etmektedir. Çocuğun tabiatla başbaşa olabilmesi onun psiko-sosyal sağlığıyla ilgili gelişiminde çok yararlı olur. Tabiat bağ, bahçe, orman, park, açık hava onun için ndeta bir ilaçtır. Sinirlerinin gelişebilmesi ve doğayı tanıya*bilmesi, buhran dönemlerini daha huzurlu geçirebilmesi için çocuğun tabiatla haşir neşir olması pek güzel imkândır. Ne yazık ki, büyük şehir yaşantısında bu tür imkânlar çocuklara kolay sağlanamamaktadır. Apartman çocuğu modeli ortaya çıkmaktadır ki, bu sosyal şartlar itibariyle çocuk daha çok büyüklerden alacaklı durumda olmaktadır. Çocuklara gerekli psiko-sosyal şartlar verilemedikçe, onların da türlü büyüme sancıları karşısında anlayışlı olmamız gerekmektedir. Tıpkı bulanık bir suda yeterli oksijenin bulunmadığı ortamda de*niz nebatlarının, örneğin balığın yaşamasının güç olması gi*bi. Stress çağımızın, çocuğun normal huzurlu psiko-sosyal gelişim sağlamasında olumsuz olduğu bilinmeli bütün suç çocuklarda aranmaya çalışılmamalıdır.
Sosyal baskılar çocuğu ne kadar az rahatsız ederse onun gelişimi o kadar iyi olur. Çocuk sosyal gelişmesini yani cemiyetin bir ferdi olarak orada yerini başarılı bir şekilde olabilmesini, iyi beşerî münasebetler kurabilmeyi başkalarıy*la münasebette bulunmak suretiyle öğrenir. Anaokulları bu nedenle onun gelişiminde yeri olan bir müessesedir. Tabii hu müessesenin modern olmasa bile çocuğun gelişiminde fena olabilecek tecrübeleri ona vermemesi şartıyla. Çocuk*lar arası karşılıklı sosyal temaslar, monologlar faydalıdır.
İkinci çocukluk çağında bireye (4-7 yaş) emirleri ve ya*sakları mantıkî bir biçim uzunca açıklamak yersizdir. Aşırıya kaçmamak şartıyla aile sevgisini kaybetmemek için yapma*ması aşılanabilir. Çocuğa verilen ceza uzun zaman devam etmemelidir, ceza eğitici olmalı kin ve garaz bağlatmamalı, doktor hastaya ilaç verirken nasıl dikkatli davranırsa, ebe*veyn veya çocukla ilgili bireylerde ona çeşitli yöneltiyi, ceza*yı öyle dikkatli vermelidir.
Çocukta bu dönemde adalet duyusu 5-6 yaşlarında şiddetlenir. Haksızlıklara tahammülü yoktur. İyi yöneltilmezse adalet duyusu fena gelişir. Görülmektedir ki, tabiat yavaş yavaş ve bir sıra plân dahilinde insanı özenle inşa etmekte*dir. Bu evrelere saygı göstermek ve en azından onları kös*tekleyici olmamak lazımdır. Bu da yaşına göre çocuğu psiko-sosyal açılardan tanımakla mümkündür.
4-7 yaşlan arasında çocuktan nezaket kurallarına uyum istenmemelidir. Bunu çocuk daha sonraki gelişimlerinde öğrene*cektir. Nezaket sosyal bir gelişme sonunda yerine oturacak*tır. Nezaket, kibarlık, centilmenlik sosyal gelişmenin üst ba*samaklarında yer almaktadır. Sosyal bir cila olarak da neza*keti tanımlayanlar vardır (Guy, J). Belli bir sosyalleşmeden sonra kendisini gösterir. Oysa kimi aileler çocuğunun he*mencecik görgü kaidelerini bilivermesini arzu ederler. İşte burada da 5 altın kuralımızdan, 4 ncü prensip devreye gire*cektir. Sabır. Çocukta suçluluk duygusu niyete göre değil, harekete göredir. Reçel kavanozunu aşırmadıysa, aşıracaktı diye cezalandırırsak buna o akıl erdiremeyecektir. O odada oyna*masına müsaade edilmişse, günün birinde o odada bir has*tanın yatması, örneğin annesinin hasta olması ve çocuğun oynamasına müsaade edilen odaya yatırılması, onun oyun*larına engel olamaz diye düşünür. O gene orada oyununa devam eder. Çünkü o oda ona oynaması için verilmiştir.
