Osmanlı İstanbul’unda Ramazan ayı, yalnızca oruç tutulan bir dönem değil; aynı zamanda şehrin bambaşka bir çehreye büründüğü, manevi coşkunun doruğa ulaştığı özel zamanlardan biriydi. Gel, birlikte bu büyülü döneme ışınlanalım ve İstanbul’un tarihi sokaklarında nostaljik bir Ramazan akşamını yaşayalım.


Akşam Ezanı ve Top Sesleri

İstanbul’un tepelerine yayılan akşam ezanı, oruçların açılma vaktinin geldiğini müjdelerken, Ramazan topunun patlamasıyla şehirdeki hareketlilik doruğa çıkardı. Evlerde, saraylarda, konaklarda ve mütevazı mahalle sofralarında aynı heyecan yaşanırdı. Herkes büyük bir şükranla iftar sofralarına yönelirdi. Osmanlı’nın en yüksek tepelerinden atılan bu toplar, sadece iftar vaktini bildirmez, aynı zamanda şehrin her köşesine yayılan bu kutsal zamanın başlangıcını ilan ederdi. O anlarda İstanbul’un dört bir yanında minik çocukların sevinç çığlıkları duyulurdu.

İftar Sofralarında Osmanlı Lezzetleri

Sarayda ya da halkın evinde olsun, iftar sofraları özenle hazırlanırdı. Hurma ve zemzem suyu ile oruç açılır, ardından mis kokulu Osmanlı çorbaları, sıcak pideler ve bolca tatlı sunulurdu. Sultanların sofrasında kuzu tandırdan hünkar beğendiye, zengin baharatlarla hazırlanmış lezzetler yer alırken; halk arasında da helva, güllaç ve şerbetler bolca tüketilirdi. İftar sofralarında sadece yemekler değil, sohbetler de tatlı olurdu. Büyükler, çocuklara Ramazan’ın önemini anlatırken, mahallede komşular birbirine tabaklar içinde iftarlık ikram ederdi. İftar sonrası içilen kahve eşliğinde eski hatıralar anlatılır, İstanbul’un ruhu geçmişten geleceğe taşınırdı.


Teravih Namazı ve Mahyalar

İftarın ardından camilere doğru bir yolculuk başlardı. Sultanahmet, Süleymaniye ve Beyazıt gibi büyük camilerde kılınan teravih namazı, Osmanlı’da Ramazan akşamlarının en özel anlarından biriydi. Cami minarelerini süsleyen mahyalar, ‘Hoş geldin ya Şehr-i Ramazan’ gibi yazılarla İstanbul’un gecesini aydınlatırdı. Ramazan ayının en büyüleyici yanlarından biri de bu mahyalardı. Ahşap çıtalar üzerine asılmış kandiller, İstanbul’un siluetine ruh katardı. Özellikle Boğaz’ın karşı kıyısından izlenen bu ışıklı yazılar, insanı bambaşka bir huzura sürüklerdi.


Ramazan Eğlenceleri: Meddahlar, Karagöz-Hacivat ve Şenlikler

Osmanlı’da Ramazan, sadece ibadetle değil, aynı zamanda eğlencelerle de anılırdı. İftar sonrası Sultanahmet, Eyüp ve Üsküdar gibi semtlerde meddahlar hikâyeler anlatır, Karagöz-Hacivat gösterileri düzenlenir, ortaoyunu sanatçıları kahkahalarla izlenirdi. Şehzadebaşı ve Beyazıt gibi yerlerde kurulan Ramazan pazarları, şerbetçileri, macuncuları ve lokumcularıyla şehrin nabzını tutardı. Bu eğlenceler, sadece çocuklar için değil, yetişkinler için de büyük bir neşe kaynağıydı. Karagöz ve Hacivat’ın tatlı atışmaları, meddahların anlattığı ibretlik hikâyeler ve kahvehanelerdeki meddah sohbetleri, Osmanlı Ramazanlarının vazgeçilmez unsurlarıydı.


Sahur Vakti ve Davul Sesleri

Gecenin ilerleyen saatlerinde sahur vakti yaklaşırken, İstanbul’un sokakları davulcuların ritmik vuruşlarıyla yankılanırdı. Sahur sofralarında bolca peynir, reçel, tereyağı, hoşaf ve taze ekmek bulunur, ardından dualarla yeni bir oruç gününe hazırlanılırdı. Davulcular sadece sahur vaktini bildirmez, aynı zamanda maniler söyleyerek mahalleliyi neşelendirirdi. “Uyan ey mümin kardeşim, sahura kalk vakit geçmesin” gibi sözlerle süslenen bu maniler, İstanbul sokaklarında yankılanır, Ramazan gecelerine ayrı bir tat katardı.


Osmanlı İstanbul’unda bir Ramazan akşamı, yalnızca yemek ve eğlence değil, aynı zamanda paylaşma, yardımlaşma ve huzurun en güzel örnekleriyle doluydu. Bugün hâlâ o dönemden gelen pek çok geleneği yaşatıyor olmamız ne büyük bir mutluluk! Ramazan’ın sadece oruç tutmaktan ibaret olmadığını, insanların bir araya gelerek sevdikleriyle vakit geçirdiği, fakirlere yardım ettiği ve manevi anlamda kendini yenilediği bir ay olduğunu Osmanlı’dan miras kalan bu gelenekler sayesinde hatırlıyoruz.

Sen de hayalinde bu büyüleyici atmosfere ışınlandın mı? O halde bir fincan demli çay eşliğinde bu nostaljiyi içselleştirmeye ne dersin?