Şu an resmen rüyada gibiyim. Elimde evlilik cüzdanım var ama kavrayamıyorum.
Çevremde kimseyle paylaşamadığım şeyleri anlatasım geldi. En başından başlayayım;
Lise son sınıftayken "Hayır diyemediğimden, birazda demek istemediğimden" erkek arkadaşımla bir kereliğe mahsus ve ileride uykularımı mahfedecek bişi yaşadım(zaten bu olayı kaldıramayıp ayrıldım). Liseden sonra 5 yıllık Eğitim Fakültesi(lise öğretmenliği işte) kazanıp gelecekte atanmak için Kpss Eğitim Bilimlerinden 87-89 puan almam gerektiğini bilmeden sevinçle gittim. İlk mezun olduğum yıl; öncede 60 puan alamazken çalışmadan karılı kocalı atanan tanıdıkları görünce isyan ederdim(2010 kpss kopya skandalı). Sonra etraftaki "o kadar okudun hani" tavırları beni çok üzerdi. Liseliyken kendi paramı kazanmak için çalıştığım pastahaneye "anormal bir kız" olarak yüksek lisans diplomamla dönünce neler yaşadığımı az çok tahmin edersiniz. O ara Ailenin "turşunu mu kuracağız senin, güzellin ne kadar gider zaten" lafları altında cahil, ortaokul/lise terk, hayatında "estetik" lafını cümle içinde kurmamış görücüler gelmeye başladı. Dışarıdan farkedilmez ama bu tip insanlarla hayatını geçirme düşüncesi o kadar ağır gelir ki bir iki sefer intiharı bile düşünürsün. Fakat "daha bi erkekle x bile yaşamamış kadınsın" diye ertelersin.
Tam o günlerde az ama düzenli gördüğüm bi çocuğa platonik beslemeye başladım; çalıştığım pastahaneye sabah kahvaltı için gelen öğretmenlerden biriydi. Düzgün fizikli(hala spor yapar), uzun boylu(183), yeşil gözlü, ağır duruşlu biriydi(benden bi yaş büyük, şu an 27 yaşında). Ama beni asıl etkileyen tarafları; sabahları taramadığı için bukle bukle anlına inen kumralımsı saçları ve iş arkadaşlarına bişi ısmarlarkenki o yapmacık "ben ödüyorum" tripleri olamayan, hesap yapmayan cömertliğiydi. Tabiki beni farketmedi bile. Ta ki ona bi eğitim bilimleri konusu olan; Abraham Maslow'un kişlik gelişimi teorisi hakkında espri yapana kadar. Bu şekilde radarına girdikten sonra sabahları muhabbet açmak için harıl harıl gazete mi okumadım, başkasının işi olmasına rağmen çayını kahvaltısını kendi ellerimle mi hazırlayıp götürmedim, memleketi ayvalığı mı araştırmadım... Sırf dedesi yunanistan göçmeni diye evde mübadele filmi bile izledim. İki ay sonra; tam artık durumu kabullenmişken telefonumu istedi. Sadece bi kaç hafta sonra takarsın koluna bir iki akraba evine gider, sana devamlı nispet yapan arkadaşlarınla tanıştırır "normal kız" olursun. Önce etraf susar, sonra da her şeyine karışıp kısıtlayan ailen. Sen adamın o düzeltici iyileştirici, sevimsiz insanlardan koruyucu gücüne daha da hayran olup bağlanırsın. Söz ve nişan ile daha bi "normal kız" olursun. Fakat bilincaltına gömdüğün gençlik hatan o ara dürtmeye başlar. Tekrar korkar, kara kara düşünür, özgüvenin tekrar düşer, espri bile yapamaz hale gelirsin. Ve bir gün nişanlının "ekşisözlük" üyesi olduğunu görüp hemen çaktırmadan nick'ini kağıda not alırsın. Yazdığı yüzlerce makale gibi yazıların tamamını bir haftada okuyup aralarından "türk kızı" başlığına bi kaç yıl önce karaladığı "Kadından kan/zar hesabı sormak tam manasıyla barbarlıktır. Fakat kızlığım gitmesin diye yıllar boyu sevgiilisini bekleten bir kadından doğal olarak gerdek gecesi kan hesabı saygı çerçevesinde sorulur." satırlarından "bakirelik" hakkındaki duruşunu öğrenirsin. İtiraf etmeyi değerlendirir fakat cesaret bulamazsın. Bir derdim var bölümüne konu açar(herşeyi anlatmadan tabiki)(http://www.kadinlarkulubu.com/showthread.php?t=696668), zılgıtı yersin.