Bu yaş çocuğu (4-7 yaş) cezasının geciktirilmesini iyi karşılamaz. Yaptığı suçun cezasını hemen bekler, ceza ge*ciktirilirse, suçunun affedildiğine inanır veya o suçunu affe*dilmiş sayarak unutur. Onun için eğer ceza verilecekse, ce*zayı gerektiren bir olay varsa, ceza geciktirilmemelidir. Ço*cuk ancak 8-9 yaşlarında cezasının geciktirilmesini -eğer öy*leyse- kavrayabilir. Bu yaşta ona göre suç olursa, cezası da vardır. Ceza yoksa, suç da yoktur tarzında düşünmeye yat*kındır. Hele birisinde cezalandırıp aynı suçtan kimi kez de cezalandırmamak, üstelik de o suç nedeniyle ödünlendirmek, çocuğu alt üst eder. Aynı suç karşısında birinde ceza görmediğini, ikincisinde cezalandırıldığını, üçüncüsünde de ödünlendirildiğini düşünen çocuk herhalde şaşkına dönecek*tir. Çocuk kendisinin cezalandırılmadığını zaaf veya zayıflık sayar. Çocuğu cezalandırdıktan sonra affetmek lazımdır. Böylece tekrar sosyal ilişkiler rayına girmelidir
Prof.Dr.Kemal Çakmaklı
Çocuğun bu yaşta zihninin gelişmesi harekette bulun*masına bağlı olduğundan harekete ve çeşitli oyunlara karşı büyük bir ihtiyaç duyar. İçinde bulunduğu sosyal çevre içeri*sinde keşifler yapmaya karşı da büyük bir ihtiyaç içindedir.
Bilindiği gibi hayatın ilk yıllan (özellikle ilk iki senesi) çocukta Pavlov'un şartlı refleksinde belirttiği gibi bir gelişim söz konusudur. Pavlov'un deneyi burada hatırlanmalıdır. Kö*peğe zil çalınca yemek verilmiştir, bu hep böyle devam et*miştir. Bir süre sonra zil çalınmış, yemek verilmemiştir. Bu kez köpeğin ağzının salyalarının aktığı gözlenmiştir. Yani zil çalınca yemek geleceğine köpek şartlanmıştır. Buna benzer şekilde çocuk da bu yıllarda annenin elinde biberonu görün*ce ona kavuşmak için tepinir, bazı jestler yapar. Oysa bu ikinci çocukluk çağı dediğimiz dönemde yeni zihin fonksi*yonları gelişmeye başlar. Bu gelişim belirginleşme yolunda*dır. Otonom sinir sistemine ilaveten merkezi sinir sistemine ait istemli hareketlerde önem kazanır.
Hayellere ve güzel masallara karşı zevk duyması bu ça*ğın en belirgin özelliğidir. Bu dönemde zihinsel gelişimin normal olabilmesi için yeterli ve dengeli beslenebilmesi de çok önemlidir. İyi beslenebilmelidir.
Önemli bir nokta da şudur: Bu çağda sevgiden yoksun edilen çocuk, incitilen ve yalnız bırakılan çocuk, kendisini kuşatan gerçeklerden daha güzel bulduğu hayallere kapanır. Hayata gittikçe uyamaz hale gelir ve yapayalnız kalabilir. Bunun sebebi duygu ve sosyal düzende olduğu için tedavi çaresi de buna göre düzenlenmelidir.
Duygu düzenindeki bozukluğun bir belirtisi çocuğun yalan söylemesidir. 3 çeşit yalan vardır:
1) Büyüklerin kendisini cezalandırmasından korktuğu için söylenen yalan,
2) Kendisini korumak amacıyla söylenen yalan,
3) Başkalarını aldatmak için söylenen yalan.
