- 3 Aralık 2006
- 3.073
- 132
- 63
(Daha önce verilmişse özür dilerim.=
17 Ağustos 1999 - Gölcük. Saatler gecenin üçüydü ve insanlar
can havliyle kendilerini evlerinden dışarıya
atarken sanki bir kıyameti
yaşıyor gibiydiler.
Daha sonra Ali Kırca' nın yönettiği
Siyaset Meydanı' nda enkazdan
kurtarılan bir bayan şunları söylemişti : " O
gece ne olduğunu bilmiyorum
ama bildiğim bir şey var ki, bu depremden
farklı bir şeydi ".
Bir iddiaya göre ; depremden hemen önce Gölcük'
ten Avcılar' a kadar
geniş
bir alanda görülen "ateş topu" ile ilgili
bilimsel bir açıklama
yapılamıyordu. Birtakım teoriler ortaya
atılmaya başlandı. Kimine göre
Ruslar bomba patlatmıştı. Kimine göre de
; Yugoslavya' ya atılan
bombaların yer kabuğunun dengesini bozması
sebebiyle depremin
gerçekleşmişti... Hatta bazılarına göre işi PKK
bile yapmış olabilirdi.
Nitekim CNN televizyonu Başbakan Bülent Ecevit
ile yaptığı bir röportaj
sırasında "Depremin arkasında PKK mı var?"
sorusuna "Sanmıyorum" cevabını
vermişti ! Oysa bu sorunun doğal cevabı
"Siz ne saçmalıyorsunuz, depremle
PKK' nın ne alakası var" olmalıydı. Bu soruya
verilen cevap, akıllara
'PKK' nın deprem oluşturabilme ihtimali'
nin olduğunu düşündürdüğü gibi,
yapay depremlerin olabileceği sonucuna da
getirmektedir.
Fakat bu teoriler arasında en akla yatkın olanı
Future Times' da
yayınlanan araştırma dizisinde yer alan bir
hikayeydi :
Bu senaryoya göre ; Silikon Vadisi' nin de
bulunduğu Kaliforniya' daki San
Andreas fay hattında meydana gelebilecek büyük
bir depremin Amerikan
ekonomisine çok büyük zarar vereceğini bilen
ABD ; yer kabuğundaki
değişimleri izleyerek, daha deprem oluşmadan
tektonik katmanlar arasında
artan basıncı değişik noktalardan patlatıp
boşaltarak, beklenen büyük
depremi "küçük depremcikler haline
dönüştürmenin" yolunu bulmuştu. Yıllar
önce Sırp asıllı Amerikalı bir bilimadamı olan
ve elektrik mühendisliği
konusunda uzun yıllar bazı esrarengiz yüksek
gerilim deneyleri
gerçekleştirdiği bilinen Nicola Tesla
tarafından geliştirilen "düşük
frekanslı elektromanyetik ışınımla yüksek
enerji nakli" tekniğini, hem
Ruslar hem de Amerikalılar uzun zamandır bir
silah olarak kullanmanın
yolunu arıyorlardı. Bu yöntemle ; çok
uzaktan, hatta uzaydan geniş
alanlarda tahribat yapabileceklerdi. Ancak
;
Pentagon (ABD Savunma Bakanlığı) yıllardır çok
güçlü bir silah geliştirmek
amacıyla üzerinde çalıştığı bu projeyi, bir
yandan da barışçı amaçlarla
"depreme indirgeme" sistemine uygulamak
suretiyle tepkileri azaltmayı ve
bu
işe ayrılan fonların devamlılığını sağlamak
istiyordu... Bu nedenle
proje,
önce Avustralya' nın çıplak ve seyrek nüfuslu
kırsal bölgelerinde denendi
ve geliştirildi. Daha sonra bunun deprem
bölgelerinde denenmesine sıra
geldi. Değişik zamanlarda Kafkaslar' da,
Okyanus tabanında ve Güney
Amerika' daki Ant dağlarında tektonik uyarılar
verilmek suretiyle
"endüktif
deprem yaratma" konusunda büyük adımlar
atıldı.
Bu araştırmalar Amerika' da HAARP ve diğer
askeri
tesislerin kumanda merkezlerinde yürütülüyordu.
