Çorum katliami

gurkan-efem

Popüler Üye
Kayıtlı Üye
21 Haziran 2007
236
3
40
BENDE BİR ÇORUMLU OLARAK ÇORUM KATLİAMI DİYE BİŞİY BULDUM VE BAKTIM SİZİNLE PAYLAŞMAK İSTEDİM YALAN YADA HAYAL ÜRÜNÜ DEİL TAMAMEN GERÇEKTİR BUNLAR;



Robert Alexander Peck, ABD Türkiye Büyükelçiliği’nde ikinci katip olarak çalışan bir CIA ajanıdır. Çorum’da katliamdan aylar önce, bu CIA ajanı, AP ve MHP Çorum il başkanları, vali, CHP’li belediye başkanı başta olmak üzere pekçok kişi ile görüşüp bazı köylere gider ve tüm bu görüşmelerde Alevi ve Sünnilerin durumu hakkında sorular sorar. Peck soruyor, alevi ve sünniler, solcular ve sağcılar arasındaki çelişkilerin düzeyini öğrenmeye çalışıyor, bunlara göre planlar hazırlıyordu. Dönemin CHP’li Belediye Başkanı Turan Kılıçcıoğlu, bu CIA ajanı ile yaptığı görüşmeyi “devlet sırrı” diye hiç bir zaman açıklamak istemedi. Ardından Maraş’da olduğu gibi Çorum’da da katliam oldu. Ne zaman bir katliamın soruşturması yapılsa hep “devlet sır”ları çıkar karşımıza. Ama kamuoyuna açıklanmayan bu “sır”lar hep de CIA ajanları ile paylaşılır.