Nihayet biraz cesaret toplar. Ve en sonunda bi gün öğleye doğru, başka bir mazeretle evine gidip sevdiğin adamın dudaklarına yumulursun. Konuşamasın diye dudaklarını dudaklarından ayırmazsın ta ki "kendi iradesiyle durabileceği" eşiği geçtiğine ikna olana kadar. ilişkiden sonra belki esnek zannettiğinden, belki zaten önemsemediğinden belki de o ara yüzümü filan buruşturmadan, öyle sadece hıçkırarak ağladığımdan olacak ne kan ne de zar hesabı sormadı. O bi kaç saat bittiğinde özgüvenim o kadar artmıştı ki, o kadar neşelenip iyileşmiştim ki akşam nişanlımın binbir zahmetle bulup getirdiği ertesi gün hapına "ammaan canımm, gerek yoktu" deyip adamı dumura uğratmıştım. Minnettarlık duygusundan her gece uyumadan "dünyanın en iyi eşi" olmaya, benden istediği hatta isteyemediği her şeyi yapmaya, gerekirse ihaneti bile affetmeye yemin edersin, gece ailen uyuduktan sonra nişanlının evine kaçma planı bile yapar, ama adamı ikna edemezsin. Nişanlın da bu arada şeyini antidepresan zannetmeye başlar ama onu bozmazsın; Belkide haklıdır.
Sonra bu minnet duygusu, özgüven artışı ve bir ölçüde eksikliğimden kaynaklı anlayışlılık halim, ironik durumlara sebebiyet vermeye başladı; önce bu benim cesaret edemediğim şeyi yapıp "Bundan sonra da yüzyüze bakacağımız, gelip gideceğimiz insanlar; ben bununla yattım diyemezdim işte" savunmalarıyla benden öncesini itiraf etti(o an aptal aptal sırıtmamdan başka anlamlar çıkarmasın diye kadının göğüsleri hakkında saçmalamıştım). "Arada bi beni arıyor haberin olsun" diye arkadaşımı bana ispiyonladı. bu yaşıma kadar sadece kısıtlama ve engellemelerini gördüğüm ailem, nişanlım sporda omzunu incitince "yanlız bırakma çocuğu" diye resmen adamın koynuna yolladılar beni... Yani ne bileyim dizi izlerken ahşap eski türk evlerini ne kadar beğendiğim hakkında biraz konuşunca; düğünden sonra oturacağımız ayvalıktaki müstakil evin alt katına taş üst katına ahşap kaplama yaptırdı. Biraz el yordamına biraz sanal istihbaratla(hangi konuda ne düşünüyor, kitap/müzik/film/spor bağlamında tam olarak nelerden hoşlanıyor, hangi davranışlara asla katlanamaz... Tamamını eksisözlükte okudum. Resmen bin sayfalık "ilgi, tutum ve kişilik ölçeği raporu" gibiydi) biraz da mecburiyetten karşılıklı mutluluk bağlamında sağlıklı bir ilişki kurduğumu düşünüyorum.
Bu hafta nikahımız oldu(hala ailemin yanında olsam da), Yaz başında da düğün var. Ve ben idrak etmekte zorlanıyorum.