Bu arada, Türkiye, Japonya
ve benzeri deprem bölgelerinde de sismik ağ
şebekeleri kurularak bu
bölgelerin tektonik verileri
saniyesi-saniyesine devasa bilgisayarların
kayıtlarına gönderilmeye başlandı. Ve gün
geldi, bu sistem Türkiye' de
denenmek istendi. (Çünkü Türkiye' deki
Kuzey Anadolu Fayı ile
Kaliforniya'
daki San Andreas Fayı son derece benzer
özellikler arzediyordu)
Ayrıca, bölge zaten yıllardır bu amaçla sismik
espiyonaj
altındaydı. Nitekim gelişmeleri dikkatle takip
edenler, depremden hemen
sonra Türk Telekom' un Türkiye' nin sismik
bilgilerini Pentagon' a ileten
NATO Üssü' nün iletişimini aniden kestiğini
ufak puntolarla gazetelere
düşen haberlerden hatırlayacaklardır.
ABD' nin asıl hedefi, Kuzey Anadolu
fay hattındaki deneyden elde
edeceği tecrübe ve bulguları, San Andreas fay
hattına uygulamaktı. Bu iş
yine çok yüksek askeri gizlilik taşıdığından
yürütme işi İsrailli
uzmanlara
verilmişti. Gerekli makina ve donanım gizlice
"denizaltılarla" Gölcük
üssüne getirilerek, oradaki yeraltı/denizaltı
korunaklarına kuruldu. Türk
makamları durumdan detay bazda haberdar
değildi. Deney başarılı
olacağından
sonunda kimse normal dışı bir şeyin olduğunu
fark etmeyecekti.
Bu amaçla, "Gece Şahini Tatbikatı" nın 17
Ağustos 1999
gecesi saat 03:00 da başlatılması planlandı.
Gece saat tam 03:00 da
düğmeye
basılacak ve Gece Şahini devreye alınacaktı.
1-2 dakika içinde de
oluşturdukları muazzam enerjiyle Marmara'nın
altındaki tektonik tabakayı
zayıf yerlerinden kırıp, aylardır oluşan büyük
"basıncı" dışarı
atacaklardı. Böylece beklenen büyük tekil bir
deprem önlenmiş olacaktı !
Ama o gece bir şeyler yanliş gitti !
Doğa kendini yönetmek isteyenlerden
bir kez daha intikam almişti. 45 saniye süren
büyük ve tekil bir deprem
tasarlananın onbin kat üstünde bir güçle
gelmişti. Daha bir kaç dakika
öncesine kadar korunağın içinde şampanya
patlatmayı bekleyenler, şimdi
korkudan buz gibi donmuş, hareketsiz ayakta
duruyorlardı. Kimsenin ağzını
bıçak açmıyordu. On binlerce insan, çoluk
cocuk, o enkazların altında can
cansız yatıyordu veya can çekişiyordu. Bu
tarihin "insan eliyle yaratılan"
en büyük felaketiydi...
İşte o andan itibaren çantalardan çıkan "Q
Planı"
uygulanmaya başlandı. İlk önce bölgedeki tüm
haberleşme ve elektrik
enerjisi felç edildi. Kimsenin birbiriyle
haberleşmesi istenmiyordu. Taa
Ankara' da Cumhurbaşkanı Demirel bile
sabahleyin "benim de telefonum
kesikti" şeklinde garip bir açıklama yaptı.
Cumhurbaşkanı ve Başbakan
şaşkındı. Saatlerce "üzgünüz" bile
diyemediler.
Depremin üzerinden 4 dakika bile geçmeden
İsrail Başkanı
Ehud Barak ve Birleşik Devletler Başkanı Bill
Clinton ile irtibat kuruldu.
O anda İsrail' de Ben Gurion Lod Askeri
Havaalanından 4 adet savaş uçağı
eşliğinde 2 nakliye uçağı havalanıyordu. 2
dakika sonra da İsrail Deniz
Kuvvetleri ve NATO Güney Deniz Saha
Komutanlığı' na bağlı tüm birlikler
DEFCON-4 acil durumuna geçirildi. Amerikan 6'
ncı filosuna bağlı gemiler
de
rotalarını İstanbul' a çevirmek için
Pentagon'dan emir aldılar. Bu arada
devreye Avrupa ülkelerinin liderleri de giriyor
ve belki de onlardan da
Türkiye için sözler alınıyordu.Yunanistan bile
harekete geçirilerek
Türkiye' ye karşı olan hasmane tutumuna son
vermesi sağlanıyordu. Tüm Batı
başkentleri hareket halindeydi, ancak panik
yoktu. Herşey kontrol ve
koordinasyon altındaydı. İsrailli askerler ve
üst düzey subaylar o gece
Gölcük'te ne arıyorlardı? Deniz
Kuvvetleri' nde bir devir-teslim töreni
yapılacaktı, ama bu her yıl yapılan rutin bir
ulusal törendi. Uluslararası
bir niteliği yoktu. Bunun nedenini şimdi daha
iyi anlıyoruz. Hiç kimse -bu
güne kadar hiç katılmadıkları- bu devir teslim
törenine neden
katıldıklarını sormadı. Ya şaşkınlıktan, ya da
telaştan, enkaz altında kaç
İsrail askerinin öldüğü, kaçının yaralandığını
da soran olmadı. O
felakette
kaç İsrail askerinin öldüğünü ne Genelkurmay
yayınladı, ne de İsrail böyle
bir bilgiyi açıklamak nezaketinde bulundu.