Bu üç çeşit yalan birbirinden çok farklıdır. Burada za*rarlı olan 3. tip yalandır. Diğer 1 ve 2'nci yalanlar daha ma*sum kabul edilebilir. Çocuğun duygu düzenindeki bozuklu*ğu yansıtan yalanı burada 3. tip olarak belirtmemizde yarar vardır. Bu tür yalan onun duygu düzenindeki bozukluğu yansıtır. Çocuk henüz tenkit duyusu gelişmediği için 1 ve 2 nci tür yalanları söyleyebilir, burada kötü niyet yoktur. Ör*neğin hayvanat bahçesinde bir fil görmüştür. Çocuğun hay*vanat bahçesine gittiği doğrudur, ancak fil görmemiştir. Bu*nun gibi olayı biraz hayaliyle süslendirebilir. Hemen belirt*mek lazımdır ki, bu üç tip yalan da yalandır ve istenmeyen bir durumdur. Ancak çocuk yeterli psiko-sosyal olgunluğa henüz erişmediği için burada en zararlı yalan olarak 3 ncüyü görmemiz mümkündür ve bu tür yalandan daha çok tedirgin olmamız lazımdır.
6 ile 7 yaşlarında çocuk anne-baba ve sosyal çevresin*de bulunan bireyleri uluorta türlü sualleriyle taciz edecek ka*dar soru sormaya meraklıdır. Yetişkinlerin çocuğa anlayabi*leceği tarzda cevap verme zahmetinde bulunmaları mutlaka gereklidir. Tabii bu kimi kişiler tarafından zahmet sayılsa bi*le bu konuda devamlı susturulan çocuk önce merakını sonra da güvenini kaybeder (çok mühim nokta). Niçin soru*ları çağının 9 yaşına doğru hafifleyeceğini de bu vesileyle belirtmekte yarar vardır.
4 ile 7 yaşları arasında bencillik çağı "egosantrizm" belirgindir. Masum bir saflık ifade eden bencillik vardır. Bu*na "güzel egosantrizm" çağı diyenler de vardır (Jacqueline, G). Her şeyi kendine göre değerlendiren bir zihin eğilimi vardır. Bu özellik de 9 ila 10 yaşında normal olarak geçer. Yeterki ailede yeterli insan sevgisi almış bulunsun.
Egosantrizmin ergin çocukta ve yetişkin insanda ben*cillik şeklini alması için 8-12 yaşları arasında yani 3. buna*lım dönemine girilmeden önce kaybolması gereklidir. Bu*nun için son durak bu yaşlardır. Aile bu yaşlara kadar sabır*la bencillik duygusunun geçmesini ve de bilgili tutum ve dav*ranışlarıyla bekleyebilmelidir. Tabii geçmesi bu kadar uzamış ise, normalin de ilk bunalım döneminde bu duyguya ait te*mel mücadele verilmekteydi. Egosantrizm 3 yaşlarında kar*deşine "benim annem", "benim tabağım" vs diyerek kendi*sini göstermekteydi.
İkinci çocukluk çağında egosantrizm çocuğun bütün zihnini kaplar. Ayrıca bu çağda şu özelliklerde kendisini gösterir ki, bu konuda ailelerin bilgili olmasında yarar vardır:
Animizm vardır. Yani çocuk etrafındaki eşyayı canlı sayabilir. Sözgelimi bir gün çocuk annesine "Anne bir soba daha alalım, sobalarımız kardeş olsun", diyebilir. Oysa soba canlı değildir. Bu normal bir gelişim evresidir. Çocuk 6 yaşına doğru bu döneme girmiş olur. Hatta tüm varlıklara, güneşe, taşa, suya, eve canlı gözüyle bakabilir. Onlara öy*küler bulabilir. Bu hâl 10 yaşlarına doğru kendiliğinden gel*diği gibi kendiliğinden kaybolur. Bu alanlarda çocuğu takın*tılı yapan, ailenin çocuğu tanımaması, ondan yersiz korkula*rın doğmasını sağlamasıdır. Yine bu dönemde artifisyalizm görüşü vardır çocukta. Bu çocuğun her varlığın bir eser gibi yapıldığına inanmasıdır (Jacqueline, G). Ona göre ırmakların yatağını kazan, güneşi ileri doğru iten, rüzgârı estiren çok büyük ve güçlü bir insandır. Çocuğun bu safça ina*nışlarından dolayı telaşa kapılmamalıdır. Bunlar bir bakıma egosantrizmin çeşitli tezahürleri olarak da düşünülebilir. Egosantrizm duyusu bu yönde de bireye etkili olmaktadır.