"Ben onun nikahlı karısıyım." cümlesini sesli olarak kurduğumda içim bi garip oluyor:119:
Çevremde kimseyle paylaşamadığım şeyleri anlatasım geldi. En başından başlayayım;
Lise son sınıftayken "Hayır diyemediğimden, birazda demek istemediğimden" erkek arkadaşımla bir kereliğe mahsus ve ileride uykularımı mahfedecek bişi yaşadım(zaten bu olayı kaldıramayıp ayrıldım). Liseden sonra 5 yıllık Eğitim Fakültesi(lise öğretmenliği işte) kazanıp gelecekte atanmak için Kpss Eğitim Bilimlerinden 87-89 puan almam gerektiğini bilmeden sevinçle gittim. İlk mezun olduğum yıl; öncede 60 puan alamazken çalışmadan karılı kocalı atanan tanıdıkları görünce isyan ederdim(2010 kpss kopya skandalı). Sonra etraftaki "o kadar okudun hani" tavırları beni çok üzerdi. Liseliyken kendi paramı kazanmak için çalıştığım pastahaneye "anormal bir kız" olarak yüksek lisans diplomamla dönünce neler yaşadığımı az çok tahmin edersiniz. O ara Ailenin "turşunu mu kuracağız senin, güzellin ne kadar gider zaten" lafları altında cahil, ortaokul/lise terk, hayatında "estetik" lafını cümle içinde kurmamış görücüler gelmeye başladı. Dışarıdan farkedilmez ama bu tip insanlarla hayatını geçirme düşüncesi o kadar ağır gelir ki bir iki sefer intiharı bile düşünürsün. Fakat "daha bi erkekle x bile yaşamamış kadınsın" diye ertelersin.
Tam o günlerde az ama düzenli gördüğüm bi çocuğa platonik beslemeye başladım; çalıştığım pastahaneye sabah kahvaltı için gelen öğretmenlerden biriydi. Düzgün fizikli(hala spor yapar), uzun boylu(183), yeşil gözlü, ağır duruşlu biriydi(benden bi yaş büyük, şu an 27 yaşında). Ama beni asıl etkileyen tarafları; sabahları taramadığı için bukle bukle anlına inen kumralımsı saçları ve iş arkadaşlarına bişi ısmarlarkenki o yapmacık "ben ödüyorum" tripleri olamayan, hesap yapmayan cömertliğiydi. Tabiki beni farketmedi bile. Ta ki ona bi eğitim bilimleri konusu olan; Abraham Maslow'un kişlik gelişimi teorisi hakkında espri yapana kadar. Bu şekilde radarına girdikten sonra sabahları muhabbet açmak için harıl harıl gazete mi okumadım, başkasının işi olmasına rağmen çayını kahvaltısını kendi ellerimle mi hazırlayıp götürmedim, memleketi ayvalığı mı araştırmadım... Sırf dedesi yunanistan göçmeni diye evde mübadele filmi bile izledim. İki ay sonra; tam artık durumu kabullenmişken telefonumu istedi. Sadece bi kaç hafta sonra takarsın koluna bir iki akraba evine gider, sana devamlı nispet yapan arkadaşlarınla tanıştırır "normal kız" olursun. Önce etraf susar, sonra da her şeyine karışıp kısıtlayan ailen. Sen adamın o düzeltici iyileştirici, sevimsiz insanlardan koruyucu gücüne daha da hayran olup bağlanırsın. Söz ve nişan ile daha bi "normal kız" olursun. Fakat bilincaltına gömdüğün gençlik hatan o ara dürtmeye başlar. Tekrar korkar, kara kara düşünür, özgüvenin tekrar düşer, espri bile yapamaz hale gelirsin. Ve bir gün nişanlının "ekşisözlük" üyesi olduğunu görüp hemen çaktırmadan nick'ini kağıda not alırsın. Yazdığı yüzlerce makale gibi yazıların tamamını bir haftada okuyup aralarından "türk kızı" başlığına bi kaç yıl önce karaladığı "Kadından kan/zar hesabı sormak tam manasıyla barbarlıktır. Fakat kızlığım gitmesin diye yıllar boyu sevgiilisini bekleten bir kadından doğal olarak gerdek gecesi kan hesabı saygı çerçevesinde sorulur." satırlarından "bakirelik" hakkındaki duruşunu öğrenirsin. İtiraf etmeyi değerlendirir fakat cesaret bulamazsın. Bir derdim var bölümüne konu açar(herşeyi anlatmadan tabiki)(http://www.kadinlarkulubu.com/showthread.php?t=696668), zılgıtı yersin.