Provokasyon girişimleri Alevi ve sünni halk, Çorum’da içiçe yaşamaktadır. Bu yüzden de kontrgerilla Çorum’u da provokasyon yaratarak halkı birbirine kırdırabileceği yerlerden biri olarak seçer. CIA ajanı Peck incelemelerini tamamladıktan bir süre sonra provokasyonlar başlar. Pilot bölge olarak, belediye başkanlığı MHP’lilerin elinde olan, Alaca ilçesi seçilir. Önce Alaca Adliyesi emanet deposu soyulur ve 21 adet silah çalınır. Bu silahlardan biri daha sonra Sungurlu ilçesinde yazılama yaparken yakalanan MHP’li bir faşistin üzerinden çıkar. Ama buna rağmen, soygundan sonra “Aleviler sunnilere karşı silahlanıyor” şeklinde spekülasyonlar çıkarılmıştır. Alaca’nın faşist Belediye Başkanı, ramazan ayı başlangıcını bahane ederek bir bildiri yayınlar ve halkı cihada çağırır. Faşistler provokasyon yaratmak için her fırsatı değerlendirmeye çalışır. Amaçları yeni bir Maraş yaratmaktır. Provokasyonun ilk adımı için 27 Şubat 1980’de yapılacak olan “Hayat pahalılığı ve yoksulluğu protesto” mitingini seçerler. Miting için validen izin alınmıştır. Fakat izin verilen yer faşistlerin yoğun olduğu bir bölgedir. Faşistler mevzilenmiş, saldırı emrini beklemektedir. Bu durumu tesbit eden devrimciler provokasyon olacağını halka duyurarak mitingi iptal ederler. Böylece provokasyon boşa çıkartılır. Bu arada ildeki faşist kadrolaşma da yoğunlaşmıştır. Tunceli’de halka yaptığı saldırılarla tanınan Emniyet müdürü Halil Bozkurt Çorum’a atanır. POL-DER’li polisler sürgün edilerek yerlerine faşist POL-BİR’li polisler getirilir. Yapacakları saldırı ve provokasyonlarda herhangi bir pürüz çıksın istemezler. Saldırı “hazırlıksız” başlıyor 27 Mayıs’ta Ankara’da faşist şeflerden Gün Sazak’ın devrimci hareket tarafından cezalandırılmasından sonra faşistler, adım adım hazırladıkları, palanlı saldırıyı beklemeden kudurmuşcasına saldırmaya başladılar. 28 Mayıs günü şehrin en işlek caddesine ipini koparmış itler gibi dolan faşistler işyerlerinin camlarını kırıyor, hazımsızlıktan ne yapacaklarını şaşırmış bir vaziyette saldırıyorlardı. Ardından alevi halkın yaşadığı Milönü mahallesine yönelirler ama barikatlarla karşılaşırlar. Faşistler, devrimcilerin ve halkın direnişi karşısında amaçlarına ulaşamadılar. “Ya kan kusturacağız, ya tam susturacağız”, “Kanımız aksa da zafer islamın” sloganları ile saldıran faşist güruha polis hiç müdahale etmemiş, zor duruma düştüklerinde korumuştur. 28 Mayıs’taki bu saldırıyı şeflerini kaybetmenin hazımsızlığı ile başlatan faşistler plansız oldukları için amaçlarına ulaşamamışlardı. Fakat saldırılar aralıksız devam eder. Faşistler kontrolü ellerine geçirmek için polisin de yardımıyla ilçe yollarını denetlemeye başlarılar. Asıl büyük saldırının hazırlığı içerisindedirler. Bu nedenle çevredeki il ve ilçelerden faşistler Çorum merkezinde toplanır. Kent bu günlerde zaman zaman daha sakin görünse de faşistlerle sürekli çatışmalar yaşanır. Öyle ki alevi ve sunni halk iyice ayrıştırılır, azınlıkta olanlar kendi mezheplerinden halkın yoğun olduğu mahallelere göçederler. Etmek istemeyenler de zorla gönderilir. Saldırılar sadece şehir merkezi ile sınırlı kalmaz. Köylerde de alevi ve sunni köyler birbirine karşı kışkırtılır. Katledilen insanlar olur. Öyle ki köylüler tarlalarına gitmekten korkar hale gelirler. İlk “vuruş” polisten 30 Haziran’da faşistler tarafından dağıtılan bildirilerde cihat çağrısı yapılır. CHP’lilerin devrimcilerin yoğun olduğu semtlerden saldırı başlatılır. Akşam Pol-Bir’li polislerin de desteği ile saldırı tırmandırılır ve alevi ileri gelenleri ve devrimcilerden onlarca insan gözaltına alınır. İlk elde halkı önderlerinden kopararak güçsüz düşürmeyi hedefliyorlardı. Daha sonra evler silahlarla taranıp ateşe verildi. Bu ikinci saldırı özellikle ilk saldırıda girmeyi başaramadıkları Üçevler mahallesinde başlatılmıştı. Faşistler, tüm haberleşme ve yardım yolları kapatarak iş yerlerini yağmalamaya giriştiler. Bu saldırıda faşistler ev yakma, tarama, yağma dışında dört kişiyi de katlederler. Ölümlerin duyulmasının ardından sokağa çıkma yasağı ilan edilir ama yasak faşistlere uygulanmaz. Katliam Günü Temmuz başında valilik ve MHP’de anormal bir hareketlilik yaşanır. MHP’ye daha önce tanınmayan insanlar girip çıkar, sürekli telefonlar çalışır ve herkes “cuma” gününden söz eder. Bunlar yaşanırken alevilerin mahallelerine de operasyon düzenlenip yüzlerce insan gözaltına alınır, silahlar toplanır. 4 Temmuz... MHP’lilerin sıkça bahsettiği “cuma” günü geldiğinde tüm camilerin anonslarında “komünistler Alaaddin Camii’ni ateşe verdi” denilerek saldırı başlatılır. Arabalarla taşınan silahlar dağıtılır ve hedef olarak Milönü mahallesi gösterilir. Böyle bir saldırıyı bekleyen halk, mahallede gece ve gündüz sürekli nöbet tutmaktadır zaten. Fakat saldırı daha çok gece beklendiğinden erkekler gündüz uyuyor, nöbete kadınlar devam ediyordu. Aniden anonsları ve “Allah Allah” seslerini duyan halk mahallelerine saldırı olduğunu düşünüp camiye doğru koşar, önce polis panzerleri ardından galeyana gelen koca bir kitleyle karşılaşırlar. Polis panzerlerinden halkın üzerine ateş açılır. Onlarca insan katledilir ve yaralanır. Halkın üzerine polis asker ve faşistler birlikte saldırırlar. Saldırıyı yönetenler MHP il başkanı İsmail Taştan ve Çorum ÜGD başkanı Seydi Erenyel’dir. Bu katiller rehin alınan on kişiyi kurşunu dizme emrini verir ve köylerden gelen kendi yandaşlarını da buna ortak ederler. Rehin aldıkları insanlara her türlü işkenceyi yapan yaptıran bu katiller, ellerindeki kadınların ırzına geçtikten sonra çamaşırlarını sopalara takıp dolaştırarak ahlaksızlıklarını da sergilerler. “Ne olur onu Sigorta’ya götürmeyin, orada öldürürler” 4 Temmuz’da “Allah allah” seslerini ve camilerden yapılan anonsları duyar duymaz sokağa fırlayanlardan biri de üniversite öğrencisi Süleyman Atlas’tır. Sokağa fırladığında panzerlerden açılan ateşle omuzundan yaralanır. Panzerden fırlayan polisler onu panzerin içine almaya çalışırlar. “Ben bu yarayla ölmem beni polislere vermeyin” diye bağırır Süleyman Atlas. Halk vermemek için direnir ama polisler hastaneye götüreceğiz diyerek zorla panzerin içine atarlar. Bir kadın: “Ne olur onu Sigorta Hastanesine götürmeyin orada öldürürler” diye bağırır ama polisler kadını dinlemezler bile. Süleyman SSK’ya götürülür ve ailesine cesedi teslim edilir. Vücudunda sigara izmariti söndürülmüş, şiş sokulmuş, kolu parçalanmış bir haldedir... SSK başhekimi ise “omzundan aldığı yarayla ölmüştür” şeklinde bir açıklama yapar. Ama halk işkencehaneyle SSK’ya gitmek arasında bir fark olmadığını çok iyi biliyordu. Çorum SSK hastanesi faşistlerin üs olarak kullandığı bir yerdi. Silahlarını burada depoluyor, bodrum katında işkence yapıyor ve rahatlıkla gizlenebiliyorlardı. Arama yapıldığında hemen kılık değiştirip “görevli” kartlarını yakalarına takarak elini kolunu sallayarak hastane içinde dolaşıyorlardı. SSK’nın faşist katillerce bu kadar rahat kullanılması devletin faşistlere nasıl kolaylıklar sağladığının ve nasıl desteklediğinin en iyi kanıtıydı.

Sonuç olarak; Çorum’da 4 Temmuz’daki katliamda 26, ondan önceki saldırılarla birlikte de toplam 50’yi aşkın insan katledildi. Katledilen insanların cesetlerine yakınları aylarca hatta bazılarına yıllarca ulaşamadılar. Buldukları cesetler de yakılmış, işkence izleri ile tanınmaz hala getirilmiş haldeydi. Fakat kontrgerilla, Çorum’da ikinci bir Maraş yaratmayı başaramamıştır. Çorum’da halkın ve devrimcilerin birlikte direnişini kıramamış, beklemediği bir şekilde silahlı ve kitlesel bir direnişle karşılaşmıştır. Halk bu şekilde kendini savunmamış olsaydı Maraş’taki katliamdan çok daha büyük bir katliam gerçekleşirdi.
 
Malesef ,bunları ve bunların benzerini Türkiye defalarca yaşadı.
ben de bir sivas katliamını aktarıyım.yeni gelen nesil Türkiye mizi dış mihrakların oyununa alet edilmesine artık göz yummasın.gerçekler günyüzüne çıksın... türk -islam sentezi adı altında ne oyunlar dönüyor .asil soyumuzu ve yüce dinimizi yüreği beş para etmez bu insanlar alet ediyorlar ve bugün meydanlarda hiç yüzleri kızarmadan halkla bir bütünüz ve hepimiz kardeşiz naralarını atıyorlar.serde söylenecek çok şey var amma....bu kadarıyla yetinelim. Sivas Katliamı veya Sivas Madımak Olayı, 2 Temmuz 1993 tarihinde Sivas'ta Pir Sultan Abdal Şenlikleri sırasında Madımak Oteli'nin kuşatılıp yakılması ve dolayısıyla şehirde bulunan 35 yazar, ozan ve aydının yakılarak katledilmesi ve oteli ateşe verenlerden de ikisinin hayatını kaybetmesiyle sonuçlanan olaylar zinciridir.

Pir Sultan Abdal Şenlikleri kapsamında etkinliklerin bir bölümünün de Pir Sultan Abdal’ın sazının çalındığı Sivas şehir merkezinde yapılması öngörülmüştü. Bu kapsamda pek çok aydının yanı sıra Aziz Nesin bu etkinlik nedeniyle dönemin Sivas valisi Ahmet Karabilgin'in özel davetlisi olarak bu kente gelmişti.

2 Temmuz 1993 günü organize biçimde öğle saatlerinde Paşa ve Meydan camilerinde çıkan gruplar önce etkinliklerin yapıldığı Kültür Merkezi’ne ulaşarak, bir gün önce dikilen anıtı kısmen tahrip etti. Kültür Merkezi içindeki karşıt grupla çıkan taşlı sopalı çatışma, polis tarafından fazla büyümeden, zor kullanılarak önlendi.

Hızını alamayan ve sayısı yaklaşık 10.000'e ulaşan saldırgan grup, Kültür Merkezi’nden yeniden Hükümet Meydanı’na geldi. Hükümet Konağı’nı taşlamaya ve slogan atmaya başlayan grup ardından Madımak Oteli civarına ulaşarak, slogan atmaya devam etti. Grubun sayısı akşam saatlerinde 20.000'e yaklaştı. Grup önce Madımak Oteli önündeki araçları ateşe verdi ve oteli taşladı bunun sonucunda taşlanarak camları kırılan Madımak Oteli'ne sıçrayan yangın sonunda otele sığınmış olan aydınlardan, aralarında Asım Bezirci, Nesimi Çimen,Muhlis Akarsu, Metin Altıok, Hasret Gültekin,Nesimi Çimen'in bulunduğu 35 kişi yanarak veya dumandan boğularak yaşamını yitirdi. Aralarında Aziz Nesin'in de bulunduğu 51 kişi de olaylardan kendi olanaklarıyla, ağır yaralarla kurtuldu. Başından yaralanan Aziz Nesin'i linç edilmekten araya giren polisler kurtardı. Yaralılar, polis arabalarıyla Tıp Fakültesi Hastanesi`ne götürüldü.

Olaylar sonucunda 33 konuk, 2 otel görevlisi ile 2 saldırgan yaşamını yitirdi. Gene olaylar sırasında Atatürk - Kongre ve Etnografya Müzesi önünde bulunan Atatürk büstü tahrip edildi. Akşam saatlerinde valilikçe ilan edilen ”2 günlük sokağa çıkma yasağı” ile birlikte, güvenlik güçleri şehirde tam bir hakimiyet sağlayabildi.




Konu başlıkları [gizle]
1 Yargılama
2 Hayatını kaybedenler
3 Sivas Katliamı üzerine bestelenen türküler
4 Literatürde Sivas Katliamı
5 Kaynakça
6 Dış bağlantılar



Yargılama [değiştir]Olaydan bir gün sonra 35 kişi gözaltına alındı. Daha sonra gözaltına alınanların sayısı 190'a çıktı. Gözaltına alınan 190 kişiden 124'ü hakkında "laik anayasal düzeni değiştirip din devleti kurmaya kalkışma" suçlamasıyla dava açıldı,[1] geri kalanlar serbest bırakıldı. Kamuoyunda Sivas Davası olarak bilinen davanın ilk duruşması, Ankara 1 No'lu Devlet Güvenlik Mahkemesi'nde 21 Ekim 1993 günü yapıldı. 26 Aralık 1994'te karara bağlanan dava sonucunda, 22 sanık hakkında 15'er yıl, 3 sanık hakkında 10'ar yıl, 54 sanık hakkında 3'er yıl, 6 sanık hakkında 2'şer yıl hapis cezası, 37 sanık hakkında da beraat kararı verildi.

Müdahil avukatlar, Devlet Güvenlik Mahkemesi'nin kararını "taraflı, hukuka ve adalete aykırı" olarak niteleyerek, ayrıntılı bir savunmayla temyize gittiler. Yargıtay 9. Ceza Dairesi katlıamın "Cumhuriyete, Laikliğe ve Demokrasiye yönelik olduğunu" belirterek Devlet Güvenlik Mahkemesi'nin kararını esastan bozdu. Ankara 1 No'lu Devlet Güvenlik Mahkemesi, Yargıtay'ın bozma kararına uyarak yargılamayı yeniden başlattı.

28 Kasım 1997'de açıklanan kararda, 33 sanık Türk Ceza Yasası'nın 146/1 maddesine göre idama[2] ve 14 sanık 15 yıla kadar değişen hapis cezasına[1] mahkûm edildi. Yargıtay 9. Ceza Dairesi 24 Aralık 1998'de hapis cezalarını onadı, 33 idam cezasını ise usül noksanlıkları nedeniyle bozdu. Şubat 1999 tarihinde usül eksikliklerinin giderilmesi için başlayan yargılama sonucunda 16 Haziran 2000'de 33 sanık Devlet Güvenlik Mahkemesi'nce yeniden idam cezasına çarptırıldı. 2002 yılında idam cezasının yürürlükten kaldırılmasıyla idam cezası hükümlülerinin cezaları müebbet ağır hapis cezasına çevrildi.[1]

Sanıkların avukatlığını Refahyol iktidarının Adalet Bakanı Şevket Kazan üstlendi ve bakanlığı sırasında onları hapisanede ziyaret etti.[3]

Geçen bu zaman zarfı içerisinde sanık sayısı tahliyelerle 33'e düştü.[3] Olayın kilit ismi olarak nitelendirilen, dönemin Sivas Belediye Meclisi üyesi Cafer Erçakmak[1] ve Yargıtay'ın 1997'deki bozma kararından sonra firar eden 8 sanık ise halen yakalanamamıştır.[3]

Sivas Davası İstiklal Mahkemeleri sonrasinda, tek bir davada, bu kadar çok idam cezasinin verildiği ilk davadır.


Hayatını kaybedenler [değiştir]Muhibe Akarsu - 35 yaşında, Muhlis Akarsu'nun eşi
Muhlis Akarsu - 45 yaşında, sanatçı
Gülender Aka - 25 yaşında
Metin Altıok - 52 yaşında, şair, yazar
Ahmet Alan - 22 yaşında
Mehmet Atay - 25 yaşında, gazeteci
Sehergül Ateş - 30 yaşında
Behçet Aysan - 44 yaşında, şair
Erdal Ayrancı - 35 yaşında
Asım Bezirci - 66 yaşında araştırmacı, yazar
Belkıs Çakır- 18 yaşında
Serpil Canik - 19 yaşında
Muammer Çiçek - 26 yaşında, aktör
Nesimi Çimen - 67 yaşında, şair, sanatçı, üç telli curanın son ustası
Carina Cuanna - 23 yaşında, Hollandalı gazeteci
Serkan Doğan - 19 yaşında
Hasret Gültekin - 23 yaşında şair, sanatçı, şelpe tekniğinin önderi
Murat Güneş Murat Gündüz - 22 yaşında
Gülsüm Karababa - yaşında
Uğur Kaynar - 37 yaşında, şair
Asaf Koçak - 35 yaşında, karikatürist
Koray Kaya - 12 yaşında
Menekşe Kaya - 17 yaşında
Handan Metin - 20 yaşında
Sait Metin - 23 yaşında
Huriye Özkan - 22 yaşında
Yeşim Özkan - 20 yaşında
Ahmet Öztürk - 21 yaşında
Ahmet Özyurt - 21 yaşında
Nurcan Şahin - 18 yaşında
Özlem Şahin - 17 yaşında
Asuman Sivri - 16 yaşında
Yasemin Sivri - 19 yaşında
Edibe Sulari - 40 yaşında, sanatçı
İnci Türk - 22 yaşında
Kenan Yılmaz - 21 yaşında
 
size bir de
uğur mumcu nun yazısını hediye edeyim...



UNUTMAK İHANETTİR...





ONLARI ASLA UNUTMAYACAĞIZ...



Vurulduk ey halkım, unutma bizi...

Dağ gibi karayağız birer delikanlıydık.Babamız sırtında yük taşıyarak getirirdi aşımızı, ekmeğimizi. Arabalar şırıl şırıl ışıklarıyla caddelerden geçerken bizler bir mumun ışığında bitirirdik kitaplarımızı. Kendimiz gibi yaşayan binlerce yoksulun yüreğini, yüreğimizde yaşayarak katıldık o büyük kavgaya. Ecelsiz öldürüldük. dövüldük, vurulduk, asıldık.

Vurulduk ey halkım, unutma bizi...

Yoksulluğun bükemediği bileklerimize çelik kelepçeler takıldı. İşkence hücrelerinde sabahladık kaç kez. İsteseydik, diplomalarımızı, mor binlikler getiren birer senet gibi kullanırdık. mimardık, mühendistik, doktorduk, avukattık. yazlık kışlık katlarımız, arabalarımız olurdu. Yüreğimiz, işçiyle birlikte attı. Yaşamımızın en güzel yıllarını, birer taze çiçek gibi verdik topluma. Bizleri yok etmek istediler hep. Öldürüldük ey halkım unutma bizi...

Fidan gibi genç kızlardık. Hayat, şakırdayan bir şelale gibi akardı göz bebeklerimizden. Yirmi yaşında, yirmi bir yaşında, yirmi iki yaşında, işkencecilerin acımasız ellerine terk edildik. Direndik küçük yüreğimizle, direndik genç kızlık gururumuzla. tükürülesi suratlarına karşı bahar çiçekleri gibi taptaze inançlarımızı fırlattık boş birer eldiven gibi. Utanmadılar insanlıklarından, utanmadılar erkekliklerinden. Hücrelere atıldık ey halkım, unutma bizi...

Ölümcül hastaydık. Bağırsaklarımız düğümlenmişti. Hipokrat yemini etmiş doktor kimlikli işkencecilerin elinde öldürüldük acımaksızın. Gelinliklerimizin ütüsü bozulmamıştı daha. Cezaevlerine kilitlenmiş kocalarımızın taptaze duygularına, birer mezar taşı gibi savrulduk. Vicdan sustu. Hukuk sustu, insanlık sustu. Göz göre göre öldürüldük ey halkım, unutma bizi...

Kanserdik. Ölüm, her gün bir sinsi yılan gibi dolaşıyordu derilerimizde. Uydurma davalarla kapattılar hücrelere. Hastaydık. yurtdışına gitseydik kurtulurduk belki. Bir buçuk yaşındaki kızlarımızı öksüz bırakmazdık. Önce kolumuzu, omuz başından keserek yurtseverlik borcumuzun diyeti olarak fırlattık önlerine. sonra da otuz iki yaşında bırakıp gittik bu dünyayı, ecelsiz. Öldürüldük ey halkım, unutma bizi...

Giresun'daki köylüler, sizin için öldük. Ege'deki tütün işçileri, sizin için öldük. Doğudaki topraksız köylüler, sizin için öldük. İstanbul'daki, Ankara'daki işçiler sizin için öldük. Adana7da, paramparça elleriyle, ak pamuk toplayan işçiler, sizin için öldük. Vurulduk, asıldık, öldürüldük ey halkım, unutma bizi...

Bağımsızlık, Mustafa Kemal'den armağandı bize. Emperyalizmin ahtapot kollarına teslim edilen ülkemizin bağımsızlığı için kan döktük sokaklara. mezar taşlarımıza basa basa, devleti yönetenler, gizli emirlerle başlarımızı ezmek, kanlarımızı emmek istediler. Amerikan üsleri kaldırılsın dedik, sokak ortasında sorgusuz sualsiz vurdular. Yirmi iki yaşlarındaydık öldürüldüğümüzde ey halkım, unutma bizi...

Yabancı petrol şirketlerine karşı devletimizi savunduk; komunist dediler. Ülkemiz bağımsız değil dedik; kelepçeyle geldiler üstümüze. Kurtuluş Savaşında emperyalizme karşı dalgalandırdığımız bayrağımızı daha dik tutabilmekti bütün çabamız. bir kez dinlemediler bizi. Bir kez anlamak istemediler. Vurulduk ey halkım unutma bizi...

Henüz çocukluğumuzu bile yaşamamıştık. Bir kadın eli değmemişti ellerimiz. bir sevgiliden mektup bile almamıştık daha. bir gece sabaha karşı, pranga vurulmuş ellerimiz ve ayaklarımızla çıkarıldık idam sehpalarına. herkes tanıktır ki korkmadık. İçimiz titremedi hiç. Mezar toprağı gibi taptaze, mezar taşı gibi dimdik boynumuzu uzattık yağlı kementlere. Asıldık ey halkım, unutma bizi...