Herkese verdikleri imaj ise
oraya yardım için geldikleriydi.
Hemen bir hastane kurdular. Esas amaçları
enkaz
altındaki askerlerini ve önemli askeri
malzemeyi çıkartarak götürmekti.
Biz
de "Bak şu İsrail'e ! Helal olsun, hemen
yardımımıza koştu" diyerek
sevindik. Sabah saat 03:05 ile 06:30 arasında
Batı'da bu hareketlilik
yaşanırken bölgede çok hızlı ve çok gizli
askeri hareketlilik hakimdi.
Ancak herkes kendi derdine düşmüş olduğundan bu
"olağanüstü gizli
operasyondan" kimsenin haberi olmuyordu.
Böylece, bu işi planlayanlar
gecenin karanlığından da yararlanıp
denizaltından parçaları yüzeye vuran
Tesla makinesinin kalıntılarını toplayıp, yer
altı ve yerüstündeki tüm
izleri yok etmeye çalışıyorlardı. Ve bölgeye
son hızla gelen Rus araştırma
gemisi sabah saat 06:30' da bölgeye vardığında,
havanın aydınlanmasıyla
birlikte etrafta delil olabilecek tek bir cisim
bile kalmamıştı. "Deniz
altında oluşan radyasyon anlaşılmasın, dibe
çöken kalıntılar
araştırılmasın
ve patlama sonucu meydana gelen denizaltı
krateri ve çukuları ortaya
çıkarılmasın" diye bu bölge derhal askeri
karantinaya alınarak dalışa
yasak
bölge ilan ediliyordu. Ancak bütün bu
temizlikler yapıldıktan sonra Ecevit
ve daha sonra da Demirel' in bölgeye gitmesine
izin verilmişti.
Amerika tüm imkanlarını seferber etti. Clinton
Amerikan
halkından Türkiye'ye yardım etmesini istedi.
Yakında Türkiye'ye geleceğini
ilan etti, Başbakan Ecevit' in de bu arada
Amerika' ya kendini ziyarete
geleceğini haber verdi. (Clinton depremin
ardından Kasım ayında Türkiye'
ye gelmiş ve ilginçtir, o her zaman bildiğimiz
"acaip korunan" bir
Amerikan
Başkanı olarak değil, bölgede sanki "taşıdığı
vicdani sorumluluğu"
üzerinden atmak ister gibi bir edayla, bölge
halkının taa içine kadar
giren
sıradan bir adam gibi bölgeyi dolaşmıştı. Ve
yine ilginçtir, tarihte ilk
kez bir Amerikan Başkanı Türkiye Büyük Millet
Meclisi' nde konuşacak kadar
( ? ) Türkiye' yi önemsemişti !
Bunun nedeni sadece yaşanan deprem
olabilirmiydi acaba ? )
Dönemin Sağlık Bakanı Osman Durmuş' un
"yabancılara tek
bir hasta bile vermem" demesini, ABD Deniz
Kuvvetlerine ait yüzer
hastanede
tek bir hastanın bile tedavi edilmediğini, tam
750 ton yardım malzemesiyle
yüklü bir İsrail gemisinin 3 gün süreyle
gümrükte bekletilmesini şimdi
yadırgayabiliyor musunuz?
? ? ?
. .
Eğer bu senaryo doğru ise, ki olabilir, o zaman
demekki enkaz altında
kalan
binlerce vatandaşımıza, Mehmet' lere, Hatice'
lere, Ayşe' lere, Hatice'
lere ve Ali' lere karşı bir vicdan borcumuz
var. Onlar geride gözleri
yaşlı
on binlerce sevenlerini, sıcaklıklarından
mahrum bırakırken, sırf
Kaliforniya' daki John' lar, Susan' lar ve
Alice' ler yaşasın diye
"yaşamdan çalındıklarını" dünya
bilsin.