Animizm ve artifisyalizmden sonra finalizm vardır. Bu çocuğun her şeyin insana hizmet etmek için yaratıldığına inanmasıdır. Görüldüğü gibi böylece çocuk giderek iyiye, güzele, doğruya ve erişkinliğe adım adım yaklaşmaktadır. Bunlar psiko-sosyal gelişimin evreleridir. Nasıl ki birey doğ*duğu anda taş taşıyamaz, odun kıramazsa, bunun için be*densel büyümeye ihtiyaç duyarsa, sağlığın psiko-sosyal geli*şimi de bunun gibi evreler halinde olmaktadır.
Bu çağda (4-7 yaş dönemi) söylediği sözler arasında çocuk sebep-sonuç ilişkisini kavrayamaz. Annesi yemek ha*zırlarken ona yardım etmek ister beceremez, tabağın kırıl*masına sebep olur diyelim. Burada çocuk iyi niyetle bu işi yapmak istemiştir. Anne onu cezalandırsa, bunun nedenini çocuk kavramakta çok güçlük çeker. Çocuk tabağın kırılma*sından dolayı bir burukluk duyar, fakat niyetinin anneye hiz*met olduğunu bu uğurda bu olayın meydana geldiğini daha kuvvetli hissederek, anneye yardım suç mudur diyerek düşü*nerek kendisinin azarlanmasını hoş görmez. Sütümü içmez, yemeğimi yemezsem, büyüyemem hasta olurum diye yeterli kavrama henüz gelişmemiştir. Yani sebep-sonuç bağını kur*ması ondan bu yaşta beklenmemelidir. Çocuğun zaman kavramını da 4 ile 8 yaşları arasında elde ettiğini söylemek lâzımdır.
4-7 YAŞ ÇOCUKLARININ PSİKO-SOSYAL UYUMUYLA İLGİLİ OLARAK UYULMASI GEREKEN BAZI ESASLAR
Çocuktan kırabileceği şeyleri saklamanız yeterli değil*dir. O yine de çevrede kıracak birşeyler bulacaktır. Bu ne*denle çocuk yetiştirilen evde müze gibi türlü bibloların vd bulunması bu yöntem tedbirle karşılanmalıdır. Tabii bunun zamanımızda bir hâl şekli çocuğun ayrı odasının olmasıdır, fakat bunun da sorunu tamamen çözmediği bilinmelidir. Çünkü çocuk orada cezaevi hücresi gibi daima kalacak de*ğildir. Ev içerisinde bulunduğu zamanları da olacaktır. Çocu*ğun bir şeyler kırmasının önüne geçmenin en güzel yolu ona yavaş yavaş yaşıyla ilgili olarak mesuliyetler verilmesidir. Sözgelimi masanın örtüsünü örtme görevi ona verilirse, kırı*lacak eşyaları koruma işinden sorumlu tutulursa, bir iş ola*rak bu ona söylenirse çocuğun anne-babadan ve diğer ev bireylerinden daha fazla bir şeyler kırmadığı gözlenebilir. Gö*rev vermek esastır. Bu büyük insanlar için de böyledir. Sınıf*ta en gürültücü çocuk gürültüyle mücadele koluna seçilirse güzel bir çare bulunmuş olur.
Okuma yazma öğretmek için bu dönemde acele et*memek lazımdır. Bu iş için 5.5 yaşından sonrasını asgari beklemek lazımdır. Saate bakmasını 7 yaşından sonra öğre*tiniz. Aksi olursa zamanınızı kaybedersiniz, zira çocuğun ge*lişimi itibariyle onun da zamanı gelecektir. Görüldüğü gibi aileye büyük görevler düşmektedir. Tabiat kanunlarına ters düşen tutum ve davranış çocukların psiko-sosyal gelişimleri*ni hem engeller ve hem de aile ve çocuk mutluluğunu olumsuz olarak etkiler. Bu nedenle bütün dinlerde de okumak, ilim tahsil etmek, en büyük görevlerden sayılmıştır. Demek ki bu yönden de düşünülürse, birey ancak okuyarak, bilime açık bir kimse olursa hayatta başarı yolu kendisine açılacaktır. Tüm dinlerde ilim ve okumanın önemi de buradan gelmek*tedir. Karanlıklar ancak bilgiyle aydınlanacaktır. Sorunlara çözümler böyle bulunacaktır.
Onu o yaşta her şeye merak duymaya zihnini yorar*sanız bu olumsuz etkilerini ortaya koyacaktır. Artık herhangi bir şeye öğrenmek veya yapmak için gayret göstermekten tiksinebilir ki bu tehlikelidir. Bütün bunları yapıp sonradan hiçbir şey olmamış gibi çocuğu suçlayan aileler pek çoktur. İşte bu sebeplerledir ki, batı ülkelerinde sadece çocuk psiki*yatrisi klinikleri değil aile psikiyatrisi klinikleri de vardır. Ço*ğu zaman da birliktedirler aile ve çocuk psikiyatrisi klinikleri olarak. Batı ülkelerinde 'Aile Refah Bakanlığı' da görmek*teyiz. Aile toplumun en esaslı bir yapı taşıdır. Ayrı bakanlık altında toplanarak ailenin mediko, psiko-sosyal sorunları refahları garanti altına alınmak istenmektedir. Çocuğa en büyük iyilik, onun ailesinin ve sosyal çevresinin kendini an*layabilmesini temin etmek olmalıdır. Onun bilgili bir şekilde yönlendirilebilmesi yetiştirilebilmesidir. Bunun için de para*nın, hatta çocuğa ayrılacak zamanında o kadar önemli etkisi yoktur. Yeter ki, tutulan yol doğru olsun ve çocuğun psiko-sosyal özelliklerine ters düşmesin.
Olur olmaz ve sudan bahanelerle çocuğa engel olup durmaktan kaçınılmalıdır. Örneğin biz evimizde oturup ga*zete okurken veya çalışırken veya televizyon seyrederken bi*risi "kalk bana su getir" veya "gürültü yapma" dese bun*dan memnun olmayız. Türlü bahanelerle çocuğun gayretini engellememek lazımdır. Çocuk da bizim gibi kendi hayatını yaşayabilmelidir. Onun da kendisine göre türlü sorunları, dertleri işleri vardır. Eğer çocuk kendini meşgul ediyor ve sıkılmıyorsa demek ki yaptığı şey, kendine göre iyidir, buna saygı göstermek gerekir. Tabii bu toleransımıza rağmen doğru olmayanı yapmak tarzındaysa -sözgelimi bir elektrik cihazını oynaması vd- o takdirde "otorite" prensibimiz dev*reye girmeli ve gereken yapılmalıdır. Çocuk zararsız şeylerle kendi kendini meşgul ediyor ve de bundan sıkılmıyorsa de*mek istediğimiz odur, buna mani olunmamalıdır. Bu ister beceriksiz parmaklarıyla parçaladığı bir ağaç yaprağı, ister sert bir kayaya sürttüğü taş olsun, yol boyunca pencereden izlediği arabalar olsun, bunları yapmakta serbest bırakalım. Çocuk böylece bizim bilmediğimiz ve hiçbir zaman da öğrenemeyeceğimiz şeyler öğrenir. O böylece evreni kendi için*de inşa etmektedir. Çocuğun tabiatla başbaşa olabilmesi onun psiko-sosyal sağlığıyla ilgili gelişiminde çok yararlı olur. Tabiat bağ, bahçe, orman, park, açık hava onun için ndeta bir ilaçtır. Sinirlerinin gelişebilmesi ve doğayı tanıya*bilmesi, buhran dönemlerini daha huzurlu geçirebilmesi için çocuğun tabiatla haşir neşir olması pek güzel imkândır. Ne yazık ki, büyük şehir yaşantısında bu tür imkânlar çocuklara kolay sağlanamamaktadır. Apartman çocuğu modeli ortaya çıkmaktadır ki, bu sosyal şartlar itibariyle çocuk daha çok büyüklerden alacaklı durumda olmaktadır. Çocuklara gerekli psiko-sosyal şartlar verilemedikçe, onların da türlü büyüme sancıları karşısında anlayışlı olmamız gerekmektedir. Tıpkı bulanık bir suda yeterli oksijenin bulunmadığı ortamda de*niz nebatlarının, örneğin balığın yaşamasının güç olması gi*bi. Stress çağımızın, çocuğun normal huzurlu psiko-sosyal gelişim sağlamasında olumsuz olduğu bilinmeli bütün suç çocuklarda aranmaya çalışılmamalıdır.
Sosyal baskılar çocuğu ne kadar az rahatsız ederse onun gelişimi o kadar iyi olur. Çocuk sosyal gelişmesini yani cemiyetin bir ferdi olarak orada yerini başarılı bir şekilde olabilmesini, iyi beşerî münasebetler kurabilmeyi başkalarıy*la münasebette bulunmak suretiyle öğrenir. Anaokulları bu nedenle onun gelişiminde yeri olan bir müessesedir. Tabii hu müessesenin modern olmasa bile çocuğun gelişiminde fena olabilecek tecrübeleri ona vermemesi şartıyla. Çocuk*lar arası karşılıklı sosyal temaslar, monologlar faydalıdır.
İkinci çocukluk çağında bireye (4-7 yaş) emirleri ve ya*sakları mantıkî bir biçim uzunca açıklamak yersizdir. Aşırıya kaçmamak şartıyla aile sevgisini kaybetmemek için yapma*ması aşılanabilir. Çocuğa verilen ceza uzun zaman devam etmemelidir, ceza eğitici olmalı kin ve garaz bağlatmamalı, doktor hastaya ilaç verirken nasıl dikkatli davranırsa, ebe*veyn veya çocukla ilgili bireylerde ona çeşitli yöneltiyi, ceza*yı öyle dikkatli vermelidir.
Çocukta bu dönemde adalet duyusu 5-6 yaşlarında şiddetlenir. Haksızlıklara tahammülü yoktur. İyi yöneltilmezse adalet duyusu fena gelişir. Görülmektedir ki, tabiat yavaş yavaş ve bir sıra plân dahilinde insanı özenle inşa etmekte*dir. Bu evrelere saygı göstermek ve en azından onları kös*tekleyici olmamak lazımdır. Bu da yaşına göre çocuğu psiko-sosyal açılardan tanımakla mümkündür.
4-7 yaşlan arasında çocuktan nezaket kurallarına uyum istenmemelidir. Bunu çocuk daha sonraki gelişimlerinde öğrene*cektir. Nezaket sosyal bir gelişme sonunda yerine oturacak*tır. Nezaket, kibarlık, centilmenlik sosyal gelişmenin üst ba*samaklarında yer almaktadır. Sosyal bir cila olarak da neza*keti tanımlayanlar vardır (Guy, J). Belli bir sosyalleşmeden sonra kendisini gösterir. Oysa kimi aileler çocuğunun he*mencecik görgü kaidelerini bilivermesini arzu ederler. İşte burada da 5 altın kuralımızdan, 4 ncü prensip devreye gire*cektir. Sabır. Çocukta suçluluk duygusu niyete göre değil, harekete göredir. Reçel kavanozunu aşırmadıysa, aşıracaktı diye cezalandırırsak buna o akıl erdiremeyecektir. O odada oyna*masına müsaade edilmişse, günün birinde o odada bir has*tanın yatması, örneğin annesinin hasta olması ve çocuğun oynamasına müsaade edilen odaya yatırılması, onun oyun*larına engel olamaz diye düşünür. O gene orada oyununa devam eder. Çünkü o oda ona oynaması için verilmiştir.
Bu yaş çocuğu (4-7 yaş) cezasının geciktirilmesini iyi karşılamaz. Yaptığı suçun cezasını hemen bekler, ceza ge*ciktirilirse, suçunun affedildiğine inanır veya o suçunu affe*dilmiş sayarak unutur. Onun için eğer ceza verilecekse, ce*zayı gerektiren bir olay varsa, ceza geciktirilmemelidir. Ço*cuk ancak 8-9 yaşlarında cezasının geciktirilmesini -eğer öy*leyse- kavrayabilir. Bu yaşta ona göre suç olursa, cezası da vardır. Ceza yoksa, suç da yoktur tarzında düşünmeye yat*kındır. Hele birisinde cezalandırıp aynı suçtan kimi kez de cezalandırmamak, üstelik de o suç nedeniyle ödünlendirmek, çocuğu alt üst eder. Aynı suç karşısında birinde ceza görmediğini, ikincisinde cezalandırıldığını, üçüncüsünde de ödünlendirildiğini düşünen çocuk herhalde şaşkına dönecek*tir. Çocuk kendisinin cezalandırılmadığını zaaf veya zayıflık sayar. Çocuğu cezalandırdıktan sonra affetmek lazımdır. Böylece tekrar sosyal ilişkiler rayına girmelidir
Prof.Dr.Kemal Çakmaklı