Bizi öldürenler , bizi asanlar, bizi sokak ortasında vuranlar, ağabeyimiz, babamız yaşlarındaydılar. ya bu düzenin kirli çarklarına ortak olmuşlardı ya da susmuşlardı bütün olup bitenlere. öfkelerini bir gün bile karşısındakilere bağırmamış insanların gözleri önünde öldürüldük. Hukuk adına, özgürlük adına, demokrasi adına, batı uygarlığı adına, bizleri, bir şafak vakti ipe çektiler. Korkmadan öldük ey halkım, unutma bizi...

Bir gün mezarlarımızda güller açacak ey halkım, unutma bizi...Bir gün sesimiz, hepinizin kulaklarında yankılanacak ey halkım, unutma bizi.

Özgürlüğe adanmış bir top çiçek gibiyiz şimdi., hep birlikteyiz ey halkım, unutma bizi, unutma bizi, unutma bizi...

Sesleniş / Uğur Mumcu
 
Arkadaşlar sağol paylaşımlarınız için okurken gerçekten çok üzüldüm keşke yaşanmasaymış bütün bunlar ama yaşanmış neyazıkki.dileğimiz o günler gitsinde gelmesin birdaha.
 
böyle bişey var evet.babam hep anlatırdı babannem de sağken anlatırdı..şahit olmuşlar bunların hepsine..çok üzücü..
 
umarım devamı gelmez bende bir sivas lı olarak bazen sivaslıyım demeye utanıyorum bu yobaz,insan yakan katiller için....allah kahretsin onları da...
 
Malesef ki böyle bir olay doğru zaten orada yaşayanların çoğu yapılan işkenceleri cinayetleri bir bir bir anlatıyorlar ınsanların nasıl zorla yerlerinden yurtlarından göç etmeye zorlandıklarını köylerin yakıldıklarını ACI ama gerçek Bu tür olaylar türk tarihinin yüz karası Aynı topraklarda aynı bayrağın altında yaşayanlar kardeş değilmidir amaç nedir burda hala anlamış değilim Buda bizim kendi insanımıza yaptığımız soykırımdır malesef utanç verici
 
size bir de
uğur mumcu nun yazısını hediye edeyim...



UNUTMAK ıHANETTıR...





ONLARI ASLA UNUTMAYACAĞIZ...



Vurulduk ey halkım, unutma bizi...

Dağ gibi karayağız birer delikanlıydık.Babamız sırtında yük taşıyarak getirirdi aşımızı, ekmeğimizi. Arabalar şırıl şırıl ışıklarıyla caddelerden geçerken bizler bir mumun ışığında bitirirdik kitaplarımızı. Kendimiz gibi yaşayan binlerce yoksulun yüreğini, yüreğimizde yaşayarak katıldık o büyük kavgaya. Ecelsiz öldürüldük. dövüldük, vurulduk, asıldık.

Vurulduk ey halkım, unutma bizi...

Yoksulluğun bükemediği bileklerimize çelik kelepçeler takıldı. ışkence hücrelerinde sabahladık kaç kez. ısteseydik, diplomalarımızı, mor binlikler getiren birer senet gibi kullanırdık. mimardık, mühendistik, doktorduk, avukattık. yazlık kışlık katlarımız, arabalarımız olurdu. Yüreğimiz, işçiyle birlikte attı. Yaşamımızın en güzel yıllarını, birer taze çiçek gibi verdik topluma. Bizleri yok etmek istediler hep. Öldürüldük ey halkım unutma bizi...

Fidan gibi genç kızlardık. Hayat, şakırdayan bir şelale gibi akardı göz bebeklerimizden. Yirmi yaşında, yirmi bir yaşında, yirmi iki yaşında, işkencecilerin acımasız ellerine terk edildik. Direndik küçük yüreğimizle, direndik genç kızlık gururumuzla. tükürülesi suratlarına karşı bahar çiçekleri gibi taptaze inançlarımızı fırlattık boş birer eldiven gibi. Utanmadılar insanlıklarından, utanmadılar erkekliklerinden. Hücrelere atıldık ey halkım, unutma bizi...