Nihayet biraz cesaret toplar. Ve en sonunda bi gün öğleye doğru, başka bir mazeretle evine gidip sevdiğin adamın dudaklarına yumulursun. Konuşamasın diye dudaklarını dudaklarından ayırmazsın ta ki "kendi iradesiyle durabileceği" eşiği geçtiğine ikna olana kadar. ilişkiden sonra belki esnek zannettiğinden, belki zaten önemsemediğinden belki de o ara yüzümü filan buruşturmadan, öyle sadece hıçkırarak ağladığımdan olacak ne kan ne de zar hesabı sormadı. O bi kaç saat bittiğinde özgüvenim o kadar artmıştı ki, o kadar neşelenip iyileşmiştim ki akşam nişanlımın binbir zahmetle bulup getirdiği ertesi gün hapına "ammaan canımm, gerek yoktu" deyip adamı dumura uğratmıştım. Minnettarlık duygusundan her gece uyumadan "dünyanın en iyi eşi" olmaya, benden istediği hatta isteyemediği her şeyi yapmaya, gerekirse ihaneti bile affetmeye yemin edersin, gece ailen uyuduktan sonra nişanlının evine kaçma planı bile yapar, ama adamı ikna edemezsin. Nişanlın da bu arada şeyini antidepresan zannetmeye başlar ama onu bozmazsın; Belkide haklıdır.
Sonra bu minnet duygusu, özgüven artışı ve bir ölçüde eksikliğimden kaynaklı anlayışlılık halim, ironik durumlara sebebiyet vermeye başladı; önce bu benim cesaret edemediğim şeyi yapıp "Bundan sonra da yüzyüze bakacağımız, gelip gideceğimiz insanlar; ben bununla yattım diyemezdim işte" savunmalarıyla benden öncesini itiraf etti(o an aptal aptal sırıtmamdan başka anlamlar çıkarmasın diye kadının göğüsleri hakkında saçmalamıştım). "Arada bi beni arıyor haberin olsun" diye arkadaşımı bana ispiyonladı. bu yaşıma kadar sadece kısıtlama ve engellemelerini gördüğüm ailem, nişanlım sporda omzunu incitince "yanlız bırakma çocuğu" diye resmen adamın koynuna yolladılar beni... Yani ne bileyim dizi izlerken ahşap eski türk evlerini ne kadar beğendiğim hakkında biraz konuşunca; düğünden sonra oturacağımız ayvalıktaki müstakil evin alt katına taş üst katına ahşap kaplama yaptırdı. Biraz el yordamına biraz sanal istihbaratla(hangi konuda ne düşünüyor, kitap/müzik/film/spor bağlamında tam olarak nelerden hoşlanıyor, hangi davranışlara asla katlanamaz... Tamamını eksisözlükte okudum. Resmen bin sayfalık "ilgi, tutum ve kişilik ölçeği raporu" gibiydi) biraz da mecburiyetten karşılıklı mutluluk bağlamında sağlıklı bir ilişki kurduğumu düşünüyorum.
Bu hafta nikahımız oldu(hala ailemin yanında olsam da), Yaz başında da düğün var. Ve ben idrak etmekte zorlanıyorum.
"Ben onun nikahlı karısıyım." cümlesini sesli olarak kurduğumda içim bi garip oluyor:119:
Son düzenleme: