Cumhurbaşkanı seçiminde hukuksal yorumu aşan yaklaşımlar

Yagmurun_kizi

Çocuklarım benim herşeyim...
Kayıtlı Üye
11 Aralık 2015
6.602
8.283
Bu Görsel Silinmiş veya Bulunamadı!
19 Mart 2007 tarihli yazımda yorum kurallarına değinmiştim. Bugün, bu kuralların ışığında cumhurbaşkanı seçimiyle ilgili olarak teknik hukuk açısından dışlanması gereken kimi yaklaşımlar üzerinde durmak istiyorum.

Birincisi şu: Kimi bilim insanları ve yazarlar, özellikle karşı görüştekilerin amaçlarını sorgulamaktadırlar. Bunlara göre, kimilerinin amaçları Anayasanın hükümlerini tartışmak değil, TBMM’de çoğunluğu sağlayan partinin cumhurbaşkanı seçme hakkı olduğuna, başbakan olan bir insanın cumhurbaşkanı olmasının doğallığına halkı inandırıp kandırmak. Yani halkı aldatmak.

Bu yaklaşım, çeşitli açılardan yanlıştır: ‘Tartışma’ kavramı, adı üstünde, tartışanların sergiledikleri görüşlerle sınırlıdır. Tartışma, Türkçemizin en güzel ve en anlamlı sözcüklerinden biridir. Sözcüğün yapısından da anlaşılacağı üzere, tartışma, ‘işteş’ bir eylemdir. Tartışmacılardan her biri, sadece dış dünyaya yansıtılan görüşleri tartacaklardır. O kadar. Tartışmacının niyetleri, amaçları tartışmanın konusu olamaz. Olursa tartışma doğa ötesi bir zemine kayar. Her tartışmacı birbirinin amacını sorgulamaya başlar. O zaman birilerinin de yukarıdaki savınıza karşı ‘Siz de şu kişinin cumhurbaşkanı olmaması için bu tür yorumlara başvuruyorsunuz’ deme hakkı doğar ve sağlıklı bir sonuca ulaşılamaz.

Bu tür savlar, bende dolma yiyen iki körün öyküsünü çağrıştırmıştır, hep. Körlerden biri, ‘Ben bir dolma alıp yerken sen iki yiyorsun’ deyince öbürü, ‘İkimiz de körüz. Bunu nereden çıkardın?’ diye sormuş. Birincisi ‘Çünkü ben iki yiyorum da ondan’ yanıtını vermiş. Bu bir.

Bunun yanı sıra, tartışma temel kuralları içinde ‘kötü niyetli olan her tartışmacının görüşleri yanlıştır’ diye bir büyük önerme yoktur. Olamaz da. Çünkü, kötü niyetli bir tartışmacının görüşleri doğru, iyi niyetli bir tartışmacının görüşleri ise yanlış olabilir. Bu yüzden kimilerinin kötü niyetli olduklarını kanıtlamaya çalışarak görüşlerinin de kesinkes yanlış olacağı sonucunu çıkarmak, hem kaba bir yanılgıdır, hem de bir kesim tartışmacıları oyun dışına çıkararak düşünce özgürlüğünü çiğnemektir. Bu iki.

Çağcıl hukuk, kural olarak, insanların iç dünyaları ile ilgilenmez. Özellikle hukukçu yorumcuların bu ilkeye saygılı olmaları hukuksal ve etik bir ödevdir. Bu üç.

İkincisi de şu: Kimi yazarlar, özellikle kimi hukukçular, ‘olan hukuk’ (de lege lata) ile ‘olması gereken hukuk’ (de lege ferenda) ayrımı yapmadan, ikisinin bulamacıyla konuya yaklaşıyorlar.

1982 Anayasası, 6 Eylül 1999 yargı yılı dolayısıyla yaptığım konuşmada ve birçok yazımda da belirttiğim üzere, bana göre de, biçimsel ve maddi meşruluk açısından, meşruluk debisi sıfıra yaklaşmış bir yasal metindir. Ancak, bu sakatlığın yaptırımı, ‘yokluk’ değil, ‘hiçlik’tir/’butlan’dır. Bu nedenle 1982 Anayasasını sorgulama hakkımız vardır. Ancak yürürlükte kaldığı sürece ona uymak zorundayız. Bu hepimizin yurttaşlık görevidir.

Bu durum karşısında, özellikle hukukçu yorumcuların yorum etkinliğinde bulunurken, teknik hukuk açısından, olan hukuk, yani 1982 Anayasasının metni içinde kalmaları zorunludur. Olması gereken hukuka göre yasal metinler yorumlanamaz. Yorumlanırsa, bir normbilim olan hukukun sınırları aşılmış, yorumcu keyfi bir yetki (plenum arbitrium) kullanmış, yorumun ontolojik temeli dışlanmış, yasal metnin ‘norm vurgulu (normokratik) işlev’i yoksanmış, ‘amaçsal (teleolojik) yorum’ değil, ‘sanal yorum’ yapılmış olur.

Üçüncüsü, bir öncekinin uzantısı olarak, aşağıdaki siyasal tartışma konularını teknik hukukun konularından dışlamak zorunludur: Uzlaşma olmadan cumhurbaşkanı seçilmesi siyasal ahlaka aykırıdır. Bütün seçmenler gözetildiğinde %26 oy almış bir kişi cumhurbaşkanı seçilirse halkın tamamını temsil edemez. Kısa süre sonra seçimle yenilenecek olan, %10 baraja ve 4.246.160 oyun çöpe atılması gibi yöntemsizliklerle sakat bir seçime yaslanan, halkın yarısından çoğunu temsil etmeyen, bu nedenlerle meşruluğu örselenen bir parlamentonun yedi yıl ülkeyi yönetecek cumhurbaşkanını seçmesi etik değildir.

Teknik hukukçular olarak bırakalım bu tür siyasal görüşleri siyasetçiler/ahlakçılar/felsefeciler tartışsınlar. Biz hukukçular, eğer siyasal kaygıları yorum etkinliğine karıştırırsak, bilimsel incelemenin etik, özellikle de ‘dürüstlük, çıkar gözetmeme (hasbilik) kuralı’nı çiğnemiş, ulaşmak istediğimiz amacı/hedefi ve o doğrultudaki yöntemi önceden (a priori) belirleyerek ve hukukun içine işimize gelen gereçleri karıştırarak yapay gerekçe arayışına ve ‘amaca giden her yol meşrudur’ Makyavelizmine başvurmuş, yalın/saf/saydam bilimi uygulamaya aktaracak yerde, kafamızdaki düşünceyi bilimselleştirmeye çabalamış, ideolojik önkabullerin hukuka kıymasına izin vermiş oluruz.

Bu son noktada akla gelmesi olası bulunan uzlaşma konusunu ve öbür görüşlerin hukuksal değerlendirmesini gelecek yazımda inceleyeceğim.

Not: 19 Mart 2007 tarihli yazıda bilinç, tezgâh gibi kimi Türkçe sözcükler yanlış yazım ile interprétation, forcée, chimérique, surréelle, énigmatique gibi Fransızca sözcükler de, ters yöndeki aksan işareti ve aksanlı harfler büyük harfle çıkmışlardır. Özür dilerim.

S. Selçuk
 
X