Ölümcül hastaydık. Bağırsaklarımız düğümlenmişti. Hipokrat yemini etmiş doktor kimlikli işkencecilerin elinde öldürüldük acımaksızın. Gelinliklerimizin ütüsü bozulmamıştı daha. Cezaevlerine kilitlenmiş kocalarımızın taptaze duygularına, birer mezar taşı gibi savrulduk. Vicdan sustu. Hukuk sustu, insanlık sustu. Göz göre göre öldürüldük ey halkım, unutma bizi...

Kanserdik. Ölüm, her gün bir sinsi yılan gibi dolaşıyordu derilerimizde. Uydurma davalarla kapattılar hücrelere. Hastaydık. yurtdışına gitseydik kurtulurduk belki. Bir buçuk yaşındaki kızlarımızı öksüz bırakmazdık. Önce kolumuzu, omuz başından keserek yurtseverlik borcumuzun diyeti olarak fırlattık önlerine. sonra da otuz iki yaşında bırakıp gittik bu dünyayı, ecelsiz. Öldürüldük ey halkım, unutma bizi...

Giresun'daki köylüler, sizin için öldük. Ege'deki tütün işçileri, sizin için öldük. Doğudaki topraksız köylüler, sizin için öldük. ıstanbul'daki, Ankara'daki işçiler sizin için öldük. Adana7da, paramparça elleriyle, ak pamuk toplayan işçiler, sizin için öldük. Vurulduk, asıldık, öldürüldük ey halkım, unutma bizi...

Bağımsızlık, Mustafa Kemal'den armağandı bize. Emperyalizmin ahtapot kollarına teslim edilen ülkemizin bağımsızlığı için kan döktük sokaklara. mezar taşlarımıza basa basa, devleti yönetenler, gizli emirlerle başlarımızı ezmek, kanlarımızı emmek istediler. Amerikan üsleri kaldırılsın dedik, sokak ortasında sorgusuz sualsiz vurdular. Yirmi iki yaşlarındaydık öldürüldüğümüzde ey halkım, unutma bizi...

Yabancı petrol şirketlerine karşı devletimizi savunduk; komunist dediler. Ülkemiz bağımsız değil dedik; kelepçeyle geldiler üstümüze. Kurtuluş Savaşında emperyalizme karşı dalgalandırdığımız bayrağımızı daha dik tutabilmekti bütün çabamız. bir kez dinlemediler bizi. Bir kez anlamak istemediler. Vurulduk ey halkım unutma bizi...

Henüz çocukluğumuzu bile yaşamamıştık. Bir kadın eli değmemişti ellerimiz. bir sevgiliden mektup bile almamıştık daha. bir gece sabaha karşı, pranga vurulmuş ellerimiz ve ayaklarımızla çıkarıldık idam sehpalarına. herkes tanıktır ki korkmadık. ıçimiz titremedi hiç. Mezar toprağı gibi taptaze, mezar taşı gibi dimdik boynumuzu uzattık yağlı kementlere. Asıldık ey halkım, unutma bizi...

Bizi öldürenler , bizi asanlar, bizi sokak ortasında vuranlar, ağabeyimiz, babamız yaşlarındaydılar. ya bu düzenin kirli çarklarına ortak olmuşlardı ya da susmuşlardı bütün olup bitenlere. öfkelerini bir gün bile karşısındakilere bağırmamış insanların gözleri önünde öldürüldük. Hukuk adına, özgürlük adına, demokrasi adına, batı uygarlığı adına, bizleri, bir şafak vakti ipe çektiler. Korkmadan öldük ey halkım, unutma bizi...

Bir gün mezarlarımızda güller açacak ey halkım, unutma bizi...Bir gün sesimiz, hepinizin kulaklarında yankılanacak ey halkım, unutma bizi.

Özgürlüğe adanmış bir top çiçek gibiyiz şimdi., hep birlikteyiz ey halkım, unutma bizi, unutma bizi, unutma bizi...

Sesleniş / Uğur Mumcu
Uğur Mumcu senıde unutmayacağız o gencecik yürekleride asla unutmayacağız. unutturamayacaklar bize.
. Ülkeleri uğruna hayatlarından olan bu vatanperver insanlarımızın hepsine Allah rahmet eylesin
